3 Furkan Gönüllüsünün Gözaltına Alınması ve İşkence Yapılması İle İlgili Süreç Hakkında
Alparslan Kuytul Hocaefendi ile Röportaj
Kıymetli okurlarımız, sizleri ve kamuoyunu bilgilendirmek adına bu ay Başyazı bölümümüzde Başyazarımız Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi ile “3 Furkan Gönüllüsünün gözaltına alınmasıyla birlikte yaşanan süreç” hakkında bir röportaj gerçekleştirdik. Yapmış olduğumuz röportajı istifadenize sunuyoruz.
Furkan Nesli: Hocam, öncelikle bize vakit ayırdığınızdan dolayı teşekkür ediyoruz. 10 Eylül 2021 tarihinde 3 Furkan Gönüllüsü, günlerdir kayıp olan bir iş adamının şahsi olayı sebebiyle gözaltına alınmış daha sonra ise kendilerine olayı üstlenmeleri için işkence yapıldığı haberi duyulmuştu. Türkiye’nin gündemini sarsan bu üzücü olay hakkında bilgi verebilir misiniz?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Öncelikle işkenceye maruz kalan ve sonraki süreçte de tutuklanan kardeşlerime ve ailelerine, Adliyenin önünde Adana Emniyetinin zulmüne maruz kalan tüm kardeşlerime ve tüm Furkan Gönüllülerine geçmiş olsun diyorum. Olay şundan ibarettir: Kaçırıldığı ya da saklandığı henüz belli olmayan şahıs, bizim yanımıza gelip giden ve yıllar içerisinde birçok kez benim çayımı içen bir arkadaşımızdır. Olayla ilgili bilinen, bu şahsın herkese borcunun olduğu, alacaklıları tarafından arandığı ve birçok kimse tarafından tehdit edildiğidir. Bu arkadaşımızın düşmanı, alacaklısı çoktur. Artık mafyalar işin içine girmiş vaziyette. Bizzat kendi kız kardeşinin de bir mafyayla anlaştığı biliniyor. Bildiğim kadarıyla devlete bile 40 milyona yakın vergi borcu var.
Birçok mafya işin içerisinde olduğu halde Emniyet tüm bunları görmezden gelerek hemen suçu arkadaşlarımızın üzerine atmaya çalıştı. Bu arkadaşlarımızdan biri 10 Eylül Cuma günü saat 10:00’da gözaltına alındı, diğeri de cuma namazını kıldıktan sonra alındı. Üçüncü kişiyi tam olarak bilemiyorum. Sonrasında kardeşlerimizden bir gün boyunca haber alınamadı. Bu süre zarfında işkenceye maruz kalmışlar. Cuma akşamı saat 22.00’den sonra işkence başlayıp sabaha kadar devam etmiş. Birkaç polis odaya girip dövüyor, yorulup çıkıyor, diğerleri içeriye girip dövüyor, yoruluyor çıkıyorlar… Bu şekilde 7-8 polis, sabaha kadar sırayla iki kardeşimizi dövüyorlar. Ondan sonra üzerlerindeki darp izleri biraz azalsın, Adli Tıp'ta anlaşılmasın diye bekliyorlar. Cumartesi günü avukat görüşmesinde kardeşlerimiz bu darp olayını avukatlara anlatıyorlar. Daha sonra avukatlar bana, yaşananları anlatınca biz de kardeşlerimize yapılan haksızlık karşısında sessiz kalmamak ve onları yalnız bırakmamak için Emniyetin önüne gittik.
Avukatlardan aldığım bilgiye göre arkadaşlarımız: “Şahitlerimiz var, biz olay yerinde değildik, o sırada Furkan Nesli Dergisinin ofisindeydik. Filanlar da oradaydı. Onları arayın, sorun” diyerek şahit göstermişler. Buna rağmen Adana Emniyeti bu şahitleri hiç aramadı. Bundan anladığımız Emniyet ve Savcı şahitleri dinlemek istemiyor. Çünkü arkadaşlarımıza zulmetmek ve her zamanki gibi bize iftira atmak istiyorlar. Bildiğiniz gibi bana bugüne kadar birçok iftira attılar ve şu anda da bu olayı kullanarak Furkan Hareketini lekelemek istiyorlar.
