Başyazı

Vahyin Hedeflediği Nesil -2

Paylaş:

 

Hamd, kullarını vahiyle terbiye eden Allah’a; salât-u selam, sahabe neslini Kur’an ile eğiten Ra­sulullah’a, selam ise yeryüzünde Kur’an’ı hâkim kılan Ashab-ı Kiram’a ve Kur’an’ı yeniden hâkim kılabilmek için mücadele eden tüm kardeşlerimin üzerine olsun.

KUR’AN TOPLUMUNDA BULUNMASI GEREKEN VASIFLAR

1.ULÛHİYETTE VE RUBUBİYETTE ALLAH’A ORTAK KOŞMAMAK

Kur’an toplumu, birtakım hasletlerin yerleşti­rildiği bir toplumdur. Bunları sıralayacak olursak; bir toplumun Kur’an toplumu olabilmesi için o toplumda Ulûhiyette ve Rububiyette Allah’a ortak koşulmaması icap eder. Örneğin; dua etmek gibi, ibadet hükmüne geçebilecek olan birtakım mese­lelerde Allah’a ortak koşulmaması Kur’an toplu­munun en büyük özelliğidir. Kur’an toplumu hem ibadetle ilgili meselelerde hem de Allah’ın Rab ve kanun koyucu olması gibi birtakım sıfatlarında Allah’a ortak koşulmayan bir toplumdur. Allah’ın sıfatlarını hiç kimseye veremeyiz. Allah Azze ve Celle’nin kanun koyma sıfatı vardır. Bununla il­gili olarak Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde buyrulur: “Allah hükmedenlerin en iyi hükmedeni (hükmü en iyi olan) değil midir?”1 Hükmeden bir Allah’a inanmayan, Allah’a inanılması gerektiği gibi inanmamıştır. Ulûhiyette ve Rububiyette Allah’a hiçbir şekilde ortak koşmamak için nasıl ki na­mazda sadece Allah’a itaat edip, O’na kulluk yapı­yorsak hayatımızın bütün alanlarında da sadece O’na kulluk yapıp, esaslarımızı (bağlı kalacağımız hayat düsturlarımızı) sadece O’ndan almalıyız.

Peygamberimiz’in dönemindeki cahiliye in­sanı Allah’ı kabul ediyordu. Onların cahiliye in­sanı ve kâfir olmaları Allah’ı inkâr etmelerinden dolayı değildi. Onlar Allah’ı kabul ediyor, çocuk­larına “Abdullah” ismini veriyor, Kâbe’ye de “Bey­tullah” diyorlardı. Putperestler bu şekilde Allah’ı kabul ettiklerini ifade ediyorlardı. Onlar Kâbe’yi tavaf ediyor, orada hac yapıyorlardı. Demek ki onların Allah’ın varlığı ile ilgili bir sorunları yok­tu. Allah’ın varlığını inkâr etmiyor fakat birta­kım putlar ediniyorlardı. Allah katında kıymetli olan birtakım varlıkların ruhlarının bu putların içinde olduğuna inanıyorlar ve isteyeceklerini o ruhlardan istiyorlardı. Bu şekilde Allah’ın, dua­larını daha çabuk kabul edeceğine inanıyorlardı. Onların bir kısmı, putlarda birtakım güçlerin ol­duğuna, Allah’ın onlara güç ve kuvvet verdiğine inanıyordu. Onların ezeli olduğuna, varlıklarının vacip olduğuna inanmıyor, mümkün olduğuna inanıyorlardı.2 Hiçbir müşrik hiçbir zaman ilimde Allah’a ortak koşmamıştır.

Bazı insanlar ise putları, Allah’a yaklaşmak için birer vesile olarak görüyordu. Kur’an’da: “Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz”3 buyrulmaktadır. Putlar­dan istedikleri ve onlara kulluk yaptıkları zaman dualarının daha çabuk kabul olacağına ve Allah’a daha fazla yaklaşabileceklerine iman ediyorlardı. Onlar Ulûhiyette şirk içinde oldukları gibi Rubu­biyette de şirk içerisindeydiler. Allah’ın sıfatını, yetkisini ve hakkını insanlara veriyorlardı.

