Kapak

21 Mayıs Günü Aslında Ne Oldu?

Paylaş:

 

2019’un sonlarında Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan, kısa süre içerisinde tüm dünyayı etkisi altına alan küresel bir Corona Virüs salgın dönemini yaşıyoruz. Virüse yakalanan vaka sayısı 9 milyonu, ölen kişi sayısı 450.000’i geçti. Bu süre içerisinde gelişen olaylar, dünya çapında alınan önlemler ve virüs hakkında yapılan konuşmalar virüs ile ilgili bazı net bilgiler sağlasa da birçok yönden de karışıklığa, kafalarda soru işaretlerine sebep oldu.

Bir yanda hastalığın seyrindeki gelişmeler (hızlı yayılması, ölümcül olması ve henüz tedavisinin/aşısının bulunmayışı gibi) diğer yanda bu salgını fırsata dönüştürmek ve toplumları istedikleri gibi manipüle etmek isteyen hâkim güçlerin tüm dünyaya verdiği korku atmosferi…

“Dünya artık eskisi gibi olmayacak”, “yeni normal” gibi söylemler bundan sonraki süreçte gerçekten var olacak bir tehlikenin mi yoksa devletlerin arzu ettikleri daha baskıcı, daha totaliter rejimlere geçişin bir habercisi mi ilerleyen süreçte daha da netleşecek. Ülkemizde özellikle ABD ve Avrupa ülkelerine nazaran vaka sayıları ve ölüm oranları nispeten daha iyi seyrediyor. Elbette bunda uygulanan tedavinin, sağlık altyapısının (özelleştirmeden ziyade sosyal devlet politikası) ve özverili çalışmaların payı büyüktür. Ancak tüm bu olumlu gelişmelere gölge düşüren, bu salgını topluma bir baskı unsuruna özellikle de İslami faaliyetleri engellemeye dönüştüren bazı dayatmalar oldu. Aslında İslami faaliyetleri engellemeye dönük yaptırımlar son 4-5 yıldır vardı. Bu salgın, engellemeleri yapanlar için bir can simidine dönüştü, baskılarını daha da arttırdılar. Çünkü artık kamuoyunu da arkalarına almaları kolaylaşmıştı. Toplumun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan ülkemizde ilk kapatılan yerlerden birisi camiler, en son açılması planlanan yer yine camiler…

Aslında kafalarda soru işaretleri oluşturan şey salgın nedeniyle bir yandan olağanüstü tedbirler alınırken aynı anda başka bir yandan normalleşme adımları atılmasıdır. Yani normalleşme adımlarında bir çifte standardın söz konusu olmasıdır. Nasıl olur da camide sosyal mesafeye uyularak kılınan namazda bulaşan virüs, AVM ve diğer saydığımız yerlerde bulaşmıyor? Ve yine nasıl oluyor da üç beş kişi camide münferit namaz kıldığında bulaşma riski yokken içlerinden biri öne geçip toplu kıldıklarında virüs aktive oluyor ve bulaşma riski oluşuyor? Sanki virüste algıda seçicilik var. İslami faaliyetlere ve sosyal faaliyetlere karşı gibi… O zaman da aklımıza deli sorular geliyor. Acaba İslami faaliyetlere bulaşma/karışma riski olan Corona gibi bir virüs değil de bu toplumun genetik kodlarıyla, İslami ayarlarıyla oynayan toplumun içine çöreklenmiş olan ‘derin bir virüs’ mü? Bu nokta İslami hassasiyetlerini kaybetmemiş yöneticilerimiz tarafından üzerine gidilmeye ve aydınlatılmaya değer bir konudur diye düşünüyorum. Türkiye’de henüz Cuma namazları için camiler açılmamışken, ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde bazı kurallara uyularak camiler, kiliseler ibadete açıldı. Oralarda vaka sayısı ve ölüm oranları daha fazla olduğu halde bunu yapmalarını ve bizde ise yapılmamasını tarihe ayrıca not düşmek gerekir.

