Kıymetli Furkan Nesli Dergisi okurları! Bu sayımızda Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi ile gerçekleştirdiğimiz röportajı sizler için hazırladık. Muhterem Hocamızla 22 Nisan Cumartesi günü Adana’da gerçekleşen olayları konuştuk. Hocamız, o gün üzerinden Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma dair analizlerini bizlerle paylaştı.
Furkan Nesli: Muhterem Hocam! İptal edilen konferansınız ve Cem Küçük’ün yaptığı açıklamalarla ilgili gerçekleştirmek istediğiniz basın açıklamasına polisin müdahale etmesine kadar olan süreçten bahseder misiniz?
Evet, ben de bu vesile ile Furkan Nesli okurlarını selamlıyorum. Önce belediyeye ait olan Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosunu tutmak istedik, vermediler. Sonra Aqua Park salonunu kiraladık. Cuma günü Emniyetten konferansın yasaklandığı haberi geldi. Valiliğin yasak kararında “Furkan Eğitim ve Hizmet Vakfı adı altında veya bu vakıfla irtibatı ya da iltisakı bulunan şahıslar tarafından söz konusu etkinlikle ilgili ilimiz genelinde yapılması istenen tüm faaliyetlerin yasaklanması…” diye bir ifade geçiyor. Bunun içerisine basın açıklaması girer mi? Diyelim ki girer. Aslında öyle olsa, onu da belirtmesi gerekirdi. Basın açıklaması yasağı getirilmiş olsa bile o konferansla ilgili gelmiştir. Bizim yapacağımız açıklama ise Cem Küçük ile ilgili basın açıklamasıydı.
Cem Küçük, Mavi Marmara’ya katılanlara ‘manyak’ demişti. Bu haber Akit Gazetesi’nde de ‘İçimizdeki Siyonist Deşifre Oldu’ başlığı altında verildi. Hâlbuki Mavi Marmara gemisinin Filistin’e yardım götürmesine Cumhurbaşkanı izin vermişti. Dolayısıyla bu söz Cumhurbaşkanı’na da gitmektedir. Olay esnasında Emniyet amirine basın açıklamasının Cem Küçük ile ilgili olduğunu söylediğim ve Adana ilinde basın açıklaması için izin alma zorunluluğu olmadığını hatırlattığım halde emniyet amiri müdahale emri verdi. OHAL olmasa, zaten Türkiye’de basın açıklaması yapmak için izin alma zorunluluğu yoktur. Olağanüstü halde bu yetki valiliklere veriliyor, valilikler de şehrin durumuna göre kritik zamanlarda yasaklayabilir. Emniyet amirine bunu söylediğimde ‘hayır, Cem Küçük’le ilgili basın açıklaması da yasak’ diyemedi. Emniyet amirinin ‘bu durumda valiye soralım’ demesi gerekirken, sormaya gerek görmeden ‘müdahale’ emri verdi.
Yapılan müdahale Anayasa’ya da aykırıdır. Anayasa’nın 34. maddesine göre; “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Yani bırakın basın açıklamasını yürüyüş yapma hakkına bile sahiptir. Anayasada “Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı; ancak milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığı ve genel ahlakı veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir” denilmektedir. Anayasa maddesine göre, herkes önceden izin almadan, silahsız bu tür toplantılar yapma hakkına sahiptir. Bu hak; Milli güvenlik, kamu düzeni gibi büyük bir tehlike varsa geri alınabilir. Basın açıklaması yaptığımızda milli güvenliği tehlikeye mi atacaktık? Kamu düzenini mi bozacaktık? Biz bu kadar yıldır yüzlerce konferans yaptık. Yaptığımız konferanslarda bir tane cam veya sandalye kırılmış mı, bir tane insanın burnu kanamış mı? Buna rağmen bize bu zulmü yaptılar.
