Bizi yeryüzünde halifesi olarak yaratan, hidayetin yolunu gösteren, ırkçı anlayışlardan kurtarıp ümmet kılan Allah’a hamd; gece gündüz çektiği çilelerle sağlam bir ümmet meydana getiren Rasulü’ne salâtu selam; ümmeti yeniden diriltme mücadelesi veren kardeşlerime selam ile başlıyorum.
İnsana yakışır bir medeniyet kurmakla, adaleti tesis edip haksızlıkları ve haramları önlemekle görevli olan topluluk yani ümmet, yani ümmetimiz nasıl bu hale geldi? Zulmü engellemekle görevli olanlar, nasıl her tarafta zulüm görür ve kanları akıtılır hale geldi? Haramları engellemekle görevli olanlar, nasıl haramları işler ya da seyreder hale geldi? Hangi kanunların gereği olarak ümmetimiz geriledi ya da çöktü? Bizden önceki ümmetlere uygulanan hangi kanunlar bize de uygulandı?
Allah (c.c.), kitabında insanı ve toplumları ele alır. İnsanın psikolojisini ve nefsini tanıtır. İnsanın nasıl meleklerden üstün olabileceğini, nefsini nasıl tezkiye edeceğini öğretir. Bunu yapmadığında ne kadar azgınlaşabileceğini ve hayvanlardan bile ne kadar aşağılara düşebileceğini anlatır, toplumları tanıtır, kitle psikolojisini öğretir. Toplumları saptıran ve çökerten sebepleri ortaya koyar. Hangi şartlar oluştuğunda toplumların atılım yapıp yükseldiğini ve hangi sebepler gerçekleştiğinde azaba uğratılıp çökertildiklerini anlatır.
Kur’an’da geçen Peygamber kıssaları, Allah’ın toplumlarla ilgili kanunlarını yani sünnetini ortaya koymak içindir. Sünnetullah’ı tespit edelim ve ona göre önlemler alalım, diyedir. Onun için diyebilirim ki Kur’an’ı anlamadan ne psikolog olunabilir ne de sosyolog! İnsan ve toplum üzerinde çalışanların, insanı yaratan Allah’ın insan ve toplumla ilgili verdiği mutlak ve hatasız bilgilere başvurmamaları, Allah’ın toplumlarla ilgili sünnetlerini bizzat Allah’tan öğrenmemeleri nasıl doğru olabilir? Kur’an’a dayanmayan ve temel esaslarını Kur’an’dan almayan, psikolojiye de sosyolojiye de nasıl güvenilebilir?
Allah Azze ve Celle’nin madde için ortaya koyduğu yerçekimi gibi bir takım fizik kanunları olduğu gibi, toplumlar için koyduğu bir takım sosyolojik ve metafizik kanunları da vardır. Bu kanunlara göre toplumlar hakkında hükmeder, yükseltir, alçaltır veya yok eder. Bu ilahî yasaları anlayabilmek, Kur’an’ı bu gözle okumakla mümkün olabilir. Bu ilahî yasaları yani Sünnetullah’ı anlamadan toplumu, bulunduğu durumdan kurtarmak veya yükseltmek isteyenler, yerçekimi kanununu bilmeden uzaya çıkmak isteyenlere benzerler.
A’raf Suresi’nde: “Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de ancak Allah’a aittir”1 buyrulur. Yani Allah, tek yaratıcı olduğu gibi kâinata, maddeye, canlı ve cansızlara; tek kanun koyucu da yine kendisidir. Tüm mahlûkat ve tüm toplumlar O’nun koyduğu yasalara boyun eğerler, eğmek zorunda kalırlar. Bu yasaları değiştirmeleri mümkün değildir. Allah Azze ve Celle, kitabında: “Allah’ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın”2 buyurur. O halde çökertilmek istemiyorlarsa bu metafizik kanunlara göre yaşamak zorundadırlar. Bu yasalara (Sünnetullah) göre yükseltilir veya cezalandırılırlar. Bu yasaların olması, Allah’ın rahmetidir ve bu onlar için hayırlıdır. Bu yasalar olmasaydı ve bize Kur’an’da bildirilmeseydi ya da azap kuralsız bir şekilde gelseydi Allah’ın ne zaman azap edeceğini ve ümmeti çökerteceğini nereden bilecektik? Yasaların olması onlara göre davranmayı ve azaba uğramamak için önlemler almayı mümkün kılmaktadır.
