Davetin kabulünde davetçinin şahsiyetinin rolü şüphesiz çok önemlidir. İslam davetçisi olumlu vasıflarıyla gönüllere nüfuz eder, onları kendisine ve davasına yaklaştırırken; olumsuz yönleriyle insanları kendinden ve davasından uzaklaştırmış olur. İslam’a davet gibi çok şerefli vazifeyi yüklenmiş olan dava erleri bu güzel vasıflarla bezenmedikçe, olumlu yönlerini geliştirmedikçe başarılı olmaları zordur. Bu olumlu vasıflar bir yandan hareketin gelişmesine katkıda bulunurken, diğer yandan bu çetin yolda davetçinin dökülmesini engelleyici birer yol azığı hükmündedir. Bu vasıflardan bazılarına değinmiştik. Diğer bazı vasıflar ise şunlardır:
İhlâs
Kur’an-ı Kerim, ilk İslam davetçileri olan Peygamberlerin önemli bir özelliğinden bahseder. Rasullerden, kendileriyle gönderilen hakikatlere ve uyarılara sırt çeviren toplumlarına şunu vurgulamaları istenir: “Eğer yüz çevirecek olursanız, ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim, yalnızca Allah’a aittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum.”1 Maddeyi ön plânda tutan ve her şeye materyalist pencereden bakanlar, nebevî öğütlerin ardında daima dünyevî birtakım çıkarlar olduğunu düşünmüşler, Rasullerin makam-mevki için, baş olma sevdasıyla hareket ettiklerini zannetmişlerdir. Dünyevî çıkarlar için değil de, Allah Azze ve Celle rızası için bu yola girmeyi özellikle de her şeyi göze alarak kendileriyle ve sistemleriyle mücadele edilmesini “delilik” olarak nitelendirmişlerdir. Oysa Allah Azze ve Celle, davetçileri değil maddî ücret, manevî ücret beklentisi içinde olmaktan bile men etmektedir. “Yaptığın iyiliği çok görüp başa kakma!”2 ayetiyle daha işin başında Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ve müminlere hiçbir menfaat beklentisi (maddî-manevî) olmaksızın, sırf Rıza-ı İlahi için hareket etmeleri emredilmiştir. İhlâs; davette etkili olabilmek için, daha da önemlisi yapılan amellerin boşa gitmemesi için sahip olunması gereken en önemli özelliktir. İhlâs mührüyle mühürlenip ağızdan çıkan sözler muhataplarına mutlaka tesir eder. Bunun yanında ihlâs olmadan söylenen sözler ne kadar edebi olursa olsun tesiri daha zayıf olur. Rivayete göre adamın biri Hasan-ı Basri Hazretlerine çok güzel sözler söyler. Bunun üzerine Hasan Basri Hazretleri adama: “Ya bizde bir kusur var ya da sende. Çünkü sözlerinden hiç etkilenmedik. Bir kalpte ne varsa başka kalbe de onu ulaştırır” diyerek ihlâsın önemine vurgu yapar.
Davetçi, insanlara temiz bir kalple yönelmeli, görevini yaparken herhangi bir karşılık ümidiyle, mal ve makam beklentisiyle değil, sırf Allah Azze ve Celle’nin rızası için hareket ettiğini gösterebilmelidir. “De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.”3 Eğer davetçi bu ayeti hayatına uygularsa ve bu ahlâk kendisinde yerleşirse her şart ve zeminde tüm gücünü Allah Azze ve Celle rızası için harcayan muhlislerden olmuş olur.
İtîdal (Dengeli Olmak)
“Böylece sizi orta yolu benimseyen (vasat) bir ümmet yaptık ki, siz insanlara örnek olasınız ve Peygamber de size örnek olsun.”4 Bu ayet bir yandan ümmet olma şerefinin (sancağının) İsrail oğullarından alınıp Ümmeti Muhammed’e verildiğine işaret ediyor. Öte yandan vasat ümmet tabiriyle insanlığa örnek olurken fıtrata uygun, ifrat ve tefritten uzak, dengeli bir çerçeveye dikkatlerimizi çekiyor. İslam ümmetinin en önemli vasfı her türlü ifrat ve tefritten uzak olan vasat olma (ölçülü, dengeli olmak) olarak belirlenmişken, davetçinin itidal üzere olmaması elbette ki düşünülemez. Bilindiği üzere ifrat; herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırı davranma manasına gelir. Tefrit ise herhangi bir konuda geri kalma, emredilen işleri boş verme, onları önemsememe, yeterli ölçüde olmama durumudur. Bizden istenen hayatın her alanında itîdali elden bırakmadan orta yolu tutturmamız, her türlü aşırılıktan (ister itikadi, ister ameli olsun) uzak durmamız ve sahih İslamî anlayışa sahip olmamızdır. Seyyid Kutub’un tefsirinde dediği gibi: “Bu ümmet, düşünce ve inanç alanlarında, sosyal düzenleme ve koordinasyon alanında, insanlar arası ilişkiler ve karşılıklı bağlar alanlarında, zaman perspektifi konusunda vasat (orta yolu benimsemiş) bir ümmettir.” Bu anlamda davetçinin hayatında söz-eylem bütünlüğünden tutun da hayatının tüm alanlarında dengeli olması, davet ederken ifrat ve tefritten uzak durması, insanlara kolaylaştırıcı olması ve zorlaştırıcı olmaması gerekmektedir.