2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunun 3. maddesine göre de; “Herkes, önceden izin almaksızın ve bu kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri düzenleme hakkına sahiptir.” Bu maddeye göre Emniyetin basın açıklamasını engellemesi suçtur. Toplantıların iptali veya tehir edilmesi ile ilgili, 2911 sayılı kanunun 17. Maddesine göre; “Vali veya Kaymakam milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık, genel ahlak ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir.” Bir aydan fazla da erteleyemez. Suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması halinde ise yasaklayabilir. Yapacağımız basın açıklamasında açık ve yakın bir tehlike mi vardı? Böyle bir tehlike olmadığına göre Valilik kafasına göre yasaklayamaz. Vali meclisin üstünde değildir, meclisin çıkardığı kanunu çiğneyemez. Yakın ve açık tehlike olmadığına göre bu iptal de bu müdahale de kanunsuzdur. Adana Valiliği’nin, Adana’da 10 kadar yerde basın açıklamasını yasaklayan kararı vardı. Biz de ona göre yasak olmayan Atatürk Parkı’nı seçmiştik. Yani basın açıklamasını hukuka uygun yapmak istedik. Buna rağmen hiçbir haklı gerekçe olmadan çok şiddetli bir şekilde müdahale edildi. Arabadan iner inmez üzerimize TOMA’larla tazyikli su ile karışık biber gazı sıkmışlardı. Herhalde “Gazı sıkıp önce gözünü korkutalım, sonra konuştuğumuzda dağılmayı kabul eder” diye düşündüler. Böylelerinin hayatında dava olmadığı için dava adamının kararlılığını anlayamıyorlar.
Furkan Nesli: Evet Hocam, özellikle orada size yapılanlar bizleri çok derinden üzdü. Peki, Hocam bize konferanslar hatta basın açıklamaları bile yasaklanırken Yurt genelinde konser, miting vs. gibi programlara izin veriliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Faaliyetlere müsaade edilirken hükümet taraftarı olup olmamasına bakılıyor. İzin verilenlerin birçoğu ya hükümeti destekleyen ya da hükümetle birlikte olan kimselerdir. Onun dışında diğer sanatsal faaliyetlere gelince bu ülkede zaten bütün haramlar serbest. Sanat, İslam’a uygun olsa da olmasa da! “Dindar nesil yetiştireceğiz” diyenlerin haramlara müsaade edip İslamî programlara yasak getirmesini önce Allah’a sonra halkımızın vicdanına havale ediyorum.
Ağırıma giden şeylerden birisi de OHAL gerekçesiyle genelevleri, birahaneler kapatılmıyor. Bütün haramlar devam ediyor. Konferansa, basın açıklamasına gelince OHAL bahane ediliyor. Haramlar serbest, konferanslar yasak ve bir taraftan da dindar nesil istediklerini söylüyorlar. İstatistiklere göre, Türkiye’de bütün günahlar kat kat çoğalmış. İçki tüketimi, cinayet, kadına şiddet, intihar, boşanma, uyuşturucu, kumar, faiz, zina, hırsızlık, terör vs. her türlü günah ve suç; kimi iki, kimi dört, kimi de on kat artmış vaziyette. Haramlar serbest, konferanslar yasakken mi dindar nesli meydana getirecekler. Maalesef böyle hatırlanacaklar!
Furkan Nesli: Hocam, yaşadığımız bu olay ile ilgili “OHAL sürecinde neden böyle bir program düzenliyorsunuz? OHAL var bilmiyor musunuz?” diyenlere ne dersiniz?
OHAL ilan edildiği zaman Başbakan; “olağanüstü halin devlet için olduğunu, halk için olmayacağını ve hiçbir şeyin de yasaklanmayacağını” söylemişti. Ama şimdi basın açıklaması için bile Valilikten izin alma şartı getiriliyor. Demek ki insanların tepki göstermemesi için başlangıçta yumuşak olacakmış gibi gösterildi. Git gide daha katı bir sistem kuruluyor.
‘Olağanüstü haldeyiz’ diyenlere derim ki; ‘ülke genelinde olağanüstü hal ilan edilse bile, Valiliğin toplantı veya gösteri yürüyüşlerini yasaklama veya izne tabi kılma kararı yoksa -ki Adana Valiliği’nin böyle bir kararı yok - Anayasa’nın 34. ve 2911 sayılı kanunun 3. maddesine göre; “Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Dolayısıyla bu basın açıklamasına müdahale hukuka aykırıdır.
Müdahale esnasında polislerden biri “Burası devlete meydan okuma yeri mi?” tarzında bir şey söylemiş. Bülent Ecevit de Başbakanlığı sırasında, Merve Kavakçı meclise başörtülü girdiğinde, “Burası devlete meydan okuma yeri değil” demişti. O zaman yaptığım açıklamada; “Meclis devlete meydan okuma yeri değildir de, Allah’a meydan okuma yeri midir?” demiştim. Meclis, devlete meydan okuma yeri değildir de; bu dünya, Allah’a meydan okuma yeri midir? Siz de Allah’a meydan okuyorsunuz. Allah’ın farzlarını yasaklıyor, haramlarını serbest ediyorsunuz. Siz Allah’a meydan okumaktan korkmuyorsunuz da biz sizden mi korkacağız?
