Hamd; insanlığa önder olacak bir ümmet meydana getiren Allah Azze ve Celle’ye, Salat-u Selam; dünyaya örnek olacak ve insanlara hayır getirecek büyük bir ümmet meydana getirebilmek için gece gündüz mücadele eden Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise; yeniden ümmet olabilme ve insanlık âlemini uçuruma gitmekten kurtarma mücadelesi veren tüm kardeşlerime olsun.
Allah Azze ve Celle, yeryüzünde ırka dayalı bir ulus devleti veya ırka dayalı bir medeniyet meydana getirmeyi değil inanca dayalı bir ümmet ve inanca dayalı bir medeniyet meydana getirmeyi istemiştir. Çünkü Allah katında ırkın hiçbir değeri yoktur. Bunun için peygamberler göndermiş ve onların vesilesiyle ümmetler meydana getirmiştir. Ümmet, ‘imam’ kelimesiyle aynı kökten gelir ve ‘yeryüzünün imamları olan topluluk’ demektir. Bir kişi lider olarak görevlendirildiğinde ona imam denmekte, görevlendirilen bir topluluk olduğunda ise onlara ümmet denmektedir. Ümmet, yeryüzünde Azze ve Celle’nin hâkimiyetini sağlamakla, farzları yerleştirmekle, haramlarla mücadele etmekle, zulme son vermekle ve adaleti sağlamakla görevli kıldığı topluluğun adıdır.
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de diğer peygamberler gibi bir ümmet kurmakla görevlendirilmiş ve istenilen ümmeti meydana getirmişti. Ümmetimiz güçlü olduğu dönemlerde imana, ibadete, ahlaka ve cihada önem veriyordu. Onun için güçlü idi. Bu ümmet yaklaşık bin sene kadar önem vermesi gerekenlere önem vermiş, kendisine verilen görevi güzel bir şekilde yerine getirmiş ancak daha sonra kendinden önceki diğer ümmetler gibi yavaş yavaş görevini unutmaya, tembelleşmeye ve dünyaya dalmaya başlamıştı. Ümmetimiz yüzünü Allah’a ve ahirete değil dünyaya çevirince, ölümden korkup cihadı terk edince o zaman zayıflamaya başladı.1
Allah Azze ve Celle bizden evvel de nice ümmetlere vazife verdi fakat görevlerini yerine getirmeyince onlardan o görevi geri aldı. Bir ümmet görevini yerine getirmediği zaman Allah Azze ve Celle, onlardan şerefli Tevhid sancağını alır ve o ümmeti parçalar. Aynı hatayı bu ümmet de yaptı ve parçalandı. Bu sünnetullahtır ve sünnetullah değişmez. Ümmet olmanın zorluklarını görünce yavaş yavaş ulus devleti olmaya doğru gidildi. Çünkü ümmet olmak tüm dünyadan sorumlu olmak demektir ve zor bir vazifedir. Bu zorluktan kaçanlar ahireti unutup dünyaya daldılar ve ulus devleti olmayı tercih ettiler.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bir ümmet meydana getirebilmesi büyük mücadelelerin sonunda gerçekleşmiş, bu mücadele esnasında Allah Azze ve Celle tarafından sürekli mücadele azmi ve ümit verilmiştir.
PEYGAMBER’E VERİLEN MÜJDELER
Allah Azze ve Celle, Mekke’nin en zor günlerinde Peygamberimize moral vermiş ve Kevser Suresinde: “Şüphesiz biz sana kevseri verdik”2 buyurmuştu. Kevser, ‘hayr-ı kesîr’ yani ‘birçok hayır’ demektir. Sadece cennette verilecek olan havz-ı kevser manasında değildir. Peygamberimize verilen ümmet de bir kevserdir. Aynı zamanda bu dünyada O’nun neslinden âlimlerin ve evliyanın gelmesi de Allah Rasulü’ne verilen kevserdendir. Yani Allah-u Teala Peygamberimize “Sen müşriklerin laflarına bakma. Bu zor günler geçecek ve Allah sana büyük bir ümmet verecektir. Senin neslin devam edecek, sana buğz edenler ise ebter olacak ve sonları olmayacaktır” buyurarak geleceğe dair bir müjde vermiş ve bu gerçekleşmiştir.
