Kapak

Secde ile Yükselen Başlar

Paylaş:

Kâfire karşı, nefsine karşı, şeytana ve günahkâr çevreye karşı ve kendisini büyük olarak gören tüm sistemlere ve ilahlık taslayanlara karşı ALLAHU EKBER!

Temel taşı ve ana prensibi Tevhid olan bir dinin şüphesiz ki bağlılarına vermesi gerek en önemli eğitim Tevhid eğitimidir. Tevhid sadece dillerde söylenen soyut bir cümle olarak kaldığı takdirde dinin ruhu ve gönderiliş gayesi gerçekleşmeyecek ve bu din ile yeryüzünde ulaşılmak istenen hedeflere de hiçbir zaman ulaşılamayacaktır. Bu nedenle Rabbimiz Teâlâ dine giriş sözü olan Kelime-i Tevhid’i ibadetlerle öğretmiş ve uygulamalı olarak pratiğe nasıl geçirileceğini göstermiştir. İbadetlerdeki ana gaye; kulluk bilincinin yerleşmesiyle birlikte Tevhid’in şekillenmesi ve hayatın içine girmesidir. Bu şekilde soyut bir kavram ibadetlerle somutlaşarak hayat kazanır. Tevhid eğitiminin şekillendiği en önemli ibadet ise namazdır, çünkü namazda insan; rükunlerinden tesbihlerine varıncaya kadar hep aynı konu üzerinde durur.

Sanki namaz günde beş defa öğrencilerini derse çağıran bir okuldur. Bu okulda İslam’ın ve Kur’an’ın öğrettiği esaslar insana söylettirilir. Hem de tekrar tekrar… Söylediklerini anlayana, unuttuğunu hatırlayana, hatırladığını yaşayana kadar ve yaşamaya devam etmesi için… İnsan bu okulun daimî öğrencisidir; çünkü insanoğlu hayat boyu eğitime muhtaç bir varlıktır.

 Namaz öncelikle kişiye Tevhid şuuru vermekle birlikte gerek maddî gerek manevî başka birçok yönden de insanı eğitir. Bu eğitim önce temizlikle başlar. Maksat, kulun pak ve yüce olan Rabbin huzuruna O’na yakışır şekilde temiz çıkmasıdır. Kirlenmiş elbiseler çıkarılır, namaza durulacak mekân temizlenir. Kişi gün içerisinde kirlenmesi muhtemel olan bütün azalarını su ile yıkayarak temizlerken, bu arada eliyle, ayağıyla, gözüyle ve diğer azalarıyla işlemiş olduğu bütün haram ya da hataların kirlerinden de kurtulur. Efendimiz (s.a.v.) bunu müjdeleyerek: “Müslim (yahut Mü’min) bir kul abdest aldığı zaman yüzünü yıkadığında iki gözü ile bakmış olduğu her bir hatie (küçük günah)su ile (yahut suyun son damlasıyla) beraber yüzünden çıkar. İki elini yıkadığında iki elinin kazanmış olduğu her bir küçük günah su ile (yahut son damlasıyla) beraber iki elinden çıkar. İki ayağını yıkadığında ayaklarının kendisine doğru yürümüş olduğu her bir hatie de su ile (yahut suyun son damlasıyla) beraber çıkar. Nihayet o kul günahlarından temizlenmiş olarak ortaya çıkar.”1 buyurmuştur. Gerçek temizlik ise kalp temizliğidir. Bu nedenle bir taraftan âzâlardaki mikropların temizlenmesiyle muhtemel hastalıklardan korunan mü’min, bundan çok daha önemli kalbî mikroplarını her abdestte temizlemeye çalışarak kalbî hastalıklara karşı önlemini almalıdır. Şirkin açığı (Allah’tan başkasına boyun eğmek) ve gizlisinden (riya), mü’mine karşı kin, düşmana karşı sevgiden, zan ve kötü düşüncelerden ve dünyevî sevgilerden kalbini arındırmaya çalışmalıdır; çünkü “Gizliyi, gizlinin de gizlisini bilen”2 Rabbinin karşısına çıkacaktır. Bu şekilde alınan abdestten sonra kul imanını tazeler ve Rabbinin kendisini  “mutatahhirîn” den kılması için dua eder. İşte bu Mü’min hem madden hem manen tertemizdir. O halde, ‘gerçekten necis olan ancak müşriklerdir.’3 Bundan daha etkili şekilde temizlik anlayışı veren bir eğitim dünyada var mı acaba? En titiz bir müşrik bile (en azından mikroplu kalbiyle) İslam’daki temizlik anlayışına hiçbir zaman erişemeyecektir.

