Başyazı

Tevhid Şuuru İle Gelen Fetih Ruhu

Paylaş:

   Hamd; gönderdiği Tevhid inancı ile insanları kula kulluktan kurtaran, göstermiş olduğu hedefle Müslümanlara fetih ruhu veren Allah Azze ve Celle’ye, Salât-u selam; bu ruh ile fatihler yetiştiren ve fetihler gerçekleştiren Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise; insanları kula kulluktan ve beşerî ideolojilerden kurtarmak ve Allah’ın hâkimiyetini sağlamak için mücadele eden tüm kardeşlerime olsun.

   Her ne kadar peygamberler bize, sadece Allah’ın varlığını ve birliğini anlatan, ibadetleri ve ahlakı öğreten, Allah’ı inkâr edenlerle mücadele eden Allah’ın elçileri olarak anlatılmış olsalar da Kur’an’a baktığımız zaman bunun böyle olmadığını görüyoruz. Allah Azze ve Celle hiçbir peygamberi sadece Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmak ya da sadece ahlakı ve ibadetleri anlatmak için göndermemiştir. Peygamberlerin vazifesi, insanların Allah’tan başka ilah yani itaat edilecek makam ve otorite tanımamalarını ve kullara kulluk yapmamalarını sağlamak, sadece Allah’a itaat etmeyi ve sadece O’nun kanunlarına göre yaşamalarını sağlamaktır. Bu amaçla gönderilmiş olan peygamberler sadece tebliğ yaparak bu maksatlarını elbette gerçekleştiremezler. İnsanları kendilerine kul yapan diktatörler, Tevhid inancı yüzünden saltanatlarını kaybedeceklerini anlayıp elbette peygamberler ile mücadele edeceklerdir. Onun için Kur’an-ı Kerim: “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din (düzen, sistem) sadece Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşınız”1 buyurmaktadır.

   Elbette ki tebliğ esastır ancak tebliğ hiçbir zaman yeryüzünde zulmün ve kullara kulluğun kaldırılması ve adaletin gerçekleşmesi için tek başına yeterli olamaz. Böyle bir talimatın sadece tebliğ ile yerine gelmesi mümkün müdür? Yeryüzünde nice diktatör sistemler mevcuttur. Siz ne kadar doğru bir dava ortaya koyarsanız koyun o diktatörler saltanatlarını kaybetmek istemeyecekler, insanlara İslam’ın anlatılmasına ve kitlelerin hakkı anlamalarına engel olacaklardır. Kendi saltanatlarını devam ettirebilmek için buna mecburdurlar. Ayetten anlaşıldığı üzere Kur’an-ı Kerim tüm dünyadaki fitne düzenlerini hedef göstermekte ve tüm dünyada Allah’ın istediği medeniyet kuruluncaya kadar mücadeleyi emretmektedir. Allah Azze ve Celle, varsa İslam Devletinin diktatör sistemlerin üzerine güçle gitmesini ve insanların özgürleştirilmesini emretmiştir. Böylece kitleler diktatörlükten ve zulümden kurtarılacak, İslam’ın kitlelere ulaşmasının önündeki engeller kaldırılacak ve sonra insanlar İslam’ı tercih edip etmeme konusunda serbest bırakılacaklardır. İşte fetih budur ve sadece bunun için meşru kılınmıştır. Memleketleri zorla ele geçirmek veya ganimet elde etmek ya da insanları zorla Müslüman yapmak için değil. Çünkü Kur’an-ı Kerim dinde zorlamayı kesinlikle yasaklamaktadır.