Duha Suresinde: “Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı. Muhakkak ki işin sonu (gelecek günler) senin için işin başından (ilk zamanlarından) daha hayırlı olacaktır. Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen razı olacaksın”3 buyrularak Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelecek günlerin içinde bulunduğu günlerden daha hayırlı olacağı ve İslam’ın geleceğinin parlak olacağı bildirilmiş ve bu da gerçekleşmiştir. Bu ayetlerin gelişinden sonra Peygamberimizin ve Müslümanların durumu her gün daha iyiye gitmiştir. Allah Azze ve Celle, Peygamberimize verdikçe vermiş, Medine’de İslam devleti kurulmuş, birçok zafer kazanılmış ve fetihler gerçekleşmiştir.
Allah Azze ve Celle başka bir ayette: “Müşrikler istemese de dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur”4 buyuruyor. O halde dinin gönderiliş hedeflerinden birisi de onu bütün dinler üzerine hâkim kılmaktır. Yani İslam zaman içerisinde bütün dinlere galip gelecektir.
Bu ayetler bugün zayıf durumda olan Müslümanlara moral vermekte ve ileride İslam’ın yeniden hâkim olacağı günlerin müjdesini vermektedir.
ÜMMET-İ MUHAMMED’E VERİLEN MÜJDELER
Nasıl ki Allah, ümmetimizin geleceğine dair Efendimiz’e müjdeli haberler veriyorduysa aynı şekilde Rabbinin ahlakıyla ahlaklanan Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Allah’tan aldığı geleceğe dair bilgilerle ümmetine haberler vererek onları müjdelemek istiyordu.
Müslümanlar Hendek Savaşı öncesinde büyük bir zorluk içerisinde hendek kazıyorken büyük bir kayaya rastladılar. O kayayı kırmak zorundaydılar fakat kıramıyorlardı. Öyle ki baltalar bile kırılıyor, kaya kırılmıyordu. Peygamberimize gelip bu durumu haber verdiler: “Ya Rasulallah! Önümüze büyük bir kaya çıktı, kıramıyoruz” dediler. Allah Rasulü sahabenin kıramadığı o kayayı kırmak için balyozu eline aldı, kuvvetli bir şekilde kayaya vurdu ve etrafı aydınlatacak kadar büyük bir kıvılcım (ışık) çıktı. Allah Rasulü: “Allah-u Ekber” dedi ve bir kez daha vurdu. Aynı şekilde bir kıvılcım daha çıktı. Yine “Allah-u Ekber” dedi. Sonra bir kez daha vurdu ve Efendimiz yeniden “Allah-u Ekber” dedi. Sonra ashabına dönüp: “O kıvılcımların içerisinde neyi gördüm biliyor musunuz?” diye sordu. Ashabı: “Allah ve Rasulü daha iyi bilir” dediler. Allah Rasulü: “Birinci kıvılcımda İran’ın saraylarını gördüm, Rabbim bana İran’ın saraylarını verdi. İkinci kıvılcımda Bizans’ın saraylarını gördüm, Rabbim bana Bizans’ı da verdi. Üçüncü kıvılcımda Rabbim bana Yemen’in saraylarını gösterdi, Yemen’i de bana verecek”5 buyurdu. Rasulullah’a vaad edilen müjdelerin hepsi gerçekleşti. İran, Bizans, Yemen, Habeşistan fethedildi. Hatta Allah Rasulü daha hayattayken birkaç sene içerisinde Türkiye’nin 3-4 katı büyüklüğünde olan Arabistan Yarımadasının tamamı fethedildi.
Efendimiz: “Bizans ve Roma fethedilecektir” buyurdu. “Önce hangisi ya Rasulallah?” diye sorulunca: “Önce Herakliyus’un şehri Konstantiniyye (İstanbul) fethedilecektir” buyurdu. Efendimizden yaklaşık sekiz asır sonra bu gaybî müjde yani İstanbul’un fethi gerçekleşti. Daha sonra Viyana sınırına kadar dayanıldı. Roma’nın fethi henüz gerçekleşmedi ise de kesinlikle o da gerçekleşecektir. Roma, Hristiyanlığın en büyük mezhebi olan Katolikliğin merkezidir ve Vatikan Roma’dadır. Hadis yalnızca Roma’nın fethedileceğini değil aynı zamanda İslam’ın Hristiyanlığa tamamen galip geleceğini de haber vermiş olmaktadır.