Furkan Nesli: Çok haklısınız. Hocam, sizce engellemelerin gerçek sebebi nedir? Attığınız tweetlerde dinsiz derin bir komiteden bahsettiniz? İlk defa sizden duyduğumuz bu komiteden bize bahseder misiniz? Bunların amaçları ne? Bu kadar sert tepki verilmesinin arkasında bahsettiğiniz bu gücün de bir etkisi var mı?
Önce dinsiz komite dedim ama bu bazı dinsizlerin zoruna gidebilir. Çünkü beni seven, “Hocam ben ateistim ama seni takdir ediyorum” diyen ateistler de var. Dinsizler iki kısımdır; bir kısmı adalet taraftarı ve din düşmanı olmayanlar; bir kısmı da adaletsiz ve din düşmanı olan dinsizlerdir. O yüzden ben “dinsiz gizli komite” sözümü “Din düşmanı gizli komite” diyerek değiştiriyorum. Zamanında camileri ahıra çevirenler de onlardır. Bediüzzaman’ın da risalelerde bahsettiği o dinsiz komiteler bunlar. Dinin her şeyinden rahatsız olan, bir Müslüman gördüğü zaman cinleri tepesine çıkanlar, başörtülü gördüğü zaman çıldıranlar.
Aslında dün Bediüzzaman ile uğraşanlar bugün de bizimle uğraşıyorlar. ‘Allah’ diyenden nefret eden bir kesim var. Bunlar 5-10 bin kişinin oluşturduğu bir azınlık ama istihbarat örgütleriyle de irtibat halindeler. Toplum mühendisliği konusunda uzmanlaşmışlar. Bunlar darbe yapma, hareketleri saptırma, yeryüzünde fesat çıkarma konusunda uzmanlar ve kitleleri bu şekilde yönetmektedirler. Sayıları az ama etkili bir güç. Tarih boyunca İttihat Terakki ya da başka isimler altında faaliyetler yapan bir takım derin ve karanlık güçlerin devamı. Bunlar hiçbir zaman ön plana çıkmazlar ama hükümetleri yönlendirirler. Onlara göre devletin sahibi kendileridir. Hâlbuki halktan kopukturlar ve halkın dinini de kabul etmezler. Halkının başörtüsüne, namazına düşmandırlar.
Bize yapılan engellemeler hükümetin kararı olsa da her şeyi hükümetin yaptığını zannetmiyorum. Hükümetin gücünü kullanıp, hükümeti tahrik ediyor, iftiralar atıyor ve düşman ediyorlar. Çeşitli makamları ele geçirmişler. Devletin askerini, polisini kullanarak zulüm yaptırıyorlar. Kendilerini beyin, hükümeti de kol gibi kullanarak, istediklerine yumruk vuruyorlar.
Konferanslarımızın engellenmesi 3 yıldır devam ediyor ve bunu yapan hükümettir. Ama bir AKP’li başörtüsüne el uzatmaz, “Başörtüsüne el uzatın” da demez. Bu işte başka işler var. Din düşmanı o komite birinci aşamada; AKP’nin de rahatsız olduğu ve bu sebeple AKP’nin seslenmeyeceği cemaatlere darbe vuruyor. Sonra ikinci aşamaya geçildiğinde AKP’nin desteklediği ve AKP ile beraber olan STK’lara ya da cemaatlere de darbe vurulacak. Bu sene hükümetle arası iyi olanlara izin verilebilir ama göreceksiniz seneye ya da diğer seneye onlara da izin verilmeyecek. Eğer bu düzen böyle devam eder ve bu durum değişmezse memleket diktatörlüğe doğru gidiyor.
