Dünya tarihine baktığımızda İslam’ın dünya çapında, en fazla gündem oluşturduğu bir dönemi yaşıyoruz. Evet, İslam gündemde ve konuşuluyor. Ancak, konuşulan ne kadar gerçek İslam? Ve bu konuları kimler gündeme getirip onun üzerinde konuşuyor? Bu soruların cevabı açıktır. Birileri bizi konuşuyor, birileri bizim dinimizi konuşuyor, ama esasta konuşulan ne biziz ne de bizim dinimizin gerçekleri.
İşte bu hengâmenin içerisinde gerçek İslam’ı, gerçek İslam davetçilerinin ortaya koyması ve ona davet etmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Tıpkı Hz. Musa (as)’nın “atın atacaklarınızı, ben de atacağım”, yine Peygamberimiz (s.a.v.) ‘in “bitirdin mi Ya Velid" buyurduğu gibi, onlar atacaklarını attılar ve onlar söyleyeceklerini söylediler. Şimdi sıra İslam’ı tüm gerçekliğiyle anlatacak olan ve hiçbir şeyi örtüp-gizlemeden ortaya koyacak olan gerçek İslam tebliğcilerinde.
Bir plân, proje tâkip ederek İslam’ı negatif bir şekilde gündeme taşıyan gerek Batılı gerek yerel güçler bu işi ne kadar ciddiye aldıklarını göstermektedirler. Sistematik ve ciddi bir programla yapılan bu yanlış İslam propagandalarını, ancak sistematik ve ciddi bir şekilde İslam’ı tebliğ edecek bir grup bertaraf edebilir. Bu grup, bu görevi yerine getirirken, her meselede olduğu gibi prensiplerini Kur’an ve sünnetten almak zorundadır.
DAVETTE İLKELİ OLMAK
Kur’an-ı Kerim İslam davetçilerine öncelikle prensipli ve ilkeli bir yol çizmektedir. Rabbimiz Teâlâ; “İstediler ki; sen onlara yumuşak davranasın, onlarda sana yumuşak davranacaklardır... Onlara itaat etme”1 buyuruyor. İşte Müslümanların en zayıf oldukları Mekke döneminde dahi onlara emredilen tavizsizlik ilkesi, davetçinin olmazsa olmaz prensibi olmuştur. Bu prensip çerçevesinde hareket etmeyen sözde davetçiler, İslam davetçisi olma vasfını kaybedecektir. Çünkü verdikleri tâviz, onları İslam’ın belirlediği çizgiden çıkaracaktır. Bunun neticesinde ise sapmalar başlayacaktır. “Verilen her taviz Rabbanî hareketten sapmadır” der Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi... Bundan dolayı Rabbanî olan bu dinin davetçileri, Kur’an’ın belirlediği davet ilkelerinden vazgeçip kendi ilkelerini ortaya koymamalıdır.
İslam davetindeki “tavizsizlik” ilkesinin yanı sıra, bir “hoşgörü –müsâmaha” ilkesi de vardır. Rabbimiz Teâlâ, “İyilik ve kötülük bir olmaz. Sen fenalığı en güzel şekilde sav o zaman göreceksin ki seninle aranda düşmanlık bulunan kişi, yakın bir dostun oluvermiş” buyuruyor. Müsamaha kaidesinin doğruluğu da birçok hallerde su götürmez bir gerçektir. Güzel bir söz üzerine, karşı taraftan bir tebessüm pek çok sefer görülmüştür. Ancak Üstad Seyyid Kutub’un ifadesiyle; “Böyle bir hoşgörü için güçlü olmak zarureti vardır. Tâ ki yapılan iyilik ve gösterilen hoşgörü, kötülerin gözünde zaaf belirtisi olarak tasavvur edilmesin. Çünkü kötülük yapan, karşılaştığı hoşgörünün zaaftan kaynaklandığını hissederse ona saygı göstermez ve bu hoşgörünün katiyen semeresi alınmaz.” Bununla birlikte aslında bu hoşgörü şahsî kötülük hallerine hastır, yoksa akîdeye yapılan saldırılar ve inanca karşı oynanan oyunlar için böyle bir hoşgörü söz konusu değildir. Kâfirin küfrünü hoş görmek Allah’a saygısızlıktır, vefasızlıktır.