Hz. İsa’nın yeryüzüne tekrar indirilecek olması hakkında kırktan fazla hadisin olması da ümmetin ve insanlığın geleceği için bir müjdedir. Efendimiz konuyla ilgili: “Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, yakında İsa İbn-i Meryem âdil bir hakem olarak gökten yere inecek, haçı kıracak (Hristiyanlığın hükümsüz olduğunu ilan edecek), domuzu öldürecek (domuzu helal kılmadığını, şeriatının değiştirildiğini ilan edecek), zimmîlerden cizyeyi kaldıracak (din olarak sadece İslamiyet kalacak), mal da o kadar çoğalacak ki onu kimse kabul etmeyecek.”6 buyurmaktadır. Hadis-i Şerif, kıyamete yakın Hz. İsa Aleyhisselam’ın tekrar yeryüzüne indirileceğini ve Hristiyanlığın yanlışlarını ortaya koyacağını bildirmektedir. Haçı kırarak kendisinin çarmıha gerilmediğini, bu iddianın yalan olduğunu, domuzu öldürerek de domuzu helal kılmadığını, Hristiyan din adamları tarafından dininin bozulduğunu ilan edeceğini ifade etmektedir. Ayrıca o dönemde bolluk ve bereketin olacağını, Hz. İsa’nın tekrar İslam Medeniyetini kuracağını ve ümmetimizin geleceğinin parlak olacağını haber vermektedir.
Allah Rasulü başka bir hadiste: “Ümmetimden bir topluluk, hak üzerinde galip gelmeye devam edecektir. Onlar hak üzerinde hep böyle sebat edip durdukları müddetçe ta Allah'ın emri onlara gelinceye kadar muhalif olanlar onlara zarar veremeyecektir”7 buyuruyor. Hadis-i Şerif, ümmetimizden hak yolda devam eden bir topluluğun her zaman var olacağını, doğru yolda gittikleri müddetçe Allah’ın onları daima galip getireceğini ve onlara düşman olanların onlara zarar veremeyeceğini ifade etmektedir. Bu, Allah’ın bu ümmete vadidir. O halde ümmetimiz bazen kötü dönemler geçirse de hak hiçbir zaman mağlup olmayacak ve Allah hakkı savunanları galip getirecektir.
Diğer bir hadiste de: “Bu din bütün evlere girecek. Kıldan yapılmış olan çadırlara da girecek, kerpiçten yapılmış, taştan örülmüş olan evlere de girecek. Bu dinin girmediği hiçbir ev kalmayacak”8 buyurulmuştur. Efendimizin bunu söylediği zamanda yeryüzünde sadece üç-beş Müslüman vardı ve zulüm altında acılar çekiyorlardı. Ama O, öyle bir zamanda bu müjdeyi veriyordu. Kısa bir süre sonra hadiste verilen müjdenin gerçekleşmeye başladığını tüm dünya gördü. Bugün ise dünyada İslam’ı duymamış hiçbir evin kalmadığı ortadadır. Diğer hadislerde haber verilen müjdeler gerçekleştiğinde ve Hz. İsa yeryüzüne tekrar indirildiğinde bu durum daha da kuvvetlenecektir.
Bu şekilde İslam’ın geleceğinin parlak olduğunu anlatan hadisler olduğu gibi Peygamberimizden sonra ümmetimizin bazı kötü dönemler geçireceğini ve ümmetimizin Ehl-i kitaba benzemeye başlayacağını ifade eden hadisler de vardır. Mesela bunlardan birinde Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Sizden öncekilerin yoluna adım adım, karış karış tabi olacaksınız. Hatta bir kertenkele deliğine girseler siz de gireceksiniz” buyurdu. Ashabı: “Ya Rasulallah! Yahudi ve Hıristiyanlara mı uyacağız?” diye sordular. Allah Rasulü: “Başka kim olacak?” dedi.9 Efendimiz bu hadiste Ehl-i kitabın kılık kıyafetini, kültürlerini, sanatlarını, kanunlarını ve ideolojilerini alacağımızı ve İslam’dan uzaklaşacağımızı, bunun sonucunda da tabi olarak gerileyeceğimizi haber vermektedir. Bunu haber veren Hz. Peygamber aynı zamanda mü’minler gayret göstersinler, ümitsizliğe kapılmasınlar diye bir başka hadiste de o dönemden sonrasını haber vermekte ve: “Nübüvvet, içinizde Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder. Ardından Allah onu da dilediği zaman ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat (padişahlık) olur. O da Allah’ın dilediği kadar devam eder, sonra Allah dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat (zulüm dönemi) olur; o da Allah’ın dilediği kadar devam eder ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra nübüvvet sisteminde bir hilafet olur”10 buyurmaktadır.