Göreceksiniz, bunlar devletin bütün sinir uçlarına ulaşıp, memleketi biraz daha ele geçirdikleri zaman bakanlıklarda operasyonlar yapacaklar. Mesela Kutlu Doğum programları, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan yani okullardan kaldırıldı. Böyle devam ederse yakında Diyanet’e de sıra gelecek. Bazı Kur’an kursları kademe kademe kapatılacak. Diyanetin birçok faaliyetleri merhale merhale zayıflatılacak ve sonra iptal edilecek. Bu din düşmanı gizli komite planlı ve hesaplı çalışıyor. “Önce kimleri yok edebiliriz, kimleri yok edersek hükümet ile aramız açılmaz?” diyor ve oradan başlıyor. Sonra sıra diğerlerine gelecek. O zaman ne zamandır? Tayyip Erdoğan’ın altı ve çevresi boşaltıldığı zamandır. Zaten epeyce boşaltıldı, biraz daha boşaltıldığı zaman artık onlara karşı koyacak gücü kalmayacak. O zaman da yapacaklarını daha aleni bir şekilde yapacaklar. O din düşmanı gizli komite herkesi susturuyor ve hükümetin düşmanlarını çoğaltıyor. Hükümet hala uyumaya devam ediyor. O din düşmanı gizli komite biraz daha güçlendiği zaman hükümete de racon kesmeye başlayacak. İşte o zaman, “Eyvah! Ne hale geldik!” diyecekler ama artık onları durduramayacaklar. Eğer o noktaya gelmelerine müsaade ederlerse, o din düşmanı komite onları da bitirecek. Hükümet bir an evvel uyanmalıdır.
Bazı kimseler; “Siz de neden siyasi konulara giriyor ve hükümeti eleştiriyorsunuz?” şeklinde yorumlar yapıyorlar. Bediüzzaman; “Risalelerim siyasi meselelere girmez. Benim risalelerim imana, ahlaka ve fazilete dairdir. Bunlardan olsa olsa dinsizler rahatsız olurlar” sözüyle böyle meselelere girmediğini, devletin rejimini ve hükümetin siyasetini eleştirmediğini söylüyordu. Bediüzzaman’ın bizim gibi ‘Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı’ gibi bir söylemi de yoktu. “Siyasetleri başlarını yesin. Siyasetlerine karışmıyorum yine de benimle uğraşıyorlar” demiyor muydu? Yine de iftiralar ve zulümlerle karşılaşmadı mı? Demek ki mesele siyasi tenkitlerimiz değil.
O zamanın din düşmanı gizli komiteleri şu anda da görev başındalar. Abdülhamid’i devirenler de onlardı. Kendi kadrosu olmayınca hükümet mecbur kalıp boşalan yerlere onları doldurdu. Ama o paralel dediği güçlerden kurtulmaya çalışırken 150 yıllık paralel güçlere teslim olmak zorunda kaldı. Yağmurdan kaçarken doluya tutuldu. Fırsat bulan 150 yıllık paralel güçler başörtüsüne tekrar saldırmaya başladılar. Bu olayda en çok zoruma giden; bir bacımızın başörtüsünün çekilmesidir. Başörtüsü müslümanların namusudur.
Darbe yapmaya çalışan gafilleri tahrik eden, tuzağa düşüren ve darbeyi yaptıran da onlar. Darbeciler gittikten sonra yerlerine kimler geldiyse darbeyi onlar yaptırdı. Sonucuna bakacaksınız. Bu darbe kime yaradı, kime zarar verdi? Müslümanlara zarar verdi, din düşmanı gizli komitelere fayda sağladı. Bununla devletin sinir uçlarını ele geçirmeleri mümkün oldu. Bu darbeyi onlar planladı ve darbecileri tahrik ederek hata yapmalarını sağladılar.
Ayrıca “Konferansı neden yasaklıyorsunuz?” sorusuna, Vali yardımcısının; “Bu içerikli programlar yasak” sözü de çok düşündürücü. Konferansın konusu “Model İnsan Hz. Peygamber” idi. Peygamberle ilgili içeriğin yasak olması ne demek? Bazı din düşmanı çetelerin her tarafı ele geçirmiş olması demek. AKP döneminde, bayan bir polisin başörtülü bir bayanın başörtüsünü çekmesinin manası; “Artık korkmuyoruz. AKP de bize bir şey yapamaz. Zaten her tarafa yerleştik, kadroları ele geçirdik, sistemi de değiştirdik” demek.
