İnsan dünyaya bir defa gelir ve bir daha gelme imkânına da sahip değildir. Bu hakikat, hayatın değerini ve önemini bir kat daha arttırmaktadır. İnsana bahşedilen en önemli imkân olan bu biricik hayat, eğer bir amaç uğrunda olur ise anlam kazanır. Dolayısıyla yaşamaktan daha önemlisi, bir amaç için yaşamaktır. Bir amaç için yaşamaktan daha önemlisi ise, doğru bir amaç uğrunda yaşayabilmektir.
Bu hayatı bize bahşeden Rabbimiz Teâlâ, yaşam rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerime ile hayatın önemini vurguladıktan sonra, hayatımızın gayesini de net ve basit bir şekilde, hiçbir kafa karışıklığına mahal vermeden ilan ediyor: ‘Ben insanları ve cinleri yalnız bana kulluk için yarattım.’1 Mübîn olan Kur’an, ‘yaşamın amacı nedir?’ sorusu gibi temel bir soruya çok açık, çok basit bir cümle ile cevap veriyor; ‘KULLUK’ diyor. Hayatı karmaşık hâle getirmekten başka hiçbir işe yaramayan felsefî tanımlamaların aksine Kur’an’ın hayat gayesi tanımı, insana açıkça iki yol çiziyor: Allah’a kulluk veya mâsivaya (Allah Teâlâ’nın dışındaki her şey) kulluk yolu!
Rabbimiz Teâlâ kitabında, yaşamın gayesini ‘kulluk’ olarak ortaya koyduktan sonra, bu hayatı ideal bir kul olarak yaşamamız için, bize idealist sözler söyletiyor: ‘De ki; benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.’2 Tüm ibadetleri, hayatı ve ölümü kendisi için yaşamaya bizleri azmettiren Allah, (c.c) hakîkatli kul olabilmenin formülünü de bu ayetiyle kullarına veriyor. Allah için yaşayıp, Allah uğrunda ömrünü tamamlama sözünü verdirerek, kulluğun hayat-memat meselesi olduğunu vurguluyor.
Kur’an-ı Kerim’de tüm peygamberlerin ‘Ey kavmim Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur’3 sözüyle kavimlerini tevhid ile kulluğa davet ettiklerini görüyoruz. Çünkü kulluk; tevhidin eyleme-hayata dönüşmüş hâlidir. Tevhid bir inançtır ve hiç bir inanç, eyleme dönüşmedikçe hayat bulamaz. İşte bu yöntem, peygamberlerin davet yöntemidir; tevhidi kulluk ile bağlama, inancı kulluk ile imana dönüştürme çabası.
Leilehe illallah sözünü, kulluk ile bağlayarak hayat tarzına dönüştüren peygamberler, tevhid temelli hayatlar yaşanması için mücadele etmişlerdir. Çünkü Allah’a kulluk, tevhid temelinde oluştuğunda, ancak o zaman kullara kulluk söz konusu olmayacak ve akide, hayatı kapsayacaktır. İşte böyle bir sağlamlığın neticesinde yetişen has kul; dünyanın her işinde, yaşamının her aşamasında Allah’ı dikkate alacak, O’nun emirlerini yerine getirecek, haramlarından kaçınacak ve O’nun yolunda mücadele etmek söz konusu olduğunda dünyaya meydan okuyacaktır.
Kulluk İnsana Ne Kazandırır?
- Allah’a kulluk insanı özgürleştirir: Aslında kulluk ile özgürlük birbirinin zıddıdır. Çünkü kulluk; itaat etmek, boyun eğmek, inkıyat etmek, tezellül4 manalarına gelirken, özgürlük; teslim olmamak, bağlı olmamak, başına buyrukluk, bağımsızlık, hürriyet manasına gelir. Bu iki kelime birbirine bu kadar zıt iken nasıl olur da bir cümlede bir araya gelebilir ve birisi diğerinin müsebbibi olabilir? Bu sorunun cevabı, Allah’a kulluk anlayışının içerisinde mevcuttur. İslam’a göre Allah’a hakkıyla kul olan kişi; gayrısının esaretinden, prangasından, hayatına yön vermesinden, ahkâm kesmesinden kurtulur. Böylece biricik Rabbine, Yüceler Yücesine teslim olurken, bu teslimiyet onu binlere teslim olmaktan kurtarır ve özgürleştirir. Bunun neticesinde ise insan; şerefli bir kulluğa ulaşırken, aşağı bir kölelikten kurtulur. İkbal’in dediği gibi; ‘Üşenerek yaptığın o bir secde, seni bin secdeden kurtarır!’ Oysa sözde özgürlük bezirgânları, özgürlük diyerek insanları nefislerinin, şeytanların ve kendi sistemlerinin boynu bükük bir kölesi haline getirirler. Zaten onlar hep böyle değiller midir? Özgürlük derler; esareti getirirler, demokrasi derler; diktatörlük getirirler, Bahar! Bahar! derler; karakışı getirirler.