Her Meselede Allah’ın Dediğin Olması

Onlar hayata karışmayan, yetkisiz bir Allah’a inanıyordu. Yaratan, rızık veren, kâinatı idare eden, yağmuru yağdıran, güneşi doğuran-batıran bir Allah’ı kabul ediyor ama Allah’ın onların haya­tına karışmasını kabul etmiyorlardı. Allah Azze ve Celle, insanların parayı nasıl kazanıp harcaya­cağına da neyi yiyip yemeyeceğine de insanların nasıl giyinip giyinmeyeceğine de karışır. Allah, insanların hayatına karışan ve karışma yetkisine sahip olan bir Allah olduğu halde onlar Allah’ı ha­yatlarına karıştırmak istemiyorlardı. Bu sebeple gündelik hayatlarında Allah’ın hiçbir tesiri yoktu.

Bugün hayatımızda Allah ne kadar hâkimdir? “Rabbimiz Allah’tır” dediğimiz halde parayı Al­lah’ın dediği gibi mi kazanıp harcıyoruz? Yiyip içtiklerimizde Allah’ın dediği gibi mi davranıyo­ruz? Kur’an toplumunda sadece namaz, oruç gibi ibadetlerde değil; alışverişten savaşa ve barışla ilgili kanunlara, yeme-içmeye varana kadar her şeye Allah karışır. Kur’an toplumu her meselede Allah’ın dediğinin olduğu bir toplumdur.

Furkan Suresi’nde şöyle buyrulur: “Peygam­ber dedi ki: Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş (bir kitap) olarak bırak­tılar.”4 Kur’an’ı mehcur bırakmak Kur’an’ı toptan ya da kısmen terk ederek olur. Kur’an’ı toptan terk etmeyi kâfirler yapar. Kısmen terk etmeyi de bi­zim Müslüman’ımız yapıyor. İşine geldiği mese­lelerde Kur’an’a uyuyor işine gelmediği mesele­lerde ise Kur’an’dan uzaklaşıyor. Böylece Kur’an-ı Kerim kısmi olarak mehcur bırakılıyor.

2.OKUMAK VE TEVHİDİ ANLAMAK

·         Allah’ın istediği insan, düşünen ve okuyan bir insandır.

İlk gelen vahyin “oku” diye başlaması Allah’ın nasıl bir insan modeli istediğini gösteriyor. Allah’ın istediği insan modeli öncelikle düşünen ve okuyan bir insandır. Hazreti Peygamber Sallallahu Aley­hi ve Sellem’e vahiy gelmeden önce Hira Dağı’nda Allah’ı zikrediyor ve ibadet ediyordu. Toplumun gidişatından memnun değildi ama doğrusunun ne olduğunu da bilemiyordu. Allah Azze ve Celle Peygamber olarak hakikati arayan, toplumun gidi­şatından rahatsız olan, ibadet eden bir insanı seçti. İlk ayetle şu denilmek isteniyordu: “Artık sadece iba­det etmeyeceksin aynı zamanda okuyacaksın. Ama kafana göre değil yaratan Rabbinin adıyla okuyacaksın…”

Allah’ın kitabı iki tanedir. Önce birinci kitabı olan kâinatı okuyacaksınız. Kâinata bakacaksı­nız, onu düşünüp tefekkür edeceksiniz. “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçek­ten ayetler vardır.”5

Aklı ideolojilerle kirlenmemiş temiz akıl sahipleri için kâinat bir delildir. Onlar kâinata bak­tıkları zaman hakikatleri görürler. Allah Azze ve Celle onlara görecek bir göz vermiştir. Çünkü on­lar akıllarını temiz bir şekilde muhafaza etmişler­dir. “Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) ‘Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.’”6 Onlar bakmanın ve kâinat kitabını okumanın sonucunda bu noktaya gelirler.

Allah Azze ve Celle kâinata bakan, düşünen bir insan modeli meydana getirmek istiyor. Çünkü insan, yeryüzünde Allah’ı temsil edecek. İnsanın bu görevi yerine getirebilmesi marifetullaha ve muhabbetullaha ulaşmasıyla mümkündür. Başka türlü Allah’ın istediği gibi bir insan modeli mey­dana gelmez. O yüzden insanın kâinata bakması lazım. Kâinata bakmayanlar nasıl marifetullaha ulaşacaklar? Nasıl Allah’ı tanıyacaklar? Allah’ı tanımayanlar Allah’ı nasıl sevecekler?