Bizim konferanslarımızın engellenmesi konusundan çok daha önemlisi bu din düşmanı gizli komitenin açığa çıkarılmasıdır. Bu olayımızın samimi AKP’lilerin gözünü açmasını Allah’tan niyaz ediyorum. Din düşmanı gizli komiteden ayrılıp, onlara verdikleri yetkileri geri almalılar. Yoksa bizden sonra sıra AKP’ye gelmektedir. Bunlar kendilerinden olmayan herkesi temizliyorlar. Sevmediklerine uygun bir damga seçiyorlar, “Bu FETÖ, şu DAEŞ, bu PKK” diyerek herkese bir damga vuruyor ve görevden alınmasını sağlıyorlar.
Bu olayda burnu, kolu, ayağı, kürek kemiği kırılan, gözü patlayan kardeşlerimiz var. Hükümetin uyanması için bu olay vesile olursa yediğimiz gazlara da coplara da değer. AKP’nin samimi olanları, “özgürlüklerin genişlediği bir ülke meydana getirelim” derlerse ve bu din düşmanı gizli komiteyi fark edip uyanırlarsa, bunları saf dışı bırakırlarsa o zaman başımıza gelenler önemli değil. Bu olay vesilesiyle, perde arkasında duran din düşmanı gizli komitenin perdesini yırtarsak, başımıza gelenler feda olsun.
Furkan Nesli: Rabbim sizleri korusun. Peki Hocam, Cem Küçük’ün: ‘Artık Ak Parti’nin Radikal İslamcılarla da Mavi Marmara’daki manyak tiplerle de… yolunun ayrılması lazım’ sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
O derin güçler 16 Nisan’dan sonra cesaret buldular. Müslümanların gafleti sayesinde güçlendiler, çekinmiyorlar ve daha açık konuşuyorlar. O derin güçler görünmemek için ve yarınlarda millet onu suçlasın diye yapacaklarını Tayyip Erdoğan’ın eli ile yapıyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İslami faaliyetleri gerileten Cumhurbaşkanı” olarak tarihe geçmek istemiyorsa her şeyi göze alıp bu gidişata, tüm cemaatlerin bitirilmesine “Dur” demeli. Din düşmanlarıyla arayı bozmayı göze almalıdır. Korkmasın, Allah için bunlarla arayı bozarsa Allah yardımcısı olur ve Müslüman halk yanında yer alır. Korkarsa Allah ile arası bozulur ve yarınki nesiller kendisini böyle hatırlar.
Cem Küçük: “Erdoğan, Mavi Marmara’daki bu manyak tiplerle arasını ayırmalı” diyor. Mavi Marmara’ya katılan kardeşlerimize ve şehitlerimize manyak demiş oluyor. Aslında Cumhurbaşkanı’na da manyak demiş oluyor. Çünkü onlara izin veren cumhurbaşkanıydı. Cem Küçük’e göre İsrail’e laf söylemeyip İsrail’i tanımalıymışız. İsrail’e düşman olmayıp dost olmalıymışız. Tabii bu cesareti nereden alıyor? Tayyip Erdoğan İHH’ya “İsrail’e giderken bana mı sordunuz?” derse tabi Cem Küçük de böyle konuşur. Bu işin buraya varacağı belliydi.
Artık bir gazeteci; Cumhurbaşkanı’na akıl verebiliyor. Radikal İslamcılar dediği kimseler kimseye bir tokat vurmamış, terör yapmamış insanlardır. Cumhurbaşkanı’nı yalnızlaştırıyorlar, çevresini boşaltıyorlar ve altını oyuyorlar. Etrafında samimi Müslüman bırakmıyorlar. Cumhurbaşkanı’nın etrafında birkaç tane samimi adam kaldıysa, onların da aleyhinde propaganda başlatıp onları da tasfiye etmek isteyeceklerdir. Sonuçta lider, kadrosuyla bir şeyler yapabilir. Etrafında kimse kalmadıysa ne yapabilir? Sonunda Özal’a yapılanın başka bir versiyonunu ona da yapacaklar. Onu da saraya hapsedecekler, iş yapamaz hale getirecekler. Daha da olmazsa belki de Özal’a yapıldığı gibi birtakım suikastlar düzenleyebilirler.
Furkan Nesli: Hocam, halk arasında yayılmaya çalışılan en önemli yanlış algılardan biri de 22 Nisan’da orada olay çıkacağını bile bile neden gittiğiniz konusu. Bunlara ne söylemek istersiniz?