Çiftçi bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek Allah’ın toprağa, suya, havaya, mevsime ve tohuma koyduğu kanunlara itaat eder. Hayvancılık yapan da öyle. Aslında tabiatta çalışan tüm meslekler ve insanlar için bu geçerlidir. Tabiata konulan kanunları bilmeyenlerin veya bilip de bu kanunlara itaat etmeyenlerin çalışmaları boşa gidecektir. Aynı şekilde ümmetin kurtuluş mücadelesini verenler, insan ve toplumla ilgili Allah’ın sünnetlerini bilmeden atacakları adımların boşa gideceğini bilmelidirler. Ne yapacağımızı bilmemiz Sünnetullah’ı bilmemize bağlıdır. Bu ilahî yasaları bilmeyenler, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar başarı için yalnız iyi niyetleri kâfi gelmeyecektir. Toplumsal değişimin yasalarını bilmeyenler, bu yasaları bilenlerin elinde oyuncak olacaklardır. İkbal:
“Bir millet ki Kur’an’a sahip olsun; sonra isteksiz, zevksiz, gayretsiz olsun,
Hayret, yine hayret, yine hayret ona olsun” demişti. Ben de buna benzer şekilde derim ki;
Bir millet ki Kur’an’a sahip olsun, sonra toplumlara uygulanan ilahî yasaları bilmesin, geçmiş ümmetlerin başına gelen onların da başına gelsin.
Hayret, yine hayret, yine hayret ona olsun.
Bir millet ki Kur’an’a sahip olsun; sonra kurtuluşun reçetesini ve yasalarını bilmesin, yanlış çözüm yollarının peşine düşsün,
Hayret, yine hayret, yine hayret ona olsun. Hem de yazıklar olsun!
Bu medeniyet insanlığa zarar vermiş, değerleri öldürmüş, zulmetmiş, sömürmüş ve yok etmiştir. İnsanlık bu medeniyet ile uçuruma gitmektedir. Her gün sorunlar daha da büyümektedir. Durum acildir. Hem kendi kurtuluşumuz için hem de tüm insanlığın batı medeniyetinden kurtulması için toplumların çöküşü ve yeniden dirilişi ile ilgili ilahî yasaları, Allah (c.c.)’ın tüm toplumlara uyguladığı sünnetlerini bilmek zorundayız.
Bir insanın gençlik çağında hastalık veya kaza ile ya da bir saldırı sonucu ölmesi mümkün olduğu gibi, bir devletin de en güçlü zamanında bunlara benzer bir sebeple yıkılması mümkündür. Ama genellikle toplumlar, kanserli hastanın ölmesi gibi yavaş yavaş ölürler. Trafik kazası gibi birden ve sağlıklı iken değil. Aslında insanların çoğu da böyledir. Kaza ya da bir saldırı gibi dış müdahale ile ölenler azdır, ekseriyetle hastalık ve yaşlılık sebebi ile ölürler. İnsanın hastalanmaması mümkün, ama çok zor iken, yaşlanmaması ise mümkün değildir. Ama toplum böyle değildir, gerekli önlemler alınırsa hastalanmayabilir ve yaşlanmayabilir. İbni Haldun devletler için: “Devletlerin ömrü üç batnı geçmez: Kurucular, devam ettiriciler ve taklit ediciler. Sonra yıkıcılar gelir ve devlet yıkılır”3 demişti. Bunun açıklamasını sonraya bırakıp şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki İbni Haldun’un devletler için yaptığı bu analiz genel için doğru olsa da toplumlar ve devletler ile ilgili ilahî yasaları bilen ilim ve feraset sahibi bilge idareciler, aldıkları önlemler ve takip ettikleri siyasetle toplumun birinci kuşağını sürekli devam ettirebilirler. Bunu her zaman başaramasalar da hiç olmazsa ikinci kuşakta durdurup üçüncü kuşağa geçmesini engelleyebilirler. Çünkü üçüncü kuşak gelirse dördüncü kuşak olan yıkıcıların gelmesi kaçınılmazdır ve bu gidiş durdurulamaz. Yani insanlar tarafından durdurulamaz. Bir lider veya bir âlim ya da bir hareket tarafından durdurulamaz. Çünkü bu aşamaya gelen bir toplum, iç dinamizmini kaybeder ve kendini kurtaracak fikirler ve hareketler doğuramaz. Çünkü böyle toplumlarda gerçek düşünür ve aydınlar ya hiç yetişmez ya da yeterince yetişmez. Olsa olsa sözde düşünür ve taklitçi aydınlar yetişebilir. Bir devlet için doğru olan bu analiz, bir ümmet için de doğrudur.