Bu girizgâhtan sonra isterseniz 21 Mayıs gününe gelelim. Öncelikle şunu söylemek lazım. Birileri virüsü de bahane ederek Ramazan’ın sönük geçmesini istedi. Medyada Ramazan programlarına yeterince yer verilmedi, minareler arasına mahyalar asılmadı, kendi imkânları ile Ramazan brandası asanlara cezalar yazıldı, kendi evinin balkonuna asılan brandalar bile kesildi. Zaten toplu iftar, teravih gibi faaliyetler yasak kapsamındaydı.

Memlekette bu hadiseler vuku bulurken bazı Furkan Gönüllüsü arkadaşlar (takriben 7-8 kişi) “Ramazan bu kadar sönük geçti, bari son birkaç gün teravih namazı kılalım” diye düşünmüş ve Sabancı Merkez Parkında (cami ve avlusu yasak olduğundan) teravih kılmak istemişler. Sosyal mesafeye uyarak namaz kılacaklarken orada bulunan emniyet görevlileri tarafından “burada namaz kılamazsınız, parkta kılmanız yasak” şeklinde uyarılmışlar. Arkadaşlar da “tamam o zaman” diyerek oradan ayrılmaya başlamışlar. Buraya kadar her şey normal seyrinde giderken, bazı polisler olay mahallinden uzaklaşmakta olan Furkan Gönüllüsü arkadaşlara arkadan yaklaşarak vurmaya başlamışlar. Bunun üzerine olay daha da büyümüş ve arkadaşları herhangi bir mukavemet göstermedikleri halde gözaltına almışlar. TV haberlerinde görüyoruz, polis bu süreçte yasağa uymayan, sosyal mesafeyi ihlal eden ve kaçak bir şekilde kumar vs. oynayanlara karşı bu kadar sert davranmıyor. Ancak ne hikmetse namaz kılmak isteyen ve bu isteklerini hali hazırda gerçekleştiremeyenlere hem para cezası yazıyor hem de ağır bir şekilde darp ediyorlar. Alınan darp raporlarının bir kısmında BTM (basit tıbbi müdahale) ile giderilemez yazılı olması ve arkadaşların çekilmiş görüntüleri müdahalenin şiddetini gözler önüne seriyor aslında. Bu da yetmiyor, arkadaşlarının darp edildiğini ve gözaltına alındığını duyan, karakolun oraya gidip durumlarını öğrenmek isteyen bazı Furkan Gönüllüleri de hiçbir sebep gösterilmeden gözaltına alınıyor. Namaz kılmak isteyen (dikkat ederseniz kılan demiyorum çünkü kıldırmadılar) kişi 7-8 kişi iken toplamda gözaltı sayısı 46-47’ye çıkıyor. Sanki birileri olayın daha da büyütülmesini ve yaptıkları sert ve acımasız müdahalenin üzerinin örtülmesini istiyor. Yani çok sayıda kişi ve polise mukavemet gibi göstermek, bu kadar kalabalık kitle olayında birkaç kişinin feci şekilde darp edilmesini normalleştirmek istiyorlar. Diğer yandan bugüne kadar çeşitli şekillerde darp edildikleri halde taşkınlık göstermeyen, itidali elden bırakmayan Furkan Gönüllülerini bir kez daha tahrik etmek istiyorlar. Elbette emniyetin hepsinin bunu yaptığını kastetmiyorum ancak birilerinin işi bu noktalara getirdiği de bir hakikat. Olayın başlangıç noktası güya salgın nedeniyle alınan kısıtlama kararına uyulmaması ve bunu uygulamaya çalışan emniyet görevlilerine mukavemet olarak söyleniyor ancak süreçte yapılanlar ne kadar bu iddiayı doğruluyor. Yani görevli memurlar arkadaşları göz altına alırken ne kadar sosyal mesafe ve hijyene dikkat ettiler acaba? Çok sayıda kişi sosyal mesafeye dikkat edilmeden ve maskesiz emniyet aracına bindiriliyor. Adli tabibe çıkarlarken bir kişide var olan maskenin her seferinde elden ele yeniden kullanarak doktorun yanına girmelerini söylüyorlar. Olayın çıkış noktası hijyen ve sosyal mesafe iken gelinen nokta: “Aynı maskeyi herkes dönüşümlü kullansın” oluyor. Bu sözü arkadaşları sırayla doktor muayenesi için bekleten görevli memur söylüyor. Şimdi virüs, salgın, sosyal mesafe ve mukavemet gibi şeylerin olayı bu noktaya taşıyanların nezdinde aslında hiçbir kıymetinin olmadığı işte alayvari söylenen bu cümlede saklıdır: “Aynı maskeyi doktorun yanına girerken dönüşümlü kullanırsınız.” Baştan söylemiştik aslında bu virüs algıda seçici (!), kime, nasıl ve nerede bulaşacağını seçerek yaklaşıyor.