   Diktatör sistemlerin, halklarına zulmetmelerini ve toplumlarını saptırmalarını engellemek ve iman edecek olanların baskı altında kalmadan iman etmelerine imkân tanımak için, İslam gerçek bir güçle o zorbaların ve diktatörlerin üzerine gitmek ve fetihler gerçekleştirmek zorundadır. Ancak “fetih” kavramı ile “işgal” kavramı bugün birbirine karıştırılmıştır. İslam’ın “fetih” anlayışı ile “işgal” birbirinden farklı kavramlardır. Eğer bir memlekete giriş amacınız, o memleketi kendi hâkimiyetiniz altına almak, o memlekette kendi ideolojinizi ve kanunlarınızı hâkim kılmak veya orayı sömürmek ise bu, işgaldir. Ama o memlekete giriş gayeniz kendinizi değil Allah'ın dinini hâkim kılmak, insanları diktatörlükten kurtarmak ve özgürleştirmek ise bu, fetihtir. Çünkü yeryüzü ve insanlar Allah’a aittir ve O’nun istediği medeniyetin tüm dünyada hâkim olması O’nun hakkıdır. Fetih ile işgalin farkı budur ve bu fark, büyük bir farktır.

   Eğer Müslümanlar 13 sene boyunca Mekke’de Hz. Peygamber’in eğitiminden geçmemiş, Tevhidi anlamamış, Allah’ı ve davasını sevmemiş, çile çekip nefislerini terbiye etmemiş olsalardı, sabır, itaat ve bağlılık eğitiminden geçirilmemiş olsalardı fetih gerçekleştiremezlerdi. Sahabe-i Kiram, Allah’ı tanımak için kâinat kitabını okuyarak tefekkür etmişler, Kur'an'ı okuyarak Allah’ı daha yakından tanımışlar, O’nu tanıyınca sevmişler, sevince de O’nun hâkimiyeti yolunda mücadele etmişlerdi. Tefekkürle hakiki imana ulaşmış, ibadet ve ahlak insanı olmuş, ondan sonra da cihat etmişlerdi. Mücadeleleri kendilerini hâkim kılma mücadelesi değil Allah’ı hâkim kılma mücadelesi idi. İşte sahabenin zaferine fetih denilmesinin sebebi budur. Fethi gerçekleştiren nesil, böyle bir nesildi. Tevhidi anlamayanlar, muhabbetullaha ulaşmayanlar, nefisleri terbiye olmayanlar fetih gerçekleştiremezler, böyleleri ancak işgal gerçekleştirirler. Yani Allah’ı değil kendilerini hâkim kılarlar. Hakiki imana ulaşmamış, ibadetleri ve ahlakı güzelleşmemiş olanların yapacağı savaş, cihat değil zulümdür. Zaferleri de fetih değil işgaldir.

Fethin Başlangıcı Olan Hicret ve Sonrası

   Allah Azze ve Celle Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i yıllarca İslam düşmanlarına karşı muhafaza etti. Nihayetinde kâfirler Efendimizi öldürmeye karar verdiler. Bunun sonucunda Hazreti Peygambere hicret emri verildi. Hicret; İslam’ın yükselişinin, İslam Medeniyetinin kuruluşunun ve fetihlerin başlangıcıydı. Hicreti göze alamayanlara fetihler nasip edilmeyecektir. Hazreti Peygamber’in hicreti birçok başarıların ve zaferlerin ilk adımı oldu. Medine’de İslam Medeniyetinin temellerini attı ve yaklaşık bir buçuk sene kadar sonra Bedir Savaşı gerçekleşti. Allah, Bedir’de Müslümanlara zafer nasip etti. Bir taraftan hicret, bir taraftan savaşlar, bir taraftan anlaşmalar… Bunların hepsi aslında Mekke Fethi’nin temelleriydi. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bölgeye askeri müfrezeler ve çeşitli kabilelere İslam davetçileri göndererek bütün bölgede İslamlaşmayı başlatıyordu. Bölgenin bir kısmı Müslüman oluyor, bir kısmı Müslümanlarla ittifaklar yapıyor, bir kısmı da en azından Müslümanların hâkimiyetini kabul ediyor ve onlara karşı düşmanlık yapamayacağını anlıyordu.

   Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicretin altıncı senesinde bir rüya görmüştü. Rüyasında Mekke'ye gidiyorlar ve Kâbe’yi tavaf ediyorlardı. Allah Rasulü bunu ashabına anlatmıştı, o yüzden ashabı içerisinde “Mekke'ye gidip umre yapacağız” anlayışı yayıldı. Hâlbuki Efendimiz “bu sene umre yapacağız” dememişti. Mekkeliler umre yapılmasına müsaade etmediler. Allah Rasulü, savaş için gelmediklerini anlatması için onlara Hz. Osman’ı göndermişti. Hz. Osman'ın öldürüldüğüne dair yanlış bir haber geldi. Bunun üzerine Efendimiz ashabını bir ağacın altında topladı ve herkesten biat aldı. Rivayetlere göre Hz. Peygamber'e biat ederlerken ölüm üzerine biat ettiler. Allah Azze ve Celle onlar hakkında: “Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken Mü'minlerden razı olmuştur, kalplerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine 'güven duygusu ve huzur' indirmiştir ve onlara yakın bir fethi karşılık olarak vermiştir”2 buyurmaktadır. Sonra haberin yanlış olduğu anlaşıldı ve Mekkelilerin elçisi Süheyl ile Peygamberimiz arasında Hudeybiye Antlaşması yapıldı.

   Bu antlaşma Peygamberimiz açısından çok önemliydi. Çünkü o güne kadar Müslümanları adam yerine koymayan Mekke'nin müşrikleri, Müslümanlarla masaya oturmak zorunda kalmıştı. Bu yönüyle, bu antlaşma bir zaferdi. Antlaşmanın içerisindeki bir madde şöyle idi: “Civar kabilelerden isteyen Mekke’nin yani müşriklerin himayesine, isteyen de Medineli Müslümanların himayesine girebilir.” Bu anlaşmaya göre Huzaa kabilesi Peygamberimizin himayesini kabul etti. Beni Bekir kabilesi de Mekkelilerin himayesine girdi, onlarla müttefik oldu. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu anlaşmayı on yıllığına imzalamıştı. Anlaşmaya göre on yıl iki taraf arasında savaş olmayacaktı.

   Mekkeliler ile antlaşma yapan, onların himayesine giren Beni Bekir kabilesinden birisi bir gün Müslümanların ve Peygamberimizin aleyhinde bir şiir söyledi. Peygamberimizin müttefiki olan Huzaa kabilesinden olan bir genç de şiir okuyan kişiyle kavga etti ve ona vurdu. Bunun üzerine Beni Bekir kabilesi Huzaa kabilesine saldırdı. Huzaalı’lar Mekke'ye sığındılar. Kâbe’de insan öldürmek haram olduğu halde, Mekkelilerin Beni Bekir kabilesine yardımı sayesinde Huzaa kabilesinden 23 kişiyi öldürdüler. Efendimiz, Mekkeli müşriklere haber göndererek: “Ya Huzaa kabilesinden öldürülenlerin diyetini (kan bedelini) ödeyiniz veya Beni Bekir kabilesini himayeden vazgeçiniz. Bunlardan birini kabul etmezseniz Hudeybiye Antlaşmasını bozduğunuzu ve bunun neticesi olarak sizinle harb edeceğimizi biliniz” diyerek ikazda bulundu. Mekkeliler: “Ne fidye öderiz ne de Beni Bekir Kabilesi ile ittifakımızı bozarız” dediler. Böylece Hudeybiye antlaşmasını bozmuş oldular. Böyle bir olay olmasaydı ve Hudeybiye Antlaşması bozulmasaydı Peygamberimiz iki sene sonra Mekke’yi fethetmeden bu dünyadan göçüp gidecekti. Allah Azze ve Celle onları bu şekilde yönlendirdi. Allah'ın yönlendirmesiyle Peygamberimiz aslında aradığı fırsatı bulmuş oldu ve savaş kararı verdi.

Mekke’nin Fethi Esnasında Yaşananlar

   Hz. Peygamber Mekke'ye girerken kan dökülmeden girmek istiyordu. Çünkü Mekke, harem bölgesiydi. Hz. Peygamber, bunun için çok gizli çalışmalar yapıyordu. Hz. Ebubekir'in bile başlangıçta haberi yoktu. Yollar tutuldu ve Müslümanlar Mekke'ye kadar yaklaştılar. Mekke'ye yaklaştıkları zaman gece vaktiydi. Mekkelilerin haberi olmamıştı. Peygamberimizin ordusu 10.000 kişilik bir orduydu. Mekkelilerin bu orduya karşı koyması mümkün değildi. Aslında Peygamberimiz 3-4 bin kişilik bir ordu ile gelseydi bile yine de karşı koyamazlardı. Ama Allah Rasulü savaş olsun istemiyor, gücü görsünler ve savaşmadan teslim olsunlar istiyordu.