Efendimiz bu şekilde ümmetinin geleceğinden haberler veriyor, bu haberlerin bir kısmıyla ümmetini uyarıyor bir kısmıyla da müjdeliyordu. Gerçekten de hadiste haber verildiği gibi 1. dönem olan nübüvvet (Peygamberlik) döneminin ardından 2. dönem olan adaletli halifeler, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan dönemi geldi. Onların ardından 3. dönem olan (Muaviye’den sonra oğlu Yezid’in zorla halife yapılmasıyla) babadan oğula geçen padişahlık ve saltanat dönemi başladı ve 1920’lere kadar devam etti. Gerçekten de 1920’lerden sonra 4. dönem geldi. İslam âleminin her tarafında diktatörlükler kuruldu ve zulüm dönemi başladı. Mademki hadisteki dört devir aynen gerçekleşti o halde beşinci dönem de gelecek, Allah’ın izni ile adaletli bir hilafet kurulacak ve yeniden İslam Medeniyeti gerçekleşecektir. Dünyanın her tarafında olan İslami gelişmeler de ümmetin yeniden uyandığını göstermektedir. Şu anda 4. dönem ile 5. dönemin arasında bir yerdeyiz. O halde hem hadislerde verilen haberlere bakarak hem de özellikle İslam âlemindeki gelişmelere bakarak rahatlıkla “İstikbal İslam’ındır” diyebiliriz. Bu kötü yıllar geçecek, ümmetimiz yeniden Allah’a ve ahirete yönelecek, dünya sevgisi ve ölüm korkusunu kalbinden atıp Allah’ın kendilerine verdiği vazifeye sarılacak ve ayağa kalkacaktır. O halde ümitsizlikten kurtulmalı ve ümit içerisinde gece-gündüz mücadele edilmelidir. Geleceğe dair hadislerin maksadı da zaten budur.
BATI’NIN TÜKENEN DEĞERLERİ VE TEK ÇARENİN İSLAM OLMASI
Bilim, Müslümanlar tarafından yeryüzüne yayıldığı zamanlarda Batılılar “kadının ruhu var mıdır, yok mudur, kadın insan mıdır, hayvan mıdır?” diye tartışıyorlardı. Peygamberimiz ise “Cennet annelerin ayaklarının altındadır”11 buyuruyordu. Daha sonra bilim, Avrupa’da yayılmaya başlayınca Batılılar: “Akıl ve bilim ile kendi kendimize yön verebiliriz. Vahye ihtiyacımız yok, tanrı öldü, onu biz öldürdük” dediler, bilimi ve aklı yeni bir ilah olarak kabul etmiş oldular. Hâlbuki aklın sınırlı olduğuna ve her zaman doğruya isabet edemediğine aklın bizzat kendisi şahittir. Herkeste akıl olduğu halde insanların bir görüş üzerinde ittifak edememeleri ve birbirine zıt görüşler ortaya koymaları aklın yeterli olmadığının delilidir. Aklın doğruya isabet ettiği durumlarda da nefsin, şeytanın ve insanların etkisi altında olduğu ve insanların akla göre davranmadıkları da bir gerçektir. Akıl akıl deyip aklı putlaştıran Batı Medeniyetinin meydana getirdiği dünyada ne din ne akıl ne mal ne can ne de nesil emniyeti kalmıştır. Akla ve bilime itaat edeceğiz diyenler nefse, şeytana ve devletlere itaat etmiş ve insana yakışmayan bir medeniyet meydana getirmişlerdir.