Furkan Nesli: Hocam sizin de ifade ettiğiniz gibi gözaltına alınan Furkan Gönüllülerine işkenceler yapıldığı, bir gün sonra avukatların görüşmesiyle açığa çıkmıştı. Yapılan bu çirkin muamele hakkında ne söylemek istersiniz?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Emniyet, gözaltındaki arkadaşların ifadelerini üç gün boyunca almadı. İlk gün “Bunlar neden hâlâ ifade almıyorlar?” diye merak ediyorduk. Meğer işkence yapıyorlarmış. Önce kişiye işkence yaparak ona istediklerini kabul ettirecekler, ondan sonra ifadeye başlayacaklarmış. Biz bunu, “Emniyet, istediği ifadeyi alana kadar adama işkence yapar, ondan sonra ona her şeyi imzalatır” diye duyardık. Bu durumu bu olayda bizzat yaşamış olduk. Polisler, Avukat görüşmesinden az bir süre önce kardeşlerimize işkence yapmayı bırakmış, avukatlar görüşüp çıktıktan sonra yine işkenceye devam etmişler. İstedikleri ifadeyi alabilmek için kasten Emniyet sürecini uzattılar.
Avukatlar görüşmek için birçok defa kardeşlerimizin yanına gitti fakat görüştürmediler. Daha sonra ilk giden avukat, kardeşlerimizin işkenceden çıktığını söyledi. Meğer işkencede oldukları için avukatları içeri almıyorlarmış. Yusuf ve Haydar kardeşlerimiz, yapılan işkenceleri avukatlarına anlatmışlar. Tekme, tokat, yumruk vurarak, yerde süründürerek her türlü zulmü yapmışlar. Biz, avukatlardan sonra artık işkence yapmazlar zannettik. Ama avukatlar çıktıktan sonra tekrar işkenceye başlamışlar ve bu sefer çok daha ağır şekilde işkence yapmışlar. Yusuf kardeşimizi çırılçıplak soymuşlar. Yüzünü yere dayamışlar, üzerine çıkmışlar. Tekme, tokat, yumruk, dirsek vurmuşlar. Söylemeye hayâ ediyorum ama “Sana jop sokarız, hadım ederiz. Söylediklerimizi kabul edeceksin. Biz yaptık diyeceksin. Biz daha bir şey yapmadık, yarın gelecek kişiler daha beterini yapacak, nasıl dayanacaksın, dayanamazsın” demişler.
Erdal kardeşimize fiili işkence yapıldığına dair bir şey duymadım. Ancak onu da yalan ifade vermeye zorlamışlar. Suçta kullanılan arabanın kendi arabası olduğunu ve arabasını Rıdvan’a verdiğini kabul etmesini istemişler. Sonra Rıdvan’ın evine 100 polisle birden şov yaparcasına baskın yapmışlar. Silahsız bir insan. Bu kadar polise ne gerek var? Olayı büyütebilmek ve bizimle bağlantı kurabilmek için ellerinden geleni yapmışlar.
Polisler bu arkadaşları Adli Tıp Kurumuna götürüyorlar. Haydar ve Yusuf Adli Tıp’ta polislerin kendilerine yaptığı darp ve zulmü anlatıyorlar. Adli Tıp doktoru hiçbir işlem yapmıyor ve darp izlerini yazmıyor. Adli Tıp doktorunu da kendilerine kul köle yapmışlar. Doktor, doktorluk yapmıyor; polisin emrinde, polisin köleliğini yapıyor.
Bu olayın kimler tarafından yapıldığını bilmeyen Adana Emniyeti hangi belgelerle insanları içeri alıyor ve sonra bu işkenceyi yapıyor? İşkence insanlık suçudur. Bu olayı lanetliyorum. Adana Emniyetini de kınıyorum. Adana Emniyet Müdürü, işkenceci polisler ve işkence yapıldığına dair rapor yazmayan doktor hakkında soruşturma başlatılmalıdır. Biz, onlar hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Ancak hiçbir şey yapılacağını zannetmiyorum. Çünkü Devlet, polis ne kadar haksız olursa olsun polisi koruyor.