   Mekke'nin civarında, gecenin karanlığında 10.000 ateş yakıldı. Mekke aydınlanmaya başladı. Bunu gören Mekkeliler çok korktular, ne yapacaklarını şaşırdılar. 10.000 kişi Mekke'ye kadar gelmiş ve onların bundan haberi olmamıştı… Nasıl bir tedbir ve nasıl bir strateji uygulamıştı Hz. Peygamber? Ebu Süfyan ateşleri görünce ne olduğunu anlamak için birkaç kişi ile birlikte gizlice yaklaştı ama Müslümanlar onu yakalayıp Peygamberimize getirdiler. Hazreti Ömer, onu öldürmek istemişti ama Peygamberimiz müsaade etmemişti. Allah Rasulü: “Çadıra götürün yatsın, sabah yanıma getirin” dedi. Sabahleyin Peygamberimiz onu görünce: “Ey Ebu Süfyan, La İlahe İllallah demenin zamanı gelmedi mi?” buyurdu. Kendisine yıllarca zulmetmiş olan düşmanı şu anda elinde esir idi ancak Peygamberimiz intikam almak yerine düşmanının iman etmesi için gayret gösteriyordu. Bu O’nun Peygamberliğinin delillerindendir. Efendimizin çabası sonucunda Ebu Süfyan Müslüman oldu.

   Allah Rasulü, ordusuna: “Kimseyi öldürmeyin fakat size saldırırlarsa karşılık verebilirsiniz” demişti. Çünkü O, öldürmek için değil diriltmek için gönderilmişti. Allah Rasulü insanlar ölmesin diye bütün önlemleri aldı. Halit bin Velid'in girdiği taraftan Ebu Cehil'in oğlu İkrime ve bazıları saldırdılar ve iki Müslüman’ı şehit ettiler. Bunun üzerine Halit bin Velid hücum emri verdi. Onlardan 13 kişi öldürüldü. Sadece 13 müşriğin öldürülmesiyle Mekke fethedilmiş oldu.

   Efendimiz Mekke'ye girerken muzaffer bir komutan olarak değil bir kul olarak giriyordu. Sakalı devenin hörgücüne değecek kadar başını eğerek ve tevazu içerisinde girdi Mekke’ye.  Elinde asası Kâbe’nin etrafını tavaf etti. Tavaf esnasında elindeki değnekle putlara dokunuyordu. Önden dokunduğu putlar arkaya doğru, arkadan dokunduğu putlar öne doğru yıkılıyordu. Sonra devesinden indi, Kâbe’nin içine girdi, içindeki putları temizletti ve dışarıya çıktı. Bütün Mekkeliler haklarında verilecek olan kararı bekliyordu. Allah Rasulü çıktı ve onlara : “Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?” diye sordu. Kureyş topluluğu, “Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız” dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü: “Benim halimle sizin haliniz, Yusuf Aleyhisselam'ın kardeşlerine dediğinin tıpkısı olacaktır. Yusuf Aleyhisselam'ın kardeşlerine dediği gibi ben de size diyorum: ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah, sizi bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir!’3 Gidiniz, sizler serbestsiniz!”4 buyurdu. Hepsi serbest bırakıldılar. Merhameti ve insanlığı gören Mekkeliler akşam bile olmadan iman ettiler.