21 yaşındaki genç, Kaliforniya’daki bir kilisede 77 yaşındaki nenesiyle nikâh kıymış ve kilise bu nikâhı kabul etmiştir. 1978’de yapılan istatistiklere göre Amerika’daki hastaların %55’i akıl hastasıdır. Dönemin Amerikan başkanı 1962’de yaptığı açıklamada askerlik çağına gelmiş olan gençlerin %85’inin zührevi hastalığının olduğunu, o yüzden askerliğe elverişli olmadıklarını söylemiştir. Avrupa’da ve Amerika’da yapılan araştırmalara göre insanların %80’inin herhangi bir amacının olmadığı, %20’sinin amacının da mal mülk kazanmak, para biriktirmek olduğu ortaya çıkmıştır.
Öyle bir medeniyet meydana getirildi ki insanlığın geleceği karardı, kimsenin huzuru kalmadı. İçki, kumar, faiz, zina, cinayet, terör, intihar, uyuşturucu, LGBTİ, boşanmalar… arttı. Böyle bir toplum ayakta kalabilir mi? Böyle insanlar uçağa biniyorlar, uzaya gidiyorlar diye medeni kabul edilebilirler mi? Bir memleketin insanları anasını, babasını sokağa atıyorsa, gençliğin %80’i, %90’ı serserice yaşıyorsa, uyuşturucu kullanıyorsa, ahlaksızlıkların sonucunda AİDS gibi hastalıklar yayılıyorsa o memleket nasıl medeni sayılabilir?
Tüm bunlara bakıldığında Batı’nın değerlerinin tükendiği görülmektedir. Dolayısıyla bugün Batı’nın insanlığa teknolojiden başka vaat edeceği hiçbir şeyi kalmamıştır. Teknolojinin ise insanı adam edemediği ve insana huzur veremediği anlaşılmıştır. Batı Medeniyetinin çöktüğünü onların kendi aydınları da itiraf etmekte ve: “Batılı insanın onlara hâkim olacak, onlara yön verecek, onların arzu ve isteklerini, şehvetlerini sınırlayacak olan bir imana ihtiyaçları var” demektedirler. Dolayısıyla bu ümmet ayağa kalkmalı ve insanlık âlemine acilen Tevhid akidesini sunmalıdır. “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı” demeli ve insanları imana, ibadete, ahlaka ve Allah’ın kanunlarına davet etmelidirler. Ümmetin geleceğinin insanlığın da geleceği olduğunu bilerek üzerlerindeki ölü toprağını atmak zorundadırlar. Batı teknolojisi karşısında geçirdikleri “şok” döneminden kurtulmalı, İslam’ı “savunma” dönemini de bırakmalı ve İslam dışı tüm medeniyetleri “reddetme ve öze dönüş” dönemine geçmelidirler.
Bugün ümmetimizi yatağa düşüren sebepleri keşfetmek zorundayız. İslam düşmanları başka şeyleri sebep göstererek bize zaman kaybettirmek isteseler de Peygamberimiz bize asıl sebebi söylemektedir: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.” Ashaptan birisi: “O gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak bu?” dedi. Rasulullah: “Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak” buyurdu. Yine ashaptan başka biri: “Vehn nedir Ya Rasulallah?” diye sorunca Efendimiz: “Vehn, dünya sevgisi ve ölüm korkusudur” buyurdu.12
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, gerileyişimizin asıl sebebini dünya sevgisi ve ölüm korkusu olarak açıklıyor ama İslam düşmanları önümüze başka sebepler sunuyorlar. Dava adamı yetişmesin diye Müslümanları başka taraflara sevk etmek istiyorlar. “Siz bilimde geri kaldınız, bilime ağırlık verin” diyorlar. Bizi o taraflara sevk ediyorlar. Çünkü çok iyi biliyorlar ki matematikle, fizikle inkılaplar yapılamaz, kitleler değiştirilemez ve Müslümanlar uyandırılamaz. İslam hâkim olana kadar yapılması gereken, bilim adamı yetiştirmek değil; Tevhidi anlamış, dünya sevgisini ve ölüm korkusunu kalbinden atmış, dava adamları yetiştirmektir.