Allah Azze ve Celle insanı hiçbir zaman ba­şıboş bırakmadı. Dolayısıyla hiçbir şekilde ma­zeretimiz yoktur. Allah, istediği insan modelini anlatmamış olsaydı mazeretimiz olabilirdi. Fa­kat bu modeli anlattı ve istediği insan modelinin oluşması için işe kâinat kitabıyla başladı. Allah Azze ve Celle, Peygamberimizi kâinat kitabını okumaya sevk etti. Peygamberliğine yakın yıl­larda dağlara çıkıp yalnız kalmayı O’na hoş gös­terdi. Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamber, mutlaka koyun gütmüştür.”7 Çobanın vakti müsait olduğu için kâinat kitabını okuyup üzerinde kafa yorabilmektedir. Bunun sonucunda da marifetullaha ve muhabbetullaha ulaşabilmektedir. Allah böyle olmayanlara gö­rev vermeyeceği için onlara önce kâinat kitabı­nı okuma imkânı vermiştir. Allah Azze ve Celle “İkra” ayetinden bir ayet sonra tekrar “Oku, Rab­bin en büyük kerem sahibidir”8 buyuruyor.

·         Bütün Peygamberler İlk Olarak Tevhid Üzerinde Durdular.

Bütün peygamberler ilk olarak Tevhid üzerin­de durdular. Toplumlarında muvahhid insan mo­deli meydana getirmeye çalıştılar. Tevhidi anla­yan insan, Allah’ı sadece yaratan ve kâinatı idare eden bir Allah olarak değil yeryüzünü idare eden, insanların idaresi için de kanunlar gönderen bir Allah olarak görür. Allah Azze ve Celle kitabın­da kendisini bu şekilde anlattı. Yoksa peygamber göndererek o peygamberin birtakım kanunlar koymasının manası nedir? Allah Azze ve Celle kanun koyucu bir Allah olduğunu göstermektedir.

İnsanın doğumundan ölümüne hayatının her alanıyla ilgili Kur’an ya da Hz. Peygamber tarafından mutlaka kanunlar konulmuştur. Evlenmeden boşanmaya, yiyecek-içecekten hırsıza verilecek cezaya kadar kanunlar be­lirlenmiştir. Dolayısıyla insan hiçbir yönden başıboş bırakılmamıştır. Yediden yetmişe bü­tün insanlar için birtakım kanunların konul­muş olması, Allah’ın nasıl bir insan istediğini gösteriyor. Allah, kanunlara uyan ve ona göre yaşayan, başıboş varlık gibi yaşamayan bir insan istemektedir.

İbrahim bin Ethem’e bir adam der ki: “Ben Al­lah’a ibadet etmek istemiyorum. O’nun dediği gibi yaşa­mak istemiyorum. Ne dersin?” İbrahim bin Ethem dedi ki: “Olur, yalnız o zaman Allah’ın dünyasında otur­mayacaksın. Kendine Allah’a ait olmayan başka bir yer bulmalısın.” Adam dedi ki: “Başka yer yok ki…” “Bir de Allah’ın verdiği nimetlerle beslenmeyeceksin. O’nun ver­diğini yemeyecek, içmeyeceksin.” Adam dedi ki: “Ben o zaman nasıl yaşayacağım?” “Bir de Allah’ın verdiği ha­vayı teneffüs etmeyeceksin. Nefes almayacaksın.” Adam dedi ki: “Olur mu öyle şey?” “Azrail geldiği zaman de ki: Bana biraz müsaade eder misin? Allah’a karşı kulluk gö­revlerimi yapmadım. Onları yapmama izin verir misin?” Adam dedi ki: “Azrail müsaade eder mi ki?” İşte o zaman İbrahim bin Ethem dedi ki: “Mademki Allah’ın dünyasın­dan başka dünya yok. O’nun verdiği nimetlerden, hava­dan başkası yok ve mademki Azrail de beklemiyor, artık sen bilirsin. Demek ki özgür yaşaman mümkün değil...” İnsan özgür olmak istiyor. Hâlbuki özgürlük sa­dece Allah’a layıktır. Özgür olan sadece Allah’tır. O’nun dışında hiç kimse özgür değildir. “Yaratan O’dur.”9 “İstediğini yapan”10 “Yaptığından sual edilmeyen O’dur.”11