Kul şimdi Rabbinin huzuruna çıkmaya hazırdır. Yönünü kıbleye çevirir. Yani Rabbine… Artık saf tutmuş diğer mü’minlerin içindedir. Kim bilir yanında şu an onunla beraber hangi Mü’min kardeşi saf tutmuş namaz kılmaktadır? Belki bir Arap, belki bir İngiliz, belki bir Afrikalı… Yön birlenir ki hedef birlensin, gaye değişmesin. Kıble tüm mü’minlerin namaz dışındaki hayatlarını da nereye yöneltmeleri gerektiğini öğretir. “Hayatının yönü Rabbine olmalıdır” der namaz. Ayrıca kul Tevhid’in kalbinin attığı yer olan Kâbe’ye yönelerek daha namaza başlamadan, Tevhid mücadelesi veren Hz. İbrahim’i ve Efendimizi (s.a.v) hatırlar.

Sonra kul “Allahu Ekber” der. Allah en büyüktür, O’ndan daha büyük yok. Belki de bir müslümanın hayat yolunda hiç aklından çıkarmaması gereken en önemli cümledir bu. Kâfire karşı, nefsine karşı, şeytana ve günahkâr çevreye karşı ve kendisini büyük olarak gören tüm sistemlere ve ilahlık taslayanlara karşı ALLAHU EKBER!

Ve sen ey Müslüman, bunu söyleyerek ellerini kaldırır ve her şeyi elinin tersiyle geride bırakırsın. Daha namazın ilk anlarında dünyadan bir basamak yukardasın. Namaz ilerledikçe yavaş yavaş daha da yukarılara çıkmaya başlarsın. Sevdiklerin, malın, mülkün, biraz önce meşgul olduğun ticaretin, çoluk-çocuğun geridedir. Namazda onları arkanda bırakmalı, bırakamayacak kadar da bağlanmamalısın.

Namaz her zaman bağlanılması gereken asıl mercii hatırlatır ve Allah için dünyalıkların terkini öğretir. Namazda dünyalıkları geride bırakabilen insan, cihad için de onları terk etmesi gerektiğinde zorlanmayacaktır. Bu yönüyle namaz bir cihad eğitimidir.

Bu cihat eğitimi kıyamda devam eder. Kul kışlasında emir bekleyen ya da nöbette olan bir asker gibi bir müddet ayakta bekler. “Allahu Ekber” diyerek Rabbi için kıyam etmiştir. Kıyamını burada öğrenmeli, bundan sonra tüm kâfirlerin ve zâlimlerin karşısında da böyle Allah için dimdik durmalıdır. Bu şekilde Mü’min, hayatının bir kısmını Rabbi için ayakta geçirmeyi namazda öğrenmiş olur. Kişi kıyama durduğunda önce şeytandan Allah’a (c.c) sığınır. Rabbini över. Bundan sonra kul konuşur Rabbi ona cevap verir. Kul; “el-Hamdü lillehi Rabbil Âlemîn” dediği zaman Allah da; “Kulum bana hamdetti” der. Kul; “er-Rahman er-Rahim” dediği zaman Allah da; “Kulum beni temcid (tazim, ululama) etti ve bir defa da kulum bana tefviz (işleri Allah’a havale)etti” der. Kul; “İyyâke na’büdü ve İyyâke nestaîyn” dediği zaman Allah;” Bu, kulumla benim aramda ve kulumun istediği hakkıdır” der. Kul; “İhdinassıratal müstakîm, sıratallezine en’amte aleyhim ğayril mağdûbi aleyhim veleddâllin” dediği zaman Allah; “İşte bu kulumdur ve kulumun istediği hakkıdır”3 buyurur.