Yine olayın aslının salgın virüs vs. olmadığının bir başka delili de olay günü arkadaşları darp eden bir polisin olayla ilgili bir yakınıyla WhatsApp’taki yazışmasında kullandığı cümlelerdir. “…Furkancıları o kadar dövdük ki herhalde belden aşağı kısımları tutmuyordur!”

2016 Temmuz’undan bu yana dolaşıma sokulan ve iki yıl kadar süren OHAL sürecinde halkı sindirmenin/susturmanın en etkili yolu muhatabına FETÖ etiketi yapıştırmak, haklar söz konusu edildiğinde de OHAL kanunlarını göstermekti. Yapılan hukuksuzlukların en güzel kılıfı buydu. Şimdilerde bu kılıfa bir de salgın virüs kılıfı eklendi. Elbette kimse bu süreçte var olan bir virüs ve onun yol açtığı hastalığın olmadığını söylemiyor. Ancak bu salgın sanki birilerinin topluma istediklerini yaptırabilmenin bahanesi haline gelmişse, uygulanan normalleşme uygulamalarında bir çifte standart söz konusu ise insanların bu konularda uyarılması/aydınlatılması gerekmez mi? Örneğin kaçak kumar oynatma, toplu halde eğlence düzenleme, asker uğurlaması sırasında sosyal mesafeye uymama gibi durumlarda ceza yazmak ve o kişileri uyarmak dışında darp ettiklerine pek rastlanmaz (son zamanlarda o da arttı maalesef). Neden namaz kılmak isteyenlere acımasızca ve intikam alırcasına bir muamele yapıldı? Yapılan zulme maruz kalanlar daha başlarına geleni anlatamadan aynı anda eşzamanlı olarak medya da haberi yalan yanlış bir şekilde sununca durum tam da Nasrettin Hoca fıkrasındaki duruma benzedi. Evi soyulan hocaya komşuları sürekli uyarılarda bulunup, bütün kabahat hocadaymış gibi konuşunca Nasrettin Hoca’nın onlara dediği gibi: Ya hu hırsızın hiç mi kabahati yok? Aynen öyle bir durum söz konusu... Arkadaşların büyük bir kısmı acımasızca darp edilmiş, hem de namaz kılma isteği gibi bir suçtan (!) ötürü. İslami hassasiyeti olan bazı kişiler bile ne gerek vardı şimdi teravih namazı kılmaya der gibi veba hadisini ve değişik gerekçeleri öne sürdüler. Bir kısmı daha ileri götürerek Furkan Gönüllülerini provokasyon yapmakla suçladılar. Farkında mıyız bilmiyorum ama giderek baskılara, gerekli olsun veya olmasın konulan kısıtlamalara alışmaya başlayan bir topluma dönüşüyoruz. Bir an önce toplumsal gidişatın farkına varmalı, birbirimizi uyarırken medyadan duyduklarımızla değil olayın gerçek mahiyetini araştırarak kardeşlik görevimizi yapmalıyız. Bir cümle ile durumu özetleyecek olursak Furkan Gönüllüleri provokatörlük yapmadı. Yaptıkları şey, her türlü tahrike ve algıya rağmen itidali elden bırakmayıp provokasyona gelmemektir. Durum bundan ibarettir. Vesselam.