Makale

Çiçeklerimiz Koparılıyor! Fidanlarımız Kesiliyor! Müslüman Gençlik Yok Ediliyor!

Paylaş:

             Çanakkale’de yenilgiye uğrayan İngiliz donanmasının komutanı Winston Churchill ‘Biz onların çiçeklerini kopardık, bellerini doğrultamazlar’ demişti. Gerçekten de son dönem Osmanlı’nın, eğitimli, yetişmiş genç nesli Çanakkale’de şehit edildi. İstanbul’un en gözde liselerinin 15 yaş üstü çocukları, İstanbul Üniversitesinin gençleri, binlerce öğretmen, tıbbiyeli, mülkiyeli ve gencecik subaylar Çanakkale’de şehit edildi. Mustafa Kemal bu durumu ‘biz Çanakkale’de bir dar’ul fünûn gömdük’ diye ifade eder.

                Bir ülke için eğitimli genç nesil ‘gelecek’ demektir. Hiç girmememiz gereken 1. Dünya Savaşı’nda aslında biz geleceğimizi kaybettik. Geride kalan eğitimli insanlarımız da harf devrimiyle bir gecede okuma-yazma dahi bilmeyen cahillere çevrildi ve şapka kanununa muhalefetten, İslami eğitim almış binlerce insanımız, hocalarımız asıldı. 12 Eylül’de sağ- sol davasından on binlerce insan (çoğunluğu okumuş gençlerden oluşan) cezaevlerine dolduruldu; 17 yaşındaki gençler idam edildi... Ve 28 Şubat... Binlerce genç kız başörtüsü yasağından dolayı ortaokul, lise, üniversite eğitimini alamadı. Hali hazırda okuyanlar da okullarından atıldı. Kızların okumasının önemini vurgulayanlar, okumak isteyen kızların önünü tamamen kesti. Çünkü onlar başörtülü, İslami hassasiyeti olan kızlardı ve böyle kızların bırakın okumaya -onların nazarında- bu ülkede nefes almaya dahi hakları yoktu…

                Biraz boy verince koparılan fidanlar gibidir gençlerin ölümü… Büyümeden, meyve veremeden koparılan fidanlar… Yunus der ya:

                Bu dünyada bir nesneye, yanar içim göynür özüm

                Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi…

                Mısır’ın çiçekleri koparılıyor. Binlerce genç idama mahkûm edildi ve teker teker idam ediliyor. Hiçbir somut delil yokken, işkence altında yaptırılan itiraflar delil kabul ediliyor. Gencecik insanlar darağacına gönderiliyor. Zalim çok merhametsiz… Zalimin gözü dönmüş… Memleketin kaybetmesi umurunda değil. Ülkenin geleceğinin yok olması, belinin kırılması umurunda değil. Onun tek kaygısı kendi otoritesi, canı ve ailesi… Dünya yıkılsa umurunda değil. Dünyamız, memleketlerimiz, Müslüman halklar, neslimiz ve neslimizin canı, namusu, aklı, fikri bu zalimlerin elinde yok oluyor. Acil durum çağrısıdır yaptığım! Bir feryattır yazdıklarım! Ben böyle bir dönem görmedim! Kâfirin planı zalimlerin eliyle işliyor! Kâfirin planı sözde Müslümanların eliyle acımasızca işliyor.

                Aslında bugünlerde Mısır’da alenileşen ama esasında bütün İslam âleminde var olan ‘genç kıyımı’, kâfirin son yüz yıllık planının en önemli ayaklarındandır. Yukarıda yazdığım 1. Dünya Savaşı’nda Churchill’in ifadesi, bu projenin 100 yıl önce başladığının işaretidir. Düşman yine çok akıllıca, sinsice ve bugünümüzü-yarınımızı etkileyecek, derin bir plan yapmış.