Ümmetin başındaki halifenin belki de en önemli görevi ümmetin üçüncü döneme girmesini engellemektir. Çünkü bu Sünnetullah bütün dünya toplumları için geçerlidir ve biz bilmiyoruz diye tüm toplumlar için geçerli olan bu yasalar yok olacak değildir. Onun için üçüncü kuşaktan sonra dördüncü kuşağın gelmesi ancak dışarıdan bir müdahale ile engellenebilir. Bu müdahale Allah’ın hikmetli ve kudretli eli ile olabilir. I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi… I. Dünya savaşındaki mağlubiyetimizin hikmetleri (sebepleri değil) üzerinde durmayı başka bir yazıya bırakarak şimdilik şunu ifade etmek istiyorum:
I. Dünya savaşını plânlayan ve Osmanlı’yı parçalamayı hedefleyenler, bununla ümmeti bitirmeyi ve yok etmeyi plânlamış olsalar da Allah’ın da bir plânı vardı ve onlara bu plânı yürürlüğe koyma ve Osmanlı’ya saldırma imkânı veren Allah, bu saldırı ile cihan devletinin yıkılmasına ve ölmesine izin vermiş; ama ümmeti ölmekten kurtarmıştır. Batı dünyası, bu saldırıyı yapmasaydı ümmet ölecekti. Bu saldırı, ümmete büyük bir tokat olmuş, onu komaya düşürmüş ve çökertmiş olsa da ölmekten kurtarmıştır. Çünkü ümmetimiz batı teknolojisi karşısında şok olmuş, Batı’ya hayranlık duymaya ve taklitçiliğe başlamış, onların yalnız teknolojilerini değil, âdetlerini, kılık kıyafetlerini, kültür ve sanatlarını, ahlâkî ve insanî değer ölçülerini, kanunlarını ve hatta siyasî nizam ve ideolojilerini yani inançlarını da almaya başlamıştı. Teknoloji ve maddî gelişmeyi medeniyet ile karıştırmaya başlamış, madden gelişmiş olsalar da Batı’nın şirk içinde ve ahlâken büyük bir çöküntü içinde olduklarını, insanî ve ahlâkî değerlerinin yanlışlığını, dünyayı uçuruma doğru götürdüklerini göremez hale gelmişti. Bunu göremedikleri gibi Batı’nın teknolojisinin aslında Müslümanların eseri olduğunu, bu teknolojinin temelleri olan matematik, fizik, kimya, tıp ve astronomi gibi ilimleri batılıların Müslümanlardan aldıklarını da unutmuşlardı. Bu durumda olan İslam Ümmeti hızla ölüme doğru gidiyordu ki ilahî kudret olaya müdahale etti ve bizi batılıların eli ile tokatladı. Başka türlü, teknoloji ve bilim ile medeniyetin farkını anlayamayacak, onların gerçek yüzlerini göremeyecek ve taklitçilikten kurtulup kendimize gelemeyecektik.
Batı bizi kendi halimize bıraksa ve saldırmasaydı belki Osmanlı yıkılmayacaktı; ama Osmanlı olmaktan da çıkacaktı. Yıkılmayacak, ama ölecekti. Müslümanlar, kimliklerini kaybedecekti. Allah (c.c.), buna müsaade etmedi. Çünkü bu ümmet, o büyük Peygamber’in ümmetidir ve son ümmettir. Başka bir ümmet gelmeyecektir. Çünkü başka peygamber gelmeyecektir ve ümmetleri ancak Resuller meydana getirebilirler. Âyette: “Her ümmet için bir Resul vardır”4 buyruluyor. Bu ümmetin yaptığı bunca ölümcül hatalara rağmen tamamen değiştirilmesine, içinin boşaltılmasına, yani ölmesine veya öldürülmesine izin verilmemişse bir sebebi de budur. Çünkü son ümmettir ve kıyamete kadar görevlidir. Öldürülmüş veya ölmüş olsaydı bugün yeniden dirilişimiz mümkün olmayacaktı.
Öldüremediler, çünkü Kur’an’ı yok edemediler. Bir müddet, Kur’an’ı terk etmemizi başardılarsa da onu tamamen kaldıramadılar ve dalları kurumuş ve kırılmış, gövdesi yaralanmış, ama kökleri sağlam bir ağaç gibi olan Kur’an, yeniden filiz verdi. Gelecek sayıda çöküşümüzün sebepleri üzerinde durmak dileğiyle... Allah’a Emanet Olun.
1. Araf, 54
2. Fatır, 43
3. İbni Haldun, Mukaddime Syf: 346, 431
4. Yunus, 47