- Allah’a kulluk insana mutluluk ve huzur verir: Bugün dünya, huzurun ve mutluluğun yollarını aramak için seferber olmuş durumdadır. Çeşit çeşit yollar, yöntemler sunuluyor mutluluk adına. Ancak bu yöntemler, nefisleri ve şeytanı daha da şımarttığı ve insanı mutmainsizliğe sevk ettiği için, mutluluk insanoğlundan gitgide uzaklaşıyor. Oysa insanın maneviyat âlemine ve duygularına en güzel reçeteyi sunan Kur’an, ‘mutluluğun yolu nedir?’ gibi zorlu ve çetrefilli bir soruya, çok basit bir cevap veriyor. ‘Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.’5 İnsan mutmain olmadan mutluluğu yakalayamayacaktır. Allah’a kul olmadan da mutmain olamayacaktır. İşte bu basit hakîkat, çözümün kendisidir.
Hz. Mevlana’ da ne güzel anlatır kulluk ile yakaladığı mutluluğu;
‘Ben kul oldum, kul oldum. Kulluk vazifemi lâyıkıyla eda edemediğim için başımı önüme eğdim
Her köle azad edilince sevinir, mesrur olur.
Ben ise sana köleliğim devam ettikçe sevinir, şâd olurum.’6
- Allah’a kulluk insana asâlet kazandırır: Kulluktur insanı insan yapan, insanı adam yapan, sadece etten kemikten bir varlık olmaktan kurtarıp yücelten. İnsan; Yüceler Yücesine teslim oldukça yücelir, O’nda yok oldukça var olur, O’nu sevdikçe sevilir.
- Allah’a kulluk insanı nankör olmaktan kurtarır: İnsana sadâkati, vefayı öğretirken, nankörlükten de berî olmayı öğütler. Tüm peygamberler ‘Allah’a kul olun’ çağırısıyla insanları kurtuluşa çağırırken, aslında vefaya çağırırlar. Buna mukabil Allah düşmanları ise, insanları birilerine veya kendilerine kul olmaya çağırırken ateşe çağırırlar, aslında Allah’a karşı nankörlüğe çağırırlar.
Hicr Suresinde bu durum şöyle ortaya konulur: ‘(Musa) ben sizi kurtuluşa (Allah’a) çağırıyorum ama siz beni ateşe çağırıyorsunuz. Siz beni nankörlüğe çağırıyorsunuz, bense sizi Aziz ve Gafur olan Allah’a çağırıyorum.’7
- Allah’a kulluk insana mücadele ruhu kazandırır: Kazanılan bu ruh; insanları öncelikle kula kulluktan kurtarıp, bir olan Allah’a kul yapma mücadelesini doğurur. Zaten müslümanın mücadelesi hep çifte kanatlıdır. Öncelikle kendisinin Allah’a hakkıyla kul olarak yaşaması için engelleri kaldırır, daha sonra da tüm insanlar kullara kulluğu bırakıp sadece Allah’ın kulu olarak yaşasınlar diye mücadele eder.
İşte bu mücadelede, ancak doğru bir itaat anlayışı verilerek sonuç elde edilebilir. Kulluğun ayrılmaz parçasıdır itaat. Allah’ın yanı sıra başka mercilere-Allah’a rağmen- itaat ederek, kulluğu sadece Allah’a hasretmeyenler, namazda kırk defa tekrarladığı ‘İyyêke na’büdü’ (yalnız sana ibadet ederiz) sözünü tutmayanlardır. İşte bu sözdür, her konuda ama her konuda, Allah’ı otorite kabul etmenin bey’atı.
Müslüman, kendisinin itaatine ve ibadetine tek lâyık olanın da Allah (c.c) olduğunu bilmeli ve O’nun için yaşamalıdır. Unutmamalıdır ki; hayatın kıymeti, ancak O’nun uğrunda yaşanırsa bilinir. Çünkü Allah (c.c) bizim Yaratanımızdır, hayatımızın idamesini sağlayan yegâne Güçtür, bizi hesaba çekecek olan O’dur, biricik Rabbimizdir. Hamdolsun O’nun varlığına, Hamdolsun O’nun verdiğine, feda olsun varlığımız varlığına!
“Hem ben, neden Rabbime kulluk yapmayacak mışım, O beni yoktan var etmişken?” 8
“Bana yalnız Allah’a kulluk etmem ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamam emredildi”9
“De ki: Ey cahiller! Allah’tan başkasına mı kulluk etmemi bana emrediyorsunuz”10
- Zariyat, 56
- En’am, 162
- A’raf, 59, 65, 85
- Kuşeyri R.Ubudiyyet:279
- Rad, 28
- Aşk Çağlayanı Mevlana V .Vakkasoğlu s:67
- Mü’min, 42
- Yasin, 22
- Hicr, 36
- Zümer, 64