   Allah Rasulü Sallallahu aleyhi ve Sellem onlara iki hutbe verdi ve : “Ey Mekkeliler! Cahiliye devrine ait olup, iftihar vesilesi yapılıp gelinen her şey, kan, mal davaları... Bunların hepsi bugün, şu ayaklarımın altında kalmış, ortadan kaldırılmıştır. Bütün insanlar Adem Aleyhisselam'dan, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Allah: ‘Ey insanlar! Sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Biliniz ki Allah katında en üstününüz, en takva olanınızdır’5 buyurmuştur” dedi.6

   Bu olay hicretin 8. senesinde gerçekleşti. Yani Peygamberimizin peygamber oluşundan 21 sene sonra. 13 sene Mekke’de, 8 sene de Medine’de mücadele ettikten sonra. Bazı rivayetlerde Miladi olarak 629 yılının Aralık ayının sonunda, diğer bazı rivayetlerde ise 630 yılının Ocak ayının başında gerçekleştiği bildirilmektedir. 21 sene boyunca iman etmeyenler, orası fethedildiği zaman düşünmeye başladılar. “Allah, O’nu koruyor, bu peygambere karşı konulamıyor” deyip anlamak zorunda kaldılar. Hazreti İsa Aleyhisselam İncil'de, gelecek olan ahir zaman peygamberini haber etmişti. “Bir peygamber gelecek ve o peygambere karşı konulamayacak” diyordu. Öyle de oldu.

   Bu zafer ve fetih, önce Allah’ın yardımı sonra da Peygamber Efendimiz'in takip etmiş olduğu hareket metoduyla gerçekleşti. Zulümlere sabrediyordu ama hiç taviz vermiyordu. Dimdik duruyor, kâfirlere itaat etmiyor ama aynı zamanda saldırmıyor ve saldırılara da karşılık vermiyordu. Renkten renge girmiyor, onlardan gibi görünmüyor, “önce idareyi ele geçireyim, ondan sonra yavaş yavaş İslam'ı anlatırım” gibi bir yöntem izlemiyordu. Allah Rasulü böylelikle şahsiyetli ve sağlam bir kadro meydana getirmiş, onlarla ömrünün son 3 senesinde üç Türkiye büyüklüğündeki Arabistan Yarımadası’nın fethini gerçekleştirmişti.

   Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'yi fethediyordu ama hayatı hiç değişmiyordu. Bu, O’nun peygamber olduğunun delillerindendir. İsterse Kur'an gibi bir mucizesi olmasın, isterse elinden su fışkırmasın, isterse hurma kütüğü inlemesin, isterse gökteki ay yarılmasın, isterse O’na verilen yüzlerce hissi mucizeler, gözle görülen mucizeler verilmesin. Peygamberimizin hayatının hiç değişmemesi başlı başına bir mucizedir… O, İslam Devletini kuruyor, Mekke'yi fethediyor ama Mekke'deki hayatı ne ise Medine’de de aynı hayatı yaşıyordu. Hazreti Peygamber eğer sahte bir peygamber olmuş olsaydı güç ve kuvveti eline aldığı zaman lüks bir hayat yaşardı. Ama Efendimiz hayatını hiç değiştirmedi. Demek ki O’nun derdi saltanat, mal mülk ya da lüks yaşama sevdası değildi.

Fetih Ruhunun Kaybedilmesi ve Sonucu

   Bugün İslam'ın yükselişi nasıl olacak? Peygamberimiz La İlahe İllallah diyerek ortaya çıktı, başka bir dava öne sürmedi. Peygamberimiz “Büyük Arabistan” diyerek milliyetçi bir dava şeklinde veya “fakir fukara hakları” diyerek sosyalist bir dava şeklinde ya da “ahlaklı toplum” diyerek maneviyatçı bir dava şeklinde ortaya çıkmadı. O, sadece La İlahe İllallah dedi, mücadele etti, dik durdu ve taviz vermedi. Sadece Allah’a itaat edilmesi gerektiğini, kullara kulluk yapılmaması gerektiğini haykırdı. İslam böyle yükseldi. Bugün de İslam’ın yükselmesini isteyenler, aziz olmak isteyenler aynı peygamberi metodu izlemek zorundadırlar. Biz de bugün aynı davayı yani Tevhidi halkımızın anlayacağı şekilde “Allah'ın dünyasında Allah'ın dediği olmalı!” diyerek haykırmalıyız.