Emniyetlerde artık işkencenin bittiği söyleniyor ve “kapalı odalar yok” deniliyordu. Fakat bu yaşananlar bu sözlerin gerçeği yansıtmadığını ve halen Emniyetlerde işkence yapıldığının ispatı oldu! Emniyet artık insanların Emniyet duymadığı, ifade için bile gitmek istemediği, işkence yapılan bir yere dönüşmüş durumda. İnsanlar artık polis görmek istemiyor. Bunu tüm Emniyet mensupları ve polisler için söylemiyorum elbette. Eminim ki bu durumdan birçok Emniyet mensubu da rahatsızdır. Her insan sevilmek ister, her meslek sahibi mesleğinin sevilmesini ister. Kimse böyle anılmak istemez. Fakat bu son yaşanan olay, muhalif görüşleri olan insanların Emniyet içinde güvende olmadığını gösterdi. Ayrıca bu olay Furkan Hareketinin kardeşlerini yalnız bırakmayacağını da gösterdi. Emniyetin önünde beklediğimiz üç gün boyunca bizde, kardeşlerimizin orada yalnız bırakıldıkları her an işkenceye tabi tutulacağı kanaati oluştu. Bunun üzerine hem biz Emniyetin önünden ayrılmadık hem de avukatların kardeşlerimizle sürekli görüşmesi gerektiğini düşündük ve avukatlarımız gözaltı sürecinde kardeşlerimizle sürekli görüştüler.
Bütün polislere şunu hatırlatmak istiyorum. Bugün gençler ve bir mesleği icra ediyorlar. Bazıları amir durumunda oldukları için kendilerinin bir şey olduklarını zannediyorlar. Yarın Allah’ın mahkemesinde bir hiç durumunda olacaklarını bilmeliler. Sadece kardeşlerimize işkence yapan siyah gözlüklüler ve onlara yardım eden polis memurları değil, onların amirleri de müdürleri de İçişleri Bakanı da Cumhurbaşkanı da Allah’ın mahkemesinde herhangi bir insandan farklı olmayacak. Benim bütün polislere tavsiyem şudur: Bugünler gelir geçer ve o zulmü emreden amirler kıyamet gününde “Ya Rabbi ben ona emrettim o da benim emrimi yerine getirdi” demez ve o polisi suçlar. Hiç kimse ahireti unutmamalı, makamın ne olduğunun hiçbir önemi yok. Şimdi istediklerini dövüyorlar ancak yarın yaşlandıklarında düğmelerini bile ilikleyemeyecekler. Belki yerlerinden kalkamayacaklar belki de altlarından alacaklar. Ve sonunda ahirette hesap verecekler. Neye dayanarak bu zulmü yaptılar? Evlerinde nasıl uyuyacaklar? Bunların getirdiği ekmeği aileleri nasıl yiyecek? Hiçbir şey bilmedikleri halde bir yerden gelen bir talimat ile insanlara işkence yapanların kazancı haramdır.
Benim memurlara tavsiyem şudur: Amirleriniz ne derse desin ahireti unutmayın. Nasıl ki kanun, amirden üstündür ve amir, kanuna aykırı bir emir verdiği zaman memur onu uygulayamazsa aynı şekilde Allah’ın kanununa aykırı bir emri de uygulayamazsınız, uygularsanız bunun hesabını ahirette verirsiniz. Ölçünüz daima Hak olmalı. Amirlerinizin sözü hakka uygunsa uygularsınız; hakka, kanuna, adalete uygun değilse “bana böyle emredildi” deyip uygulayamazsınız.
Emniyetin elinde kardeşlerimizin bu suçu işlediklerine dair hiçbir belge yok. Bunun en büyük delili; bu kardeşlerimizin işkence sonrası çıkarıldıkları mahkemece serbest bırakılmasıdır. Bu ülkede bir insanın Sulh Ceza Hâkimliğinden serbest bırakılması nadir gerçekleşen bir olaydır. Adli kontrole bile gerek görülmeden bırakılmış olmaları dosyanın içinin boş olduğunun delilidir.