Dinde aşırılığa ve zorlaştırmaya sebebiyet veren iyi niyet hususunda Buhârî Enes Bin Malik’den bir grup insanın Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hanımlarından, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ibadetiyle ilgili şeyleri sorup öğrendiklerinde şöyle dediklerini rivayet eder: “Rasulullah Sallalahu Aleyhi ve Sellem nerede biz nerede! Allah onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir.” Böyle dedikten sonra birisi bütün gece namaz kılmak, diğeri gündüzleri aralıksız oruç tutmak ve üçüncüsü de kadınlardan uzak durmak konusunda sözleştiler. Bunun üzerine Rasulullah Sallalahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Bunları diyen siz misiniz? Hâlbuki en çok Allah’tan korkanız ve en çok O’ndan sakınanız benim. Fakat ben oruç da tutarım, oruca ara da veririm, namaz da kılarım, istirahat da ederim, ayrıca kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”5
Dengeli olmak (itidal), davetçiyi ne kadar davet yolunda sebatkâr kılar, bu yolda sabretmesini kolaylaştırırsa, aşırılık da o oranda davetçinin bu yolda dökülmesini hızlandırır. “Kendilerini güçlerinin yetmeyeceği birtakım yükler altına sokanlar, herhangi bir konuda orta yolu tutmayanlar, her şeye dalmakta ısrarlı olanlar, uçsuz bucaksız bir çölü süratle kat etmeyi arzulayan, binitini helak eden ve amacına ulaşamayan kişiler gibidirler.”6
Tevâzu Sahibi Olmak
Rasulullah Sallalahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki: “Allah Azze ve Celle bana: ‘Mütevâzi olun, öyle ki kimse kimseye zulmetmesin, kimse kimseye karşı böbürlenmesin’ buyurdu.”7
İnsan, yapısı itibariyle kendisini çokça öven, kendisinden çok bahseden, ben bilirim havasında olan kibirli kişilerden hoşlanmaz. Kibir, davetçi ile insanlar arasında bir duvar ve engel olurken, tevazu ise sahibini çevresine sevdiren güzel bir vasıftır. Mütevâzi davetçi, toplumun tüm kesimleriyle rahatça kaynaşıp, onların dertleriyle dertlenebilir, aralarında bir ünsiyet oluşabilirken; kibirli olan davetçi ise, neredeyse toplumdan uzak bir hayata mecbur kalır. Kibir davet esnasında çok değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Bazen bir davetçide fakirlerle kaynaşmamak, onlarla oturup kalkmamak şeklinde olurken, bazen de elbisesine fazla özen göstermek, gösterişli ve süslü giyinmek şeklinde olabilir. Büyük topluluk olmadan konuşma yapmamak, konuşma sırasında zoraki edebî cümleler sarf etmek gibi kibir alameti içeren davranışlar insanları etkilemekten uzaktır. “Tevazu sahibi bir davetçi; her insanla birlikte yaşayabilen, herkesi kabul eden, kim olursa olsun fark gözetmeden bütün insanlarla konuşan ve her insanı ziyaret edip onları Allah Azze ve Celle için sevendir.”8
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, makamının yüceliğine rağmen insanların en mütevâzisi idi. Hastaları ziyaret eder, cenazeye iştirak eder, kölelerin dâvetine icabet eder, ayakkabısını tamir eder, elbisesine yama yapar, ev işlerinde ailesine yardım ederdi. Çocuklara selâm verir, onların hâl ve hatırını sorardı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’a bir adam getirildi; adam Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’ın heybetinden titremeye başlayınca: “Sakin ol! Ben bir kral değilim. Ben güneşte kurutulmuş et yiyen Kureyşli bir kadının oğluyum” diyerek adamı teskin etti.9
Hizmet içerisinde verilen görevi küçümsemek, adeta o görevi kendisine yakıştırmamak ve bu görevi filan kişi yapsın demek kibir iken; küçük büyük demeden verilen her görevi şeref bilmek ve o görevi lâyıkıyla yaptığında bile, insanlardan takdir beklememek ve her dâim acizliğini idrak edebilmek ise samimiyet ve tevazudur.
Buraya kadar davetçilerde bulunması gereken bazı vasıflara temas etmeye çalıştık. Rabbim bu vasıflarla bezenebilmeyi ve görevlerimizi hakkıyla yapabilmemizi bizlere kolaylaştırsın inşallah.
1) Yunus, 72.
2) Müddessir, 6.
3) En’am, 162.
4) Bakara, 143.
5) Buhâri, Nikâh, 4675.
6) Fethi Yeken, Davet Yolunda Dökülenler, s. 76-77.
7) Ebu Davud, Edeb 48; Kütüb-i Sitte, 16. Cilt s. 360.
8) Fethi Yeken, Davet Yolunda Hazırlık, s. 47.
9) İbn-i Mâce, Et’ime 30.