   Allah Azze ve Celle Müslümanlara ılımlı bir İslam göndermedi, onlara Tevhidi ve muhalefeti öğretti. Allah, kısa yoldan başarıya götürecek, fetihleri gerçekleştirecek bir hareket metodu ve fetih neslini yetiştirecek bir eğitim metodu gönderdi. Muhalefet etmeyi öğrenen Müslümanlara bütün dünyayı hedef olarak gösterdi. Müslümanlar muhalefet etmekten vazgeçtiklerinden beri fetih ruhunu da kaybettiler.

   Muhalefet etmeyi göze alamayanlar muhafazakârlaştılar. İslam’ın hâkim olmadığı yerde Müslümanlar muhafazakâr olamazlar; yalnızca muhalif olabilirler. Muhafazakâr olanlar, muhalefet etmeyip mevcut durumu kabul edenler hiçbir zaman fetihler gerçekleştiremezler ve hiçbir zaman İslam Medeniyetini meydana getiremezler. Fetihleri ancak muhalif olanlar gerçekleştirebilirler. Fetihleri başka medeniyetlerin içinde yer almayıp kendi medeniyetini kuranlar gerçekleştirebilirler. Eğer başka medeniyetin içerisinde yer almayı düşünüyorsak Peygamberimiz'in fetihlerinden neden övgüyle bahsediyoruz?

   Fetih ruhunu nasıl kaybettik, nasıl geriledik, nasıl bu hale geldik? Kur’an bize bu tehlikeyi haber vermişti. Bizi kötü duruma düşürecek sebepleri ve sonuçlarını bildirmişti fakat biz Kur’an’ın ikazlarını anlamadık, görevimizi unutup dünyaya yöneldik. Müslümanların kalbine dünya sevgisi girip dünyaya yönelince Allah dünyayı elimizden aldı. Sonuçta ceza amelin cinsinden geldi ve maksadımızın aksi ile tokatlandık. İşte Peygamberimiz'in hayatı, işte sahabe, işte atalarımız! Onlar yönlerini Allah’a ve ahirete çevirdiler, dünyaya değil. İşte o zaman Allah, onlara ahireti de verdi dünyayı da verdi ve Dünya devleti oldular. Bu, Allah’ın sünnetidir ve Sünnetullah değişmez. Bugün de dünya sevgisini, ölüm korkusunu kalbimizden attığımızda önce kendi topraklarımızda yeniden İslam Medeniyetini kurabileceğiz ve medeniyetimiz kurulduktan sonra Efendimizin haber verdiği gibi Roma’ya kadar da gidebileceğiz. Ümmet-i Muhammed’de böyle bir ideal olmalıdır ama bu ideale varabilmek için evvela kendi topraklarında fethi gerçekleştirmelidirler. Batı kültürünü reddetmedikçe, kendi kültürümüze, kitabımıza, medeniyetimize dönmedikçe, mücadeleyi göze almadıkça kendi topraklarımızda bile İslam’a göre yaşayamayacak ve ikinci sınıf insan muamelesi görmeye devam edeceğiz.

   O halde Müslümanlar dönüp kendilerine bakmalıdırlar. Peygamberi bir hareket metodu izliyorlar mı? Tevhidi haykırıyorlar mı? Peygamberi eğitim metoduna göre eğitim çalışmaları yapıyorlar mı? Fatih nesiller yetiştiriyorlar mı? Yanlışlara muhalefet ediyorlar mı? Unutmayalım ki bedelini ödemeden nimet istemek, görevini yapmadan zafer beklemek Yahudilerin ahlakıdır. Allah Azze ve Celle yeniden fetih nesli olabilmeyi ve kendi topraklarımızda İslam Medeniyetini gerçekleştirebilmek için bu yolda mücadele edenlerden olmayı cümlemize nasip eylesin.  Allah’ın rahmeti üzerinize olsun…

  1. Enfal, 39
  2. Fetih, 18
  3. Yusuf, 91- 92
  4. İbn Hişâm 1355/1936. es-Sîretü’n-Nebeviyye, s. 411-412; Taberî 1960-70.
  5. Hucurat, 13
  6. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, Tirmizî, Ebû Dâvûd