İslam düşmanları hedefimizden saptırmak için bizi sadece insani yardımla uğraşan kuruluşlara dönüştürmek istiyorlar. Bazen de “Modern yorumlar yaparak dini bugüne uydurmalısınız” diyorlar. Yani ümmetimizin tekrar gücüne kavuşabilmesi için dinimizi değiştirmeyi bize tavsiye ediyorlar. Hâlbuki biz gerçek İslam’la asırlar boyunca dünya devleti olduk. İslam’dan sapıp Batıyı taklit etmeye başladığımızda ise geriledik.
Hz. Peygamber, o gün İslam Medeniyetini hangi insan modeliyle kurduysa bugün de bizler aynı eğitim metodunu izleyerek öyle insanlar meydana getirmek zorundayız. Bugünkü nesillerimizi nebevi bir eğitim programıyla yetiştirmeden yalnızca bilim adamları yetiştirerek İslam Medeniyetini kurmak mümkün değildir.
Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına bir taraftan İslam’ı öğretirken diğer taraftan onları başka kültürlerden muhafaza ediyordu. Peygamberimiz hiçbir medeniyetin parçası olmadı. Başka medeniyetlerin içerisinde yer almaya da çalışmadı. Yeni bir medeniyet meydana getirdi. Bize düşen vazife de budur. Yani kendi medeniyetimizi kurmak zorundayız. Bugün ümmetin kurtuluşunu isteyenler önce nesillerini başka kültürlerden korumak sonra da safi bir İslami hareket meydana getirmek zorundadırlar. Safi bir hareket meydana getirilmezse safi bir İslam Medeniyeti de kurulamaz.
Yeniden kendi medeniyetini kurmak isteyenler elbette ki birtakım engellerle karşılaşacaklardır. İslam’ın geleceğinin parlak olduğunu görenler kendi saltanatlarını devam ettirebilmek için İslam’ı içi boşaltılmış bir İslam haline getirmek yani ılımlı İslam’a çevirmek istemektedirler. Ilımlı İslam, dini ibadet ve ahlaktan ibaret zanneden, emperyalizme karşı mücadele etmeyen bir din anlayışıdır. İslam’ı ve Müslümanları bu hale getirmeye çalışıyorlar. İslam düşmanları bir taraftan Müslümanların ekseriyetini ılımlı hale getirmeye çalışırken bir taraftan da radikal İslam’ı destekliyorlar. Her ikisi de onların işine geliyor. Dengeli, cesur, taviz vermeyen ama saldırganlık da yapmayan Rabbani Müslümanları ise istemezler. Onun için Müslümanların bir kısmını ılımlı tarafa, bir kısmını radikal tarafa yönlendiriyorlar. Bir kısmını bilimsel faaliyetlere, kültürel faaliyetlere veya insani yardımlara yönlendiriyorlar. Bir kısmını ise cemaat karşıtı yapıyorlar. Tüm bunları, kitlesel bir İslami hareketin başladığı zaman artık durdurulamayacağını bildikleri için yapıyorlar.
İslam düşmanları şu anda korkuyu yaşıyor, biz ise İslam âlemi olarak ümidi yaşıyoruz. İslam’ın geleceğinin parlak olacağına dair Kur’an ve hadislerde açık bilgiler var. Dünyadaki gelişmeler de bunu göstermektedir. Ümmetimizin geleceği parlaktır ama bunun bir an evvel gerçekleşebilmesi Müslümanların Peygamberi eğitim metodunu ve Peygamberi hareket metodunu izlemeleri, kurulan tuzakların farkına varmaları ve istikametten sapmamalarıyla mümkündür.
Allah Azze ve Celle bizlere Müslümanların geleceğinin insanlığın da geleceği olduğunu anlamayı ve ona göre çalışmayı nasip eylesin.
- Konuyla ilgili daha detaylı bilgi için dergimizin 17. ve 28. sayıları arasındaki ‘Ümmetimizin Çöküşü ve Çöküşümüzün Sebepleri’ başlıklı başyazı serisine bakılabilir.
- Kevser, 1
- Duha, 5
- Tevbe, 33
- İbn-i Sad
- Buhari, Müslim
- Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace
- Ahmed b. Hanbel, Taberani
- İbn Mace
- Ahmed b. Hanbel
- İmam Kuzai, Müsned eş-Şihab, c.1, s. 189
- Ebu Davud, Melahim, 1