Furkan Nesli: Kaçırılan kişinin eşinin, suçlanan Furkan Gönüllülerinin masum olduğunu, kendilerini tanıdığını, eşleriyle de yakın arkadaş olduğunu açıklamasına ve şüphelendiği şahıslarla ilgili Savcılığa suç duyurusunda bulunmasına rağmen ısrarla bu olayın Furkan Hareketinin üzerine yıkılmaya çalışılmasındaki maksat sizce ne olabilir? Asıl hedefleri nedir?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Bildiğiniz gibi beni 4 terör örgütüyle ilişkilendirmeye çalıştılar fakat bununla bir yere varamadılar. Bugüne kadar bizleri lekelemek adına kaç defa buna benzer tuzaklar hazırladılar. Bunun dışında ne kadar iftira attılarsa Allah hepsini başlarına geçirdi ve onları rezil etti. Bu sefer yine siyah gözlüklüler ne yapacaklarını düşünüyorlardı ve “mademki böyle bir olay oldu, olayı bunların üzerine yıkalım” dediler ve Emniyete talimatı verdiler: “Bu olayı onların üzerine yıkacaksınız! Zorla bu suçu onlara kabul ettireceksiniz” dediler. Fakat kardeşlerimiz yapılan bütün işkencelere dayandılar, atılan iftirayı reddederek bu alçaklığa “evet” demediler. Sonuç olarak Allah Azze ve Celle, düşmanlarımızı yine rezil etti. Onlar Furkan erlerini başkalarına benzeterek, kardeşlerimize Furkan Hareketinin aleyhinde ve benim aleyhimde ifade vermelerini sağlamaya çalıştılar. Furkan erleri işkence ve baskılarla yılmadı, kardeşlerini satmadı. Furkan’dan olanlar kardeşlerine ihanet etmezler ve kardeşlerini yalnız bırakmazlar.
Benim ömrüm ilim, ibadet ve İslam’a hizmet ile geçti. Buna rağmen terör örgütleri ile benim aramda bağlantı kurmaya çalışmadılar mı? Fakat Allah’a hamdolsun, hepsinden beraat ettim. Şimdi ise şahsi meseleden yola çıkarak daha ne olduğu anlaşılmayan, kimler tarafından yapıldığı da belli olmayan bir olay sebebiyle ve ellerinde hiçbir delil olmadığı halde bir şeyler bahane ederek bizi lekelemeye çalışıyorlar. Onların asıl hedefleri şahsım ve Furkan Hareketidir. Tevhidi anlatıyor olmamdan, devletin ve hükümetin İslam’a aykırı yönlerini eleştiriyor olmamdan dolayı rahatsızlar.
Furkan Nesli: Hocam Furkan Nesli olarak bizler de bu süreci yakından takip ettik. Süreç daha en başından hukuksuz olarak başlamıştı. Polis yetkisini aşmış ve Savcının talimatı olmadan gözaltı yapmıştı. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Kanunun uygulandığı ülkelerde polisin vazifesi, Savcı talimatıyla hareket etmektir. Fakat polis kendini Savcı yerine koyuyor ve istediği adamı gözaltına alıyor. Ardından polis kendini hâkim yerine koyuyor ve istediği adama ceza kesiyor, hâkimde bile olmayan işkence yetkisini kendinde görüyor, gözaltındakilere işkence yapıyor. Yine polis kendini Vali yerine koyuyor ve istediği mitingi, basın açıklamasını, konferansı iptal edebiliyor. Biz Polis devleti istemiyoruz! Polis, Savcının talimatı olmadan kimseyi gözaltına alamaz, ceza kesemez, konferans, miting ve basın açıklamasını engelleyemez. En çok kanuna uyması gerekenler kanun adamları olmalıyken, kanunu en çok çiğneyenler kanun adamları haline gelmiştir. Bu zulme sessiz kalmayacağız! Ülkemizin polis devleti olmasına gücümüz yettiğince engel olmaya çalışacağız.
Furkan Nesli: Hocam, hukukta “suç kesinleşmediği sürece masumiyet karinesi esastır” kaidesi bulunduğu halde ilk mahkemede serbest bırakılan 2 Furkan Gönüllüsünün iki gün sonra bir başka mahkeme tarafından tutuklanması hakkında ne söylemek istersiniz?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Adaletin olduğu ülkede Savcılar suçu ispat eder. Adaletin olmadığı ülkede sanıklar suçsuzluğunu ispat etmek zorunda bırakılır. Türkiye gibi ülkelerde durum budur ve siz suçsuzluğunuzu ispat edene kadar zindanda kalırsınız. Hâlbuki kişi suçlu olmadığı halde suçsuzluğunu ispat edemeyebilir. Herkesin elinde delil, belge, şahit olmayabilir. Herkes kendisini güzel savunamayabilir, güzel konuşamayabilir. Bu sebeple ceza hukukunda Savcıların suçu ispat etme zorunluluğu vardır. Bütün insanlar suçu ispat edilene kadar masum kabul edilir. Bu, İslam’dan alınmış bir esastır. Osmanlı’da Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye bunu “Beraatı Zimme Asıldır”1 şeklinde formüle etmiştir. Yani suçu ispat edilene kadar her insan masum kabul edilir.