Allah Azze ve Celle kulluğunu anlamış bir in­san istiyor. Kulluğunu anlamış insan: “Yeryüzün­de benim dediğim olur. İstediğim gibi yaşarım. Ben özgürüm” demeyen; kul olduğunun farkında olan bir insandır. İnsan, kul olduğu zaman olabi­leceği kadar özgür olmuş olur. Allah’a kul olan; şeytana, nefsine karşı özgürlüğünü elde eder. Nefsine ve şeytana uymaktan kurtulur. Allah’a kul olan, insanlara karşı özgürleşir. İdeolojilerden, insanların koyduğu esaslardan kurtulur. İnsanın özgürleşebilmesi ancak bu şekilde mümkün ola­bilir. İnsan, nefsine, şeytana ve insanlara karşı öz­gür olmalı; Allah’a karşı özgürlük olamaz. İnsan Allah’ın dünyasında yaşıyor. O’nun verdiği vücu­du kullanıyor. Nasıl olur da özgür olabilir?

3.BÜTÜN ESASLARI ALLAH VE RASULÜ’NDEN ALMAK

Kur’an toplumu bütün meselelerde Kur’an’a göre yaşayan bir toplumdur. Kur’an toplumu hiç­bir esasını kâfirlerden almaz. Hiçbir kanununu Avrupa’dan almaz. Bütün esaslarını Allah ve Ra­sulü’nden alır. Allah’ın esaslarının yerine başka esaslar koymaya kalkışanlarla da mücadele eder. “Ey iman edenler, Allah’ın Rasulü’nün huzurun­da öne geçmeyin”12 Ayette geçen “la tukaddimu” ifadesi hem kendinizi Allah’ın ve Rasulü’nün önü­ne geçirmeyin hem de başkalarının Allah’ın ve Rasulü’nün önüne geçmesine izin vermeyin, de­mektir. Biz Allah’ın ve Rasulü’nün önüne geçme­yebiliriz. Her meselede “O ne demişse öyle olsun” diyebiliriz. Ama başkaları Allah ve Rasulü’nün önüne geçmeye kalkabilir. Kur’an toplumu olmak istiyorsanız hiç kimsenin Allah ve Rasulü’nün önüne geçmesine izin veremezsiniz.

Kur’an toplumu “Allah’ın dünyasında benim dediğim olur” diyenlere karşılık “Hayır! Senin de­diğin değil Allah’ın dediği olur” diyen toplumdur. Kur’an toplumunu meydana getirmek isteyenler bunu engellemek isteyenlere karşı mücadele ver­mek zorundadır.

4.KUR’AN’IN DIŞINDAKİ ESASLARI REDDETMEK

Kur’an toplumu Kur’an’ın esaslarını alıp kabul eden başka esasları da reddeden bir toplumdur. Kur’an’a göre ırkın bir değeri var mıdır? Türk, Kürt ya da Arap olmak Allah katında kıymetli mi­dir? Kur’an’da buyruluyor ki: “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve ‘birbirinizi ta­nımanız ve tanışmanız’ için sizi halklar ve kabileler (şek­linde) kıldık…” Ayetin devamında ise Allah katında kimin kıymetli olduğu ifade ediliyor: “Şüphesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır.”13

Ne Türk’ün Kürt’e ne de Kürt’ün Türk’e bir üs­tünlüğü vardır. Peygamberimiz: “Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, si­yahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur...”14 buyurmaktadır. Kur’an bunu söylediği zaman Arap toplumunda ırkçılık vardı, herkes Arapları diğerlerinden üstün görüyordu. Peygamberimi­zin aşireti Mekkeliler, kendilerini diğerlerinden de üstün görüyordu. Kâbe’yi sadece onlar elbise­leriyle tavaf edebiliyorlar, başkalarının Kâbe’yi elbiseleriyle tavaf etmelerine izin vermiyorlardı. Kur’an bu kadar aşiretçi olan bir topluma geldi. İslam onların putperest inançlarını da ırkçılığını da reddetti. “Üstünlük ancak takva iledir” buyu­rarak ırkçılığın hiçbir kıymetinin olmadığını or­taya koydu.

