Hedef

Davetçinin Yol Azığı Teheccüd Namazı

Paylaş:

İslamî davetin önündeki engelleri aşıp bu engellere takılmamak bütün Müslümanların ve bilhassa davetçilerin üzerinde durması gereken hususlardan biridir. İslam’a hizmet ettiği halde sonradan kendi kabuğuna çekilmiş davetçilerin aksine böyle olmayan, ölünceye kadar görevlerini yerine getirebilen davetçiler vardır.

Peygamberlerin hayatına baktığımızda, davetçinin önündeki zorlukları görmekteyiz. Bütün peygamberler kavimleri ile savaşmış, kendi milletleri tarafından vatanlarından kovulmuş ve birçok işkenceye maruz kalmışlardır. Allah Azze ve Celle, Rasulünü ve O’nun ümmetini zor günlere hazırlayabilmek için, onlara bazı zorlukları emretmişti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ashabını öyle bir eğitmişti ki onları zor günlerin insanları haline getirmişti. Onlar savaştaki zorluklar ve ölüm korkusu dâhil bütün korku ve sevgileri aşabilmişlerdi. Çünkü Allah ve Rasulü onlar için her şeyden daha sevimli hale gelmişti. Mus’ab bin Umeyr’in annesinin, oğluna yapmış olduğu manevi baskının şiddetini tahayyül edebilirsiniz. Her türlü yardımı ve ikramı yaparak sizi büyüten, sizin için her şeyini ortaya koyan anneniz size diyor ki; “Eğer sen dininden ve bu davadan vazgeçmez ve atalarının dinine dönmez isen ben burada senin gözünün önünde açlıktan öleceğim.” Mus’ab ise: “Vallahi anne, senin yüz tane canın olsaydı, her birini aç kalmak sureti ile gözümün önünde verseydin ben yine de davamdan ve Rasulullah’ın dininden dönmezdim” diye cevap veriyor. Çünkü Mus’ab’ın kalbinde Allah ve Rasulü’nün sevgisi ile davanın haklılığı öyle bir yer etmişti ki; onun gözünde ne anne sevgisi ne de başka bir sevgi kalmıştı. Ashabını eğiten Allah Rasulü, onların kalplerine bütün sevgilerin üzerinde bir sevgiyi yerleştirmişti.

Öyle zamanlar oldu ki Müslümanları Mekke’nin dışına atarak üç sene boyunca ambargo uygulayan müşrikler Müslümanlarla konuşmayı, kız alışverişini, onlara ekmek yemek vermeyi, kervanların onların önünden geçmesini yasakladılar. Yaşlı ve çocuklar dâhil tüm Müslümanlar üç sene boyunca Mekke’nin güneşi altında ıstırap çekip işkenceye uğradı, bazıları ise bu işkenceler sonucunda şehit edildi.

Hira dağında ilk vahiy geldiğinde Peygamberimiz tedirgin olmuş, gördüğünün cin mi melek mi olduğunu bilmediği için heyecanlı bir vaziyette evine gidip, Hatice validemize; “Üstümü örtün” demişti. Allah Azze ve Celle ise Müddessir Suresinde Peygamberine hitaben; “Ey örtüsüne bürünen!”1 diyerek seslendi. Allah bu hitabıyla Peygamberimize, “Ey üzüntü halinde yatan Habibim! Bu davayı insanlara nasıl anlatacağım, davamı anlattığım zaman ne gibi zorluklarla karşılaşacağım deyip birtakım tereddütler içerisinde kalma!” “Gecenin az bir kısmı müstesna olmak üzere kalk. Ve Kur’an oku (namaz kıl)”2 “Biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz”3 buyurdu. Rabbimiz “Geceleyin kalk” emriyle; ‘Ey Habibim, ağır sözü taşıyabilmen için geceni değerlendirmen lazım’ demektedir. Rableri için geceleyin kalkıp namaz kılamayanlar, bu büyük davayı nasıl taşıyacaklar?

Bazı tefsirler bu ayeti “vahyin ağır olması” şeklinde yorumlamıştır ki bu şekilde ayete çok kısır bir mana verilmiştir. Kanaatimce asıl mana; Allah Rasulüne verilen davanın ağırlığıdır. Yani Rabbimiz, “Ey Rasulüm! Sana öyle bir vahiy indiriyoruz ki bundan sonra rahat yüzü göremeyeceksin!” demektedir. Bir defasında Hatice validemiz; “Ya Rasulallah, çok çalıştın, çok yoruldun biraz dinlensen” dedi. Peygamber Efendimiz de; “Ya Hatice! Sen bana istirahat et diyorsun ama Allah bana öyle bir dava verdi ki, artık uyku devri çoktan geçmiştir” buyurdu. Havariler de İsa Aleyhisselam’a; “Ey muallim! Çok konuştun, çok yoruldun biraz istirahat et” dediğinde, Hz. İsa; “İnsan dünyaya istirahat için gelmemiştir. Nefsinizi bir at gibi görünüz. Ata her türlü işi yaptırırsınız, sonra da saman verip onu ahıra koyarsınız” demişti.