Allah Azze ve Celle, kâinatı yaratmadan evvel herkesin ne söyleyeceğini ne yapacağını, kalbinden ne geçireceğini bilmekteydi. Şeytanın da kalbindekini bildiği halde şeytan Hazreti Âdem’e secde etmediği zaman: “Neden şeytan, secde etmedin?” diye sordu. Hâlbuki Allah onun neden secde etmediğini çok iyi biliyordu. Ancak burada bize şu mesajı vermek istedi: “Ben Allah olduğum ve herkesin kalbindekini bildiğim halde yine de şeytanı bile konuşturuyorum. Siz de yargısız infaz yapmayacaksınız! Mahkeme kuracaksınız ve sanıkları konuşturacaksınız. Suçlarını ispat etmeden ceza vermeyeceksiniz.”
Üç kardeşimiz ilk mahkemede serbest bırakılmışlardı. Daha sonra Savcı iki kişinin serbest bırakılmasına itiraz etti ve bir başka mahkeme tarafından tutuklandılar. Bütün baskılara rağmen adalet taraftarı olan, belgelere, delillere göre karar veren ve onların talimatlarını dikkate almayan cesur bir hâkim çıkar da onların istemediği bir karar verirse diye Savcıya bu şekilde itiraz hakkı veriyorlar. Bu da gösteriyor ki hangi hâkim onların talimatına uyacaksa o hâkimin gününde itiraz yapıyorlar ve o hâkim ile tekrar tutuklanmasını sağlıyorlar.
Tutuklama kararı verilen son mahkeme, mahkeme salonunda bile gerçekleşmedi! Mahkemenin Sulh Ceza Mahkemesi Salonunda görülmesi gerekirken Sulh Ceza kaleminin odasında görüldü. Odada bırakın sanıkları ve avukatları, hâkimin oturacağı bir sandalye bile yok. Alay eder gibi hâkim ayakta, avukatlar ayakta, sanıklar ayakta… Ardından hâkim, avukatların gözü önünde dosyayı el ucuyla karıştırıp “tutuklanmalarına karar verdim” diyor. Hâkim adeta: “Anlayın! Bu mahkeme değil, talimatı yerine getirmek zorundayım” demek istiyor. Lanet olsun sizin düzeninize! Lanet olsun sizin adaletinize!
Bu noktada şunu sormak zorundayız; bu hâkimle diğer hâkimin bağlı olduğu kanunlar farklı mıdır? İlk hâkim dosyayı incelediğinde salıverilmesine karar verirken, ikinci hâkim nasıl oluyor da tutuklanmasına karar verebiliyor? Bu ülkede iki tane mi kanun var? Bir hâkim dosyaya bakıyor ve “bomboş” diyor, öbür hâkim hiç dosyaya bakmıyor ve tutuklama kararı veriyor! Mahkeme değil tamamen tiyatro! Emniyette işkence, mahkemede talimat! İşte Türkiye gerçeği!
Furkan Nesli: Hocam, 4 gün boyunca Furkan Gönüllüleri kardeşlerini yalnız bırakmadı ve Adana Emniyeti önünde beklediler. Hatta siz gece yerde uyuyanların olduğu bir kare için “yılın fotoğrafı” olmalı dediniz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Bu suçu bizim üzerimize atmaya çalışanlar bizim kardeşlerimize sahip çıkacağımızı düşünmediler. “Bu olay cemaatle alakalı değil, şahsi bir olay” deyip kenarda duracağımızı düşündüler. Ancak bu olay şahsi bir olay değildir. Arkadaşlarımız Furkan Gönüllüsü olduğu için bu suç onların üzerine yıkılmaya çalışılmaktadır. Eğer bir kardeşimiz Furkan Gönüllüsü olduğu için zulme uğruyorsa bütün Furkan Gönüllüleri onu desteklemek zorundadır. Zulme uğrayıp sessiz kalan on binlerce insan olduğu için böylesi zulümler yapılmaya devam ediyor. Eğer zulme uğrayan herkes yaşadığı zulmü duyursaydı, eylemler yapsaydı bu kadar pervasız zulüm yapılamazdı.