Efendimiz “İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler. Hiçbirinin diğeri üzerinde üstünlüğü yoktur; ancak Allah’tan sakınan hariç”15 buyur­du. Eğer bir memleketin insanları birbirleriyle bir tarağın dişleri gibi eşit değillerse, birilerine verilen haklar diğerlerine verilmiyorsa o toplum Kur’an toplumu değildir. Bir memlekette Allah’ın dediği olmuyor da başkalarının dediği oluyorsa, kriterler Kur’an’dan alınmıyor da Avrupa Birli­ği’nden alınıyorsa o toplum Kur’an toplumu ol­maktan çıkmış demektir.

Bir gün Ebu Zer Gıfari, Bilâl-i Habeşi’ye: “Ey siyah kadının oğlu!” dedi. Bu laf Hz. Bilâl’in ağı­rına gitti. Peygamber Efendimiz’e şikâyet etti. Ebu Zer ilk Müslümanlardan ve Peygamberimiz’in ilk talebelerindendi. Bir anlık gaflete düştüğü için ağzından böyle bir laf çıkmıştı. Efendimiz Ebu Zer’i çağırdı ve ona dedi ki: “Ya Eba Zer! Ölçü taş­tı, sözünü geri al. Siyah kadının oğlunun beyaz kadının oğluna bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” Ebu Zer hatasını anladı. Allah Rasulü bunu söylediği zaman o toplumda herkes kendini bir diğerinden üstün görüyordu. Böyle bir toplumda bunları yerleştirdi. Hz. Peygam­ber her alanda inkılaplar gerçekleştirerek Kur’an toplumunu meydana getirebildi. Bütün alanlarda devrimler gerçekleştirmeden Kur’an toplumunu meydana getiremezsiniz. İki, üç alanda Kur’an’a uymakla Kur’an toplumu meydana gelmez.

5.ADALETİ HÂKİM KILMAK

Kur’an toplumunda insanların arasında eşitlik gerçekleşir ve adalet sağlanır. Adaletin gerçek­leşmesi Kur’an toplumunun özelliklerindendir. Kur’an toplumunda devlet başkanıyla normal bir vatandaş aynı haklara sahiptir. Devlet başkanının “ben devlet başkanıyım” deme hakkı yoktur ve yaptıklarından o da hesap verir. Bugün dünyada böyle bir toplum görebilir misiniz? Devlet baş­kanına ne kadar hesap sorulabilir? Hangi hâkim, devlet başkanına hesap sorabiliyor? Devlet baş­kanlarına değil alt düzeyde olanlara bile hesap sorulamıyor. Her tarafta üstünlüklerini ortaya koymaya çalışıyorlar.

Hz. Ömer’in Adaleti

Hz. Ömer’in döneminde yaşanmış birçok vaka vardır. Hz. Ömer Radıyallahu Anh bir gün hutbe­de konuşuyordu. “Dinleyin ve itaat edin” dedi. Saha­beden birisi kalktı ve “ne dinleriz ne de itaat ederiz!” dedi. Hz. Ömer “neden?” dedi. “Ben halifeyim. Sen benimle nasıl konuşuyorsun?” demedi. Bugün değil Cumhurbaşkanı ve Başbakan, belediye başkan­larıyla bile böyle konuşamazsınız. Hz. Ömer: “Ne hatamı gördünüz?” diye sorunca sahabi dedi ki: “Savaşın sonunda ganimetler dağıtılırken sana da bana da bir parça kumaş verdiler. Ben o kumaşla bir elbise dik­tiremedim ama sen diktirmişsin. Hâlbuki sen benden de uzun boylusun. Nasıl yapabildin?” Hz. Ömer: “Oğlum Abdullah” dedi. Abdullah ayağa kalktı: “Buyur baba” dedi. Dedi ki: “Oğlum sen söyle. Bu elbiseyi nasıl dik­tirdim?” Abdullah: “Ben kendi payımı babama verdim. İki kumaşı birleştirdi de o şekilde bu elbiseyi diktirebildi” deyince oradakiler meseleyi anladı ve itiraz eden sahabi: “Şimdi söyle ya Emir-el Mü’minîn! Şimdi söyle dinleyeceğiz ve itaat edeceğiz” dedi.