                Özellikle son 20 yılda gençler üzerinde oynanan oyunlar hız kazanmıştır. Ortadoğu’da bir şeylerin sebep olarak gösterilmesiyle oluşturulan ‘çatışma bölgelerine’ şehadet arzusuyla yanan gençler, karanlık insanların telkinleriyle yönlendirildi, halen de yönlendiriliyor. Afganistan’a, Suriye’ye giden gençlerin birçoğu orada şehit oldu. Bunlardan belki en ağır bilançoyu yaşatan örnek, 5 yıl önce bir anda ortaya çıkan (kuruluşu daha eskiye dayanıyor) DAEŞ örgütüdür. Bu örgüt binlerce genci, Irak ve Suriye’nin belli bölgelerine, adeta mıknatısın demiri çekmesi gibi çekti. Dünyanın dört bir tarafından İslami duyarlılığı olan veya macera arayan binlerce genç, akın akın, devletlerin sınır kontrol noktalarından ellerini kollarını sallayarak, bu kara delik gibi çeken, karanlık örgüte gitti… Birçoğu gidiş o gidiş. Bunlar gittikleri yerde İslam’ın asla kabul etmediği zulümler yaptılar. İnsanları zorla Müslüman yapmaya çalışma, kafa kesme / örgütten ayrılmaya çalışanları infaz görüntüleri, listenin başında hocaların olduğu ölüm listeleri yayınlama vs. vs. Binlerce akılsız genç kız da bu örgütün ağına düştü. Saçma sapan evliliklerle perişan oldular…

                Bu örgütü kim kurdu; neden kurdu? Sorularının cevabını Mahir Kaynak’ın ‘Bir olay kimin işine yarıyorsa, olayın faili odur’ temel tespitiyle bulabiliriz. Bu proje örgüt, İslam’ın ve Müslümanların zararına ne varsa yaptı. İslam’ın ‘kafa kesen’ bir din olduğu mesajını vererek İslamofobinin güçlenmesini sağladı. Daha sayabileceğimiz yüzlerce konuda ciddi zararlar verildi (konumuz bu olmadığından bunu açmıyorum…). Binlerce genci ağına çekip yok etti. Dolayısıyla bu örgüt Müslümanların zararına, İslam düşmanlarının faydasına ne varsa yaptı… Yani külliyen kâfirin işine yaradı. Bu örgüt ilk çıktığında, belki samimi ama oynanan oyunları görme feraseti ve sağlıklı bir siyasi bakışı olmayan Müslüman siyasiler, aydınlar ve hocalar doğru tahliller yapamadılar. Gerçekten oralarda bir İslam devletinin kurulduğu zannedildi. Bazıları bu örgütün ‘yaramaz çocuklar’ dan oluşan bir örgüt olduğunu dile getirdi. Gençlerimizin bu ne idüğü belirsiz örgüte gitmesinin önünü kesmek için, hiçbir ciddi çaba ortaya konulmadı. İşte Alparslan Kuytul Hocamız daha bu örgüt ilk ortaya çıktığı günlerde ‘IŞİD bir Amerikan projesidir. Silahlı bir yapı bu kadar kısa bir sürede bu kadar güçlenemez; bunun arkasında Amerika var ve gençlerimizi buraya çekip kıyım yapacak’ diye İslam alemini, gençleri, yetkilileri yüksek perdeden uyarmıştı. Aynen dediği gibi oldu... IŞİD’ın bir kıyım projesi olduğu ortaya çıktı.

                Ve her proje gibi IŞİD projesini yapanlar da kullandıkları bu projenin yıprandığını, deşifre olduğunu, artık çekim gücü olmaktan çıktığını anlayınca (ve elbette başka siyasi sebeplerle de...) projeyi sonlandırmaya karar verdiler. Şimdilerde yapılan açıklamalar binlerce IŞİD militanının öldürüldüğü ve IŞİD’in belinin kırıldığı yönünde. Ve hasar tespit ve enkaz kaldırma çalışmaları başladı… Ve bu kıyım projesini yapanların adamı olan ölü ağlayıcılarının devreye girme zamanı geldi... Zaman ‘ne olacak bu on binlerce IŞİD’li kadın ve çocukların hali’ diye ağıtlar yakma zamanıydı artık. Çok acı bir durum… Yine öldürüldük; yine onulmaz yaralar açıldı yüreklerimizde, hayatlarımızda ve yine çaresiz durumlara gark edildik…