Bizim yapmış olduğumuz mücadele sadece 3 kardeşimiz için yapılmış bir mücadele değildir. Bu mücadelemiz hem zulme karşı bir mücadeledir hem de bütün Müslümanlara, mazlumlara ve bizden sonraki nesillere bırakacağımız güzel bir mirastır.
Furkan Hareketi; Tevhidi anlatan, peygamberi hareket metodunu izleyen cesur bir harekettir. Hiç kimsenin tehdidinden korkmayan ve kardeşlerini yalnız bırakmayan bir harekettir. Furkan Hareketi bu şekilde tarihe geçmiştir. Emniyetin önünde 3 gün boyunca arkadaşlarımız gündüz Adana’nın sıcağında kaldırımda oturdular, gece de asfaltın üzerinde, yolda uyudular. Böyle bir destek ve böyle bir kardeşlik Türkiye’de kaç defa görülmüştür? Allah’a şükürler olsun ki Furkan Hareketi bunu başardı. Furkan Gönüllüleri İslam kardeşliğinin ne olduğunu Kur’an’dan ve Sünnetten öğrendiler ve bu olayda öğrendiklerinin gereğini yaptılar. Kardeş olmanın bir bedeli vardır. O bedeli ödeyebilenler gerçek kardeş olabilirler. Kardeşliğin bedelini ödemeyi göze alamayanlar kardeş olamazlar. İnsan kardeşi için yeri gelir aç susuz kalır, uykusuz kalır; yeri gelir kardeşi için dayak yer, yeri gelir hapse girer. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Mü’min mü’minin kardeşidir onu terk etmez. Mü’min mü’minin kardeşidir ona ihanet etmez. Mü’min mü’minin kardeşidir onu düşmana teslim etmez”2 buyurmaktadır. Furkan Gönüllüleri kardeş olmanın ne demek olduğunu herkese gösterdi ve böylece zalimlere de ders verdi.
Furkan Nesli: Hocam anlattıklarınızdan yola çıkarak “İslam düşmanlarının cemaatlere düşman olmasının bir sebebi de böylesi kardeşlik ve dayanışmanın olduğu toplulukları istememesidir” diyebilir miyiz?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Evet. Cemaat düşmanlığının gerçek sebebi 15 Temmuz Darbe Girişimi veya cemaatlerdeki yanlışlar değildir. Cemaat düşmanlığının tek sebebi vardır o da: sürekli İslam’ı anlatan, birbirine kenetlenmiş ve İslam düşmanlarının zulümlerine karşı mücadele verebilecek cemaat ve hareketlerin ortaya çıkmasını istemiyor olmalarıdır. Çünkü cemaatler olmadığı zaman istedikleri gibi zulmedebiliyorlar. Yalnızca bizim kardeşlerimiz işkence görmedi. Bu ülkede binlerce insan zulüm gördü. Çoğu insana gizli mekânlarda, siyah gözlüklü adamların mekânlarında işkenceler yapıldığı biliniyor. Bu insanlar tek başınalar ve aileleri dışında kendilerini savunacak, sahip çıkacak kimse olmadığı için zalimler zulüm yapmaya devam edebiliyorlar. Ancak cemaat olduğunuz zaman büyük bir mücadele verebiliyorsunuz ve bu mücadele toplumda yankı bulabiliyor. O yüzden özellikle Tevhidi anlatan, dinden taviz vermeyen ve zulme karşı mücadele eden cemaatlerin olmasından rahatsızlar. Çünkü cemaat sayesinde mücadele edilebilmekte ve yapılan zulümler ortaya çıkarılabilmektedir. O halde herkesin anlaması gereken önemli noktalardan biri cemaat olmanın gerekliliğidir. Atasözünde dendiği gibi; “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.”