Kur’an toplumu böyle bir toplumdu. Kur’an toplumunda devlet başkanına bile hesap sorula­bilir. Neden bu kadar lüks yaşıyorsun, lüks binalar yaptırıyorsun? Toplumun durumu bu düzeydey­ken, sen ve milletvekilleri neden bu kadar yüksek maaş alıyorsunuz? Ayrıca her birine villalar yap­tırılıyor. Fakat siz bunu sorgulayamazsınız. Bu halinizle “Kur’an toplumuyuz” diyebilir misiniz? Kur’an toplumu olmak, Kur’an’ın hâkim olmasıy­la mümkündür. Adaletin gerçekleşmediği bir toplum Kur’an toplumu değildir.

6.ALLAH’IN HALİFESİ OLARAK YAŞAMAK

Kur’an toplumunda insan, insanın ne olduğu­nu unutmadan yaşar. İnsan sadece Allah’ın halife­sidir, ilah değildir. Kur’an’da: “O, insanı bir alak’tan yarattı.”16 buyrulur. İnsan bunu unutmadığı sürece kul olduğunu da unutmayacaktır. İnsan sperm­den yaratıldığını unutursa zengin veya makam sahibi olduğunda kulluğunu unutur ve “benim dediğim olur” demeye başlar. Hayır; gerçekten insan, azar.17 “Kendini müstağni gördüğünden.”18

Kur’an toplumu hiç kimsenin insan olduğunu unutmadığı bir toplumdur. “Hani Rabbin, Melek­lere: ‘Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti.”19 İnsan “benim dediğim olur” diyemez çünkü Allah’ın vekilidir. Vekil, müvekki­linin dediğini yapar ve onun dediğinin dışına çık­maz. İnsan kendisine vekâlet veren Rabbinin dedi­ğinin dışına çıktığı zaman halife olmaktan da çıkar.

İnsan, güç ve kuvvet eline geçtiği zaman hali­feliğe razı olmuyor. Allah’ın halifesi olmak sanki küçük bir makammış gibi ilah olmak istiyor, is­tediği gibi yaşamak istiyor. Kur’an toplumunda insan Allah’ın halifesi olarak yaşar. Kendisini de başkalarını da ilahlaştırmaz. Bazı zenginler ya da makam sahipleri “benim dediğim olur” demeye başladığı zaman onların karşısında durur. “Sen de benim gibi kulsun. Allah’ın halifesi olmakla mükellefsin. Sen de benim gibi alaktan yaratıldın. Haddini aşma, kulluğunu unutma” der. Kur’an toplumu, kulluğunu unutmayan bir toplumdur. Bu toplumun insanı kulluğunu unutmadığı gibi kulluğunu unutanı ve Allah’ın halifesi olmanın ötesine geçerek adeta ilah gibi davranmaya kal­kanları da reddeder.

Konuya devam etmek temennisiyle… Allah’a emanet olun.20  

1. Tin Suresi / 8

2.Vacip olan varlık; ezeli ve ebedi olan Allah’ın varlığıdır ki, başı ve sonu yoktur, kendi nefsi ile kaimdir, bir başkasının yardımı ve bekası ile varlığını devam ettirmez. Mümkün olan varlık; varlığının başı ve sonu olan, var olması da yok olması da imkân dahilinde olan ve vacip olan varlığın var etmesine muhtaç olan arızi varlıktır.

3. Zümer Suresi / 3

4. Furkan Suresi / 30

5. Al-i İmran Suresi / 190

6. Al-i İmran Suresi / 191

7. Buhârî, İcâre, 2, Enbiyâ, 29; İbn-i Mâce, Ticâret, 5

8. Alak Suresi / 3

9. Al-i İmran Suresi / 47

10. Al-i İmran Suresi / 40

11. Enbiya Suresi / 23

12. Hucurat Suresi / 1

13. Hucurat Suresi / 13

14. İbn Hanbel, 5/411

15. Müsned-i Şihab 1/145, hadis 195, ılel-ü İbni Ebi Hatem 2/111, hadis 1829, Acluni, Keşf’ül Hafa, 2/326

16. Alak Suresi / 2

17. Alak Suresi / 6

18. Alak Suresi / 7

19. Bakara Suresi / 30

20. Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 2015 Yılında Mardin’de Gerçekleştirdiği “Kur’an Toplumu” ve 2014 Yılında Kopenhag’da Gerçekleştirdiği “Vah­yin Hedeflediği İnsan” Konulu Konferanslarından Hazırlanmıştır.