Şüphesiz namazın her rekâtında Fatiha Suresi’nin okutulmasında ayrı bir hikmet vardır. Fatiha kitabın anası, Kur’an’ın özeti, münâcatların en güzelidir. Onda Tevhid, tahmid, tesbih bir aradadır. Kimsin, nesin, nerden gelir, nereye gidersin sorularına kul Fatiha ile cevap bulur. “Kulum, yaratılmışım, Rabbimden gelir, Rabbime giderim, O’na aidim, O benim sahibim, çünkü O tüm âlemlerin Rabbi.” Ve “Elhamdü lillehi Rabbil âlemin” Beni yokluk kuyusundan çıkarıp var olarak karşısına alan, beni huzuruna kabul eden Rabbime hamd olsun. Hangi kral, padişah ve diğer makam sahipleri günde beş defa huzuruna kabul edecek kadar bana değer verir ki Allah’tan başka? Bana verdiği değerden dolayı Allah’a hamd olsun. Hüküm O’nundur, yönetim de O’na aittir; çünkü âlemlerin Rabbi olan bir tek O’dur. Ve tam yeri ve zamanında Rahman olan Allah (c.c) Rahmet sıfatıyla anılır. Âlemlerin Rabbi ahiretin yani din gününün de mâlikidir aynı zamanda. Ahiret hatırlanır ve duaların en büyüğü, Allah’tan istenecek hayırların en önemlisi “Sırat-ı Mustakîm” istenir. İşte bu nokta; benden geçip bize vardığın, ferdiyetten cemaate, oradan da cemiyete ulaştığın noktadır. Bu noktada cemiyet olarak Rabbine söz verirsin. “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz.” İşte sözlerin en büyüğü en yüce Rabbe verilir. Hem de günde kırk defa. Bu sözden sonra hâkimiyeti başkasına veremezsin, O’ndan başkasına boyun eğemezsin, başka kanunların ve sistemlerin peşinden gidemezsin. Bunları yapar ya da rıza gösterirsen sözünden dönmüş, ahdini yerine getirmemiş olursun. O zaman hem ferd, hem de toplum olarak sapman kaçınılmazdır. O yüzden sapıklardan, söz dinlemeyen ve sözünde durmayanlardan, gazaba uğrayanlar olmaktan Allah’a sığınmalısın. Bu sığınmayla biter Fatiha… Kul bir müddet daha okuduktan sonra belini Rabbinin huzurunda saygıyla büker ve Azim olan Rabbini tesbih eder. Kalbindeki kibir ve benlik duygusu da bükülen beliyle ezilir.

Fakat yetmez. En şerefli uzvun olan alnını, kibirle diklenen burnunu, gözünü ve yüzünü geldiğin yere sürüp Rabbini anmadıkça hiçliğe eremez insan. Bu nedenle rükûdan sonra secdeye yüz sürülür. Secde namazın kalbidir. Kul muhabbet ve aşkla, şükür ve hamdle, hiçlik ve eziklikle öylece durur bir müddet. Efendimiz (s.a.v) secdede; “Allah’ım Senin için yere kapanarak secde ettim, Sana teslim oldum. Yüzüm, onu yaratan, şekillendiren, kulağını ve gözünü yaratana secde etti. Allah yüce ve mübarektir, yaratanların en güzelidir” derdi.  Sana ardına kadar açılmış rahmet kapısı, o kapı ki; sen orda olduğun sürece senden yüz çevirmek yok, sen konuş Rabbin dinler. Kalbini aç Rabbine, dertlerini, sıkıntılarını kalp lisanınla arz et. Burada küçümseme yok, kul olarak kabul gördün, kulluğunu kabul etmen yeter. Senden başka bir beklenti yok. Acziyetini itiraf edip; “Ya Rab! Ben Sen olmadan bilemem, Sen olmadan ben olamam, her halde Sana muhtacım” dediysen kendini merhametli Rabbinin seni kuşatan nazargâhında hissedersin, artık bundan sonra dünya gelsin karşına, Rabbin seninle birlikte olduktan sonra hiçbir kıymeti yok.

Namaz; şeytanî vesveselerin bittiği, nefsin zayıflıklarının güçlendiği, imanın korkuya gâlip geldiği yerdir. “Dikkat edin Allah’ın dostları için korku yoktur. Onlar mahzun olacak da değiller.” ayetinin dünyada tezahür ettiği yerdir. Namaz olmasaydı zayıf yaratılan insan ne ile güçlenecekti? Kibirle diklenen nefsi hangi güce boyun eğecekti? Allah’a eğilmeyen baş ya en düşmanı olan şeytana ya hain nefsine ya da ilahlık taslayan kullara boyun eğecek. Aziz ve merhametli olan Allah’ın yerine bunları tercih eden ne kadar zavallıdır.

O halde ey insan! Secde ile yücelt başını ve kulluğunla özgürleş…

  • Müslim
  • Tâha, 7
  • Tevbe, 28