Furkan Nesli: Hocam, Adliye önünde kardeşlerini yalnız bırakmak istemeyen Furkan Gönüllüleri polisin sert müdahaleleri ile karşılaştı. Bu esnada sizin de en şiddetli arbede olan yere girdiğinizi ve polis tarafından gözünüzün içine biber gazı sıkıldığını gördük. Geçmiş olsun hocam. Acımasızca yapılan bu müdahale hakkında ne söylemek istersiniz?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Emniyet, hiçbir hakkı olmadığı halde insanları belli bir mekânda tutmak ve karşı kaldırıma geçmelerini engellemek istiyor. Kitlenin durmasını istediği tarafta da kaldırımı işgal ederek ve önlerine sıra sıra dizilerek yoldan geçenlerin görmesini engelliyor. Döviz ve pankartların görülmemesini ve sesimizin duyulmamasını sağlamaya çalışıyor. Sorun buradan çıkıyor. Sayıyı az buldukları yerde arkadaşları darp etmeye başladılar. Arkadaşlara yapılan muameleyi görünce ben de arbedenin içine girdim. O anda özel olarak beni hedef seçip gözümün içine biber gazı sıktılar. Yarım saat kadar kendime gelemedim, gözümü açamadım. Neyse ki bazı arkadaşların yanında göz damlası vardı. Birkaç damla damlattık, biber gazının tesiri kırılınca gözümü açabildim.
Olaylar büyüyünce sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı bizimle uzlaşmaya çalıştı. Biz de polislerin çekilip barikatların kaldırılmasını istedik. Üç polisten birini bırakıp barikatları kaldırdılar. Kaldırımdan aşağı indiler. Döviz ve pankartların görülmesini engellemeyi bıraktılar. Ondan sonra hoparlörlerle sloganlar ve marşlar söyleyerek mahkemedeki arkadaşların bırakılmasını bekledik. Serbest bırakılan arkadaşlarımızı alıp konvoy halinde basın açıklaması yapacağımız İnönü Parkına gittik.
Furkan Nesli: Hocam, son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Alparslan Kuytul Hocaefendi: Emniyetin ve Adliyenin önündeyken kardeşlerimiz ara ara “İşkenceci polisler hesap vermeli” şeklinde sloganlar attılar. İşkenceci polislerin hesap vermesi için evvela devletin adaletli bir devlet olması, İçişleri Bakanı’nın bunlarla ilgili gerekli önlemleri alması, bu tür hadiseleri engellemek için gereken talimatı vermesi, Cumhurbaşkanı’nın böyle olaylara müsaade etmemesi lazım. Eğer bu ülkede adalet olsaydı polisler rahat rahat zulmedemezlerdi çünkü zulmün hesabı sorulurdu. Bilinmelidir ki Allah’ın mahkemesinde adalet olacaktır ve orada bu yapılanların hesabı verilecektir.
Tüm kardeşlerimiz her şeye hazır olmalıdır! Benim onlara tavsiyem, evlerini sürekli aramaları ve dikkatli olmaları. Çünkü bizimle uğraşan İslam düşmanları bugüne kadar hiçbir başarı sağlayamadılar ve bunun acısını çekiyorlar, çıldırıyorlar, öfkelerinden çatlıyorlar. Eğer bir gün bir kardeşimizin evinde silah, uyuşturucu madde ya da benzeri şeyler çıkarsa, herkes bilsin ki bu İslam düşmanlarının işidir. Çünkü bize bir türlü boyun eğdiremediler ve bir türlü biat ettiremediler. Bu yüzden böyle çirkin yollara başvurabilirler.
Biz bu yola çıkarken Kur’an’ın ifadesi ile “Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir”3 diyerek yola çıktık. Bakara Suresi 156. ayette: “Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: ‘Biz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na dönücüleriz” buyuruluyor. Bu yaşanılanlar da bir musibettir. O zaman biz de demeliyiz ki: Biz zaten Allah’a aitiz, biz zaten Allah içiniz. Elimiz de ayağımız da gözümüz de kulağımız da hayatımız da ölümümüz de hepsi Allah’a aittir. Zaten sonunda Allah’a döneceğiz; o halde mesele yoktur. Bu dünyada ister evinizde eşinizle, çocuklarınızla birlikte yaşayın isterse hapishanede yaşayın. Sonuçta dünya üç günlüktür ve bir gün bitecektir. Hapse giren kardeşlerim üzülmesinler! Allah Azze ve Celle o hapishane duvarları arasında size öyle bir mutluluk verir ki o zindanı cennet bahçesine çevirir, sizi evinizden daha fazla mutlu kılar. Ben en büyük mutluluğu hapishanede yaşadım. Allah’a tevekkül edip yolumuza devam edeceğiz.
Furkan Nesli: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz Hocam…
- Suç sonradan işlenir. İnsan önce suçlu değildir; sonra bir sebep ve fiilden dolayı suçlu olabilir.
- Müslim, Birr, 58
- En’am, 162