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, peygamberlik hayatı boyunca yukarda zikrettiğimiz sözüne sadık kalarak çok az uyumuş, geceleyin namaz kılıp gündüz de cihat etmiştir. “Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk” ayeti indiğinde on iki ay boyunca Efendimiz ve ashabı sabaha kadar namaz kıldılar. Hatta namaz kılmaktan ayaklar şişmeye başlamıştı. İnsanların ağır bir davaya hazırlanmaları için böyle bir manevi eğitimden geçmeleri gerekiyordu. Bu şekilde Allah Azze ve Celle davayı omuzlayacak olan öncü kadroların manevi bir terbiyeden geçmeleri gerektiğini ümmete öğretmiş oldu.

İnsanlara, ‘gece saat üçte kalkarsan sana şu kadar ücret verilecektir’ denilse herkes kalkar. Müslümanlar o kadar acı bir durumda ki, Rablerine münacaatı, paraya değişir olmuşlar. Para, Rableriyle beraber olmaktan daha kıymetli olmuş. Hâlbuki ashap böyle değildi. Biz neden ashap gibi olamıyoruz? Çünkü onlar gibi eğitimden geçmiyor, onlar gibi nefsimizi eğitmiyoruz. Çünkü biz bir sene sabaha kadar namaz kılmadık. Bir sene sabaha kadar namaz kılan, oruç tutan insanlarda manevi gelişmeler başlar. Efendimiz, bu yola giren ve hayatları boyunca az uyuması gereken davetçilere bir yol gösteriyor. Gece namazı kılmak, davetçi için belki oruçtan da büyük faydalar sağlayacaktır. Devamlı olarak geceleyin Allah için kılınan namaz -iki rekât dahi olsa- Rabbimiz katında çok sevimlidir. Çünkü Allah katında amellerin en sevimlisi az ama devamlı olandır. Bir hadiste Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Allah’a en sevimli olan oruç Davud’un orucudur. Allah’a en sevimli olan namaz Davud’un namazıdır. Davud Aleyhisselam, bir gün oruç tutar bir gün iftar ederdi ve gecenin yarısından sonra kalkar gecenin üçte birinde namaz kılar sonra bir miktar daha uyurdu. Allah’a en sevimli olan namaz; gece namazı ve Allah’a en sevimli oruç ise işte budur.” Allah’a en sevimli olan namazın ve orucun tarifi ‘Davud’un orucu ve Davud’un namazı’ şeklinde yapılmıştır. Efendimiz bu şekilde ashabına kendi hayatıyla örnek olmuş ve onlar da Allah Rasulünün eğitimiyle terbiyelenip bu davanın bugüne kadar gelmesine vesile olmuşlardır.

Efendimiz bir hadiste buyurdu ki; “Ne mutlu o kişiye ki güzel bir yatağı ve yanında yatan güzel bir karısı olduğu halde geceleyin nefsini, yatağını, karısını terk eder ve kalkar iki rekât namaz kılar. Allah Azze ve Celle onu meleklerine gösterir, ‘İşte bu kuluma bakınız, şehvetini terk edip beni tercih etti’ ve bir başkası kalkıp geceleyin namaz kılar. Allah meleklerine karşı onunla övünür: ‘İşte bu kulum kendisini bana feda etti.’ Bir başkası arkadaşları ile birlikte sefere çıkar, seferde düşmanla karşılaşıp hezimete uğrarlar fakat o, tek başına savaşmaya devam eder ve Allah meleklerine karşı onunla övünür: ‘İşte bakınız bu kulum kendi nefsini bana ikram etti.’ Yine bir başka kul arkadaşlarıyla beraber geceleyin yolculuğa çıkar, uzun bir seyahatten sonra yorgun argın bir vaziyetteyken arkadaşları yatar fakat o yatmaz ve kalkar ta ki fecir doğuncaya kadar namaz kılmaya devam eder. Allah meleklerine karşı o kuluyla övünür.” Allah, böyle kullarını sever ve onlara güler. Bir hadiste: “Allah kime gülerse ona hesap yoktur” buyruluyor. Allah, kimin yaptığı amelden dolayı hoşlanır, gülerse artık ona kıyamet gününde de kabre girdiği zaman da hesap yoktur.

Bir gün Tabiinin büyüklerinden olan Abdullah ibni Ebu Haysem, Aişe validemizin yanına gider. Aişe validemiz ona “Ey Allah’ın kulu, gece namazı kılmakta sakın gevşeklik gösterme. Vallahi ben Rasulullah’ın benim yanımda hastayken bile kalkıp geceleyin namaz kıldığını gördüm. Hasta olduğu zamanlarda bile geceleyin kalkar muhakkak namazını kılardı” der. Anlıyoruz ki Aişe validemiz, konuştuğu insanlara gece namazını tavsiye ediyordu. Evet, Müslümanlar belki çeşitli hallerden dolayı her gece kalkıp namaz kılamayabilirler. Ama bazı günlerde iki rekât da olsa kendilerini bu namazdan mahrum etmemelidirler…

Konuya devam etmek üzere…

*Davetçinin Yol Azığı, Teheccüd Namazı dersinden hazırlanmıştır.

1.Müddesir, 1

2.Müzzemmil, 2

3.Müzzemmil, 5