Bizim yapmak istediğimiz program kanunsuz değildi. Daha önce Anayasa’nın 34. Maddesini ve 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun 3. maddesine göre yapacağımız faaliyetin kanuna uygun olduğunu açıklamıştım. Konferanslarımızı ve basın açıklamasını engelleyerek hepsi de suç işlediler.
Olay çıkacağını bildiğin halde neden gittin? diyorlar. Ben, hakkımı kullanmak için gittim. İzin almak zorunda değilim. Arkadaşlarım, yapacağım basın açıklamasını dinlemek için geldiklerinde polis orada olanları dağıtmış, TOMA’lardan gazlı sular sıkılmış, gaz bombaları atılmış, köpekler üzerlerine salınmış, plastik mermiler sıkılmış, kiminin gözünün altına copla vurulmuş, kiminin burnu, kiminin ayağı kırılmış. Bana bu haber gelecek ve ben oraya gitmeyeceğim! Ben böyle bir zulüm yapılırken arkadaşlarını yalnız bırakacak korkak ve döneklerden değilim. Bana, “Neden gittiniz?” sorusunu sorana kadar Emniyet’e şunu sormaları lazım; Bu insanların böyle bir hakkı varken neden bu zulmü yaptınız? Neden başörtüsüne saldırdınız? Neden köpeklerle bu insanları korkuttunuz? Neden plastik mermi kullandınız? Neden gaz bombası attınız? Bunlar terörist mi ki TOMA’larla üzerlerine gazlı sular sıktınız? Emniyete bunları soramayanlar bize neden gittiğimizi soruyorlar. Bakılması gereken husus bu eylemde kanunsuz bir şey olmadığıdır.
Furkan Nesli: Hocam son olarak bu olayda cemaatin, uzaktan yakından katılan tüm kardeşlerimizin duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan sonra bizden beklentileriniz nelerdir?
Şimdi bu olaydan çıkan bazı sonuçlardan bahsedeyim. Öncelikle, bu zulmü ve haksız gözaltılarını basın açıklaması yapılacak parka erken gidenlere, sayıları az iken yapabildiler. Emniyete emir verenler, “sayıları daha üç yüz, beş yüz kişi iken bunları korkutalım, dağıtalım. Ondan sonra zaten geri kalanlar da duyar, hiç gelmez” diye düşündüler. Ama onlar Öncü Nesli tanımamışlar. Müdahale olduğunu duyunca daha çok kişi geldi. Onlar onu düşünemedi. Biz de onların, erken gelenlere böyle bir muamele yapacaklarını düşünemedik. Daha sonra dağılanlar benim geldiğimi duyunca bulunduğum yere gelmeye başladı. Öncü Nesil cıva gibidir. Kısa bir süre dağılsalar bile hemen geri toplanırlar. Bu şekilde olay kendiliğinden yürüyüşe dönüştü. Aslında buna onlar sebep oldular. Sloganlar atıldı, trafik tıkandı. Hâlbuki Atatürk Parkı’nda basın açıklamasına müsaade etselerdi hiçbir şey olmazdı, bu kadar dünya âlem de duymazdı. Akılları sıra bize ders vereceklerini zannettiler, Allah onlara derslerini verdi. Eğer, “bunlar toplanamadan dağıtalım” dedilerse toplanmamızı engelleyemediler. “Dünya âlem duymadan dağıtalım” dedilerse duyulmasını da engelleyemediler ve bugün bu olayı dünya konuşuyor. Planları her ne idiyse hiçbirinde de Allah onları başarılı kılmadı. Daha evvelki İskenderun hadisesinde de söylemiştim “Evet onlar mağlup oldular ama galip gelen biz değiliz, galip gelen Allah’tır!”