                Ve ülkem, Türkiye’min gençleri. Son 2,5 yıldır ülkenin binlerce üniversiteli genci zindanlara dolduruldu. Geçmişte içinde, kıyısında, kenarında oldukları iddia edilen bir yapı bahane edilerek, bir damga vurularak geleceği karartılan gençlerimiz… Ve tahsilli binlerce insanımız. Türkiye’nin birikimi, bir değil onlarca dar’ul fünunun (üniversite ve üniversite mezununun) toprağa gömüldüğü, ardı arkası kesilmeyen, bitmeyen operasyonlar… ‘Hoşuma gitmeyen proje, 15 Temmuz projesi…’ diyen eski başbakanın benzetmesi üzerinden gidersek ‘bu proje’ çok canlar yaktı, halen de yakmaya devam ediyor. Kodaman plan yapıcıların hiçbir şey umurunda değil. Gencecik öğrencilerin, öğretmenlerin hayatlarının kararması, binlerce ailenin tarumar olması, binlerce çocuğun ağır travmalar geçirmesi, memleketin 50 sene geriye gitmesi, geleceğimizin yok edilmesi kimsenin umurunda değil. Zannediyorum ki bu kadar kıyım, İslami duyarlılığı olan bir neslin ortaya çıkmaması için bir gözdağıdır…

                Bir de bedenen sağ ve özgür bırakılan ama ruhen, kalben ve fikren öldürülen, esir edilen gençlerimiz var. Bunları yığınlar halinde ülkemizde görmekteyiz. Birazcık İslami duyarlılığı olan gençlerimiz, İlahiyat Fakültelerinde din diye anlatılan felsefe ve ehlisünnet dışı fikirlerle toplu toplu zehirleniyor. Elimiz kolumuz bağlı bir vaziyette onların bu fikir ve kalp zehirlenmelerine maruz kalmalarına kahroluyoruz.1 Sporla, müzikle, haram hayatlarla kandırılan gençlerimizi ne görmeye ne anlatmaya yüreğimiz dayanmıyor…

                Firavun’un çocukları katlettiği yıllara ‘zebh yılları’ denilir. Yani ‘kesme yılları.’ Anlaşılan odur ki bu çağın Firavunları neredeyse her yılı ‘zebh yılı’ ilan etmiş ki kesim, kıyım bitmiyor. Tarih bu yılları da ‘zebh-kıyım yılları’ olarak kaydedecek. Birileri İslamcı gençliğin kökünü kazımak istiyor... Elbette, mukadderattan kaynaklı kıyımlara veya sonuç almamızı sağlayacak şehadetlere boynumuz kıldan ince. Şayet ölümümüz uyanışa vesile olacaksa, bin bin ölelim. Ama ölümümüz ahmaklığımızdan kaynaklı oluyorsa, düşmanın tuzağına düşerek ölüyorsak, böyle ölmelerimizin de bir hesabının olduğunu unutmayalım!

                Gençlerimiz zalimlerin ve gasıpların elinde inim inim inliyor… Mısır’da zulmen öldürülenler de bizim çocuklarımız; Amerikan projeleriyle kandırılan, kıyımdan geçirilen, suç makinesine dönüştürülen, ölen de öldüren de bizim çocuklarımız. Külliyen kayıptayız külliyen! Zalim de mazlum da bizim çocuklarımız... Daha ötesi var mı? Zalimin zulmüne engel olmak, mazluma sahip çıkmak zorundayız. İlahiyat Fakültelerinde zehirlenen gençler de bizim çocuklarımız; tüm eğitim sistemindeki Aristo/ Marks arasında dönüp duran eğitim mantığından geçenler de bizim çocuklarımız. Ülkemin zindanlarındaki binlerce üniversiteli genç de bizim çocuklarımız, onları oraya dolduranlar da bizden olduğunu iddia eden insanlar… Külliyen kayıptayız külliyen!

                Mısır’daki zulümlerin bitmesi için de mücadele etmeliyiz, saflığın-kandırılmanın yaşattığı cehaletin zulmüyle de zehirli fikirlerin ilkokuldan itibaren zerk edildiği eğitim sistemiyle de dini yanlış anlatan sözde hocalarla da… ‘Dert söyletir’ derler ya… Benim durumum öyle… Bir de dert büyük olunca söyleyecek söz bitmiyor. Hasan El Benna’nın telaşını ve kaygıyla söylediği sözü daha iyi anlıyorum: “İşimiz çok (ve de zor); vaktimiz az!” Bir acil durum çağrısıdır yaptığım! Bir feryattır yazdıklarım! *

 

1. İlahiyat Fakülteleri konusu çok derin ve sıkıntılı bir konu. Başka bir yazıda bunun detayına gireceğiz.

* http://rumeysasarisacli.blogspot.com/2019/