Bu hadise gerçekten hepimiz için birçok açıdan eğitim oldu. Hem sevap kapısı hem eğitim hem de kardeşliğimizin daha çok gelişmesine vesile oldu. Bu olayda kardeşlik, fedakârlık, cesaret, bağlılık, muhabbet, itaat, fedakârlık, dayanışma, itidalli davranış gördük, fevri hareket görmedik. O kadar zulme rağmen binlerce insan o polislere bir tane vurmadı, bir taş atmadı. Eğer onların zerre kadar vicdanı varsa bizimle başkalarının arasını ayırmayı öğrenirler, takdir ederler. Onlar belki böyle korkutmalarla bizi dağıtacaklarını düşündüler ama aslında bizim birliğimizi, beraberliğimizi perçinlediler. Bundan dolayı kardeşlerime teşekkür ediyorum. “Hocam sen neredeysen biz oradayız” diyorlardı, “Öncü Nesil Hocasının Yanında” gibi sloganlar geliştirmişlerdi. Bunun sadece slogan olmadığını gösterdiler. Allah razı olsun…
Bu olayda aslında bizim gördüğümüz birçok şey var. Cemaat olmanın faydasını da görmüş olduk. Birkaç yüz kişi oradayken yapılan muameleye bakın. Demek ki bunlar az olduğunuz zaman böyle yapacaklar. O halde tüm kardeşlerimiz tebliğ yapmalı, akrabalarıyla, arkadaşlarıyla gruplar oluşturmalı, çok anlatmalı ve böylece çoğalmalıyız. Bu hadise aslında ferdiyetçilere de bir ders olmalı. Cemaat taraftarı olmayan, cemaate karşı olanlar bu şekilde haklarını arasınlar da görelim. Eğitmedikleri, sevgi, bağlılık, disiplin vermedikleri ve cemaate dönüştürmedikleri insanlarla bunu yapmaları mümkün değildir. Bu, sonuçta Allah’ın yardımıyla, Kur’an eğitimi ve cemaat eğitimiyle gerçekleşmiştir. Allah’ın yardımı da cemaatle birliktedir. Efendimiz de; “Allah’ın eli cemaatle birliktedir” buyuruyor.
Cemaat karşıtı olan Müslümanlar da bir daha düşünsünler diye onlara bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Cemaat olmazsanız zulme karşı koyamazsınız, her seferinde mağlup olursunuz. Cemaat olursanız Allah sizi galip getirir. Çünkü Allah cemaatle birliktedir. Tecrübesiz ya da büyük hedefleri olmayan insanlar, cemaatteki bağlılığı fazla buluyorlar. Hata ediyorlar. İhtiyacı anlamıyorlar. Herhalde hiçbir hedefleri yok. Hedefleri olsaydı bağlılık ve itaatin gerekliliğini anlarlardı. Planlı, projeli büyük faaliyetler düşünselerdi, bağlılık, itaat, disiplin olmadan yürümeyeceğini anlarlardı. Bağlılığın şuankinden bile daha fazla olması gerekiyor. Çünkü Müslümanları böyle olaylar bekliyor. Eğer güçlü bir bağlılık olmasaydı o gün kim oraya gelirdi?
Büyük hedefleri olmayanlar bunlara ihtiyaç duymazlar. Mesela, adamın hedefi bakkal dükkânı açmaksa başkalarıyla ortak olma ihtiyacı duymaz. Ama hedefi holdingse o zaman kendisine ortak arar. Cemaat işte budur! Hedefi büyükse ortak arar yani “gelin beraber bir şeyler yapalım” der. Ama hedefi küçükse, İslam’ı hâkim kılma, Müslümanların güçlenmesi gibi bir derdi yoksa böyle davranabilir. Gerçekten dertli olan ve İslam’ın hâkimiyetini isteyenler cemaatsiz olamayacağını artık anlamalıdırlar. Bu olay çok büyütülecek bir olay olmayabilir ama bu olayda bile güçlü bir disiplin, bağlılık ve sevgi gerektiği ortaya çıkmıştır.
Elhamdülillah, Allah bizi mahcup etmedi. Sonuçta basın açıklamasını yapmış olduk. Normal bir basın açıklaması olsaydı bu kadar gündem olmazdı, bu kadar insan da duymazdı. O din düşmanı gizli komiteler de bu kadar açığa çıkmazlardı. Ayrıca Allah bize birçok şey kazandırdı, imanımız da kuvvetlendi. Biz bir şey kaybetmedik, çok şey kazandık. Tüm kardeşlerime teşekkür ediyorum. Bu yapılan mücadele de Allah katında cihad hükmündedir. Çünkü İslam Medeniyetini kurmak için yapılan her faaliyet cihattır. Biz bir daha böyle bir olay olmasını istemeyiz ama olursa da Allah’ın izniyle kaçmayacağımızı bütün dünya bilsin!
Furkan Nesli: Kıymetli Hocam, değerli vaktinizi bize ayırdığınız için Furkan Nesli okurları adına biz de teşekkür ediyoruz. Allah sizden razı olsun.