Davetçiye zayıf iken de güçlü iken de îtikattan ve dinin hükümlerinden tâviz verdirmeyen İslam, hoş görmeyi de ancak güçlü olana has kılarak davetin bir prensibini daha ortaya koymaktadır.
DAVETTE BAŞLANGIÇ SÖZÜ
Davetçilerin en çok zorlandıkları ve hata yaptıkları bir konu da “Nereden başlayacağım?” konusudur. Bu sorumuza Kur’an-ı Kerim peygamber kıssaları ile cevap veriyor. Allah (c.c) ‘ın tarihteki en sert kişiye, yumuşak söz söyle diyerek gönderdiği Hz. Musa’nın “kavlu leyyin” olarak tevhidi söylemesi ise işe nereden başlayacağımızın cevabıdır; çünkü İslam’ın en kolay hükmü tevhidtir. Tevhidi anlatmayarak muhatabına Müslümanlığı öğrettiğini söyleyen sözde davetçiler, kendilerini köklü olamayan ağaçtan meyve bekleyen sefih durumuna düşürmektedirler. Tevhid işin başı, tevhid işin kökü, tevhid İslam binasının temelidir. Temeli sağlam olmayan insan yetiştirenler veya böyle köksüz topluluklar (cemaatler) oluşturanlar, ne kadar büyürlerse büyüsünler en ufak bir sarsıntıda târumâr olacaklarını bilmelidirler. İnsanların ve ümmetin dünya –ahiret hayrını düşünen, sorumluluk sahibi bir davetçi; tevhidi anlatmaktan çekinmez, korkmaz, ancak insanların sağlam olmamasından korkar, endişelenir. Çünkü köksüz bir din anlatımı hem davet edilene hem de davetçiye (vazifesini yapmadığı için) zarar verecektir.
DAVETTE MUHATABIMIZ KİMLER?
Kur’an-ı Kerim; İslam’ı tebliğ edeceğimiz grupları ve fertleri ayrı ayrı ele almaktadır. Birçok ayetten anlaşıldığı üzere, İslam davetçisinin muhatap olacağı kitle çok şümullü bir kitledir. Bunlar özetle; ehl-i kitap, kâfirler, münafıklar, kalbinde hastalık olanlar, sert mizaçlı olanlar, daha ılımlı olanlar, akrabalar ve tüm insanlar. Tüm bu muhatap grupların içerisindeki en problemli grup olan münafıklara karşı Allah (c.c), plânlı bir davet yolu çizmektedir. Allah (c.c.) “işte bunlar, Allah’ın kalplerinde ne olduğunu bildiği kimselerdir, öyleyse onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve onlara içlerinde olanla ilgili açık ve etkileyici söz söyle.”2 buyuruyor. Münafıklarla ilgili ayetlerde gecen teferruatlı ifadeler, bize bu grubun kendi içinde de farklı farklı gruplara ayrıldığından ve bu hastalığın farklı aşamalarla tezahür ettiğinden bahsediyor. Allah (c.c.) İslam davetçisine, hastalığın derecesine göre reçeteler sunuyor. Münafıkların fitnecilerine karşı sert muâmele etmemizi, tâbi olanlarına karşı aldırmamayı, zayıflığından dolayı münafık olanlara karşı ise etkileyici söz söylemeyi öğütlüyor.
Yukarıda saydığımız tüm muhatap gruplara karşı farklı ancak sistematik yollar gösteren Kur’an-ı Kerim, davetçi için genel geçer kurallar da ortaya koymuştur. Örneğin; “Hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir şekilde mücadele et”3 ifadeleriyle gelen ayette davetçiye hikmeti öğütlemektedir.
Hikmet nedir? Hikmet; aceleci, duygusal, öfkeli davranmamaktır. Yine hikmet; tedrici, muhatabın hastalığına göre davranmak ve bir delile dayanarak konuşmaktır. Muhterem hocamız: “En hikmetli konuşma, öncelikle şirke vurmaktır” der. Bunun için tebliğde tevhid daima öncelenmelidir.
İşte tüm bu konular davetçiye davette 3 sacayağını gösterir:
1-Muhatabın durumuna göre bir davet reçetesi sunmak.
2-Uygun olan ilkeli tavrı sergilemek.
3-İmkânları (ilim, uygun ortam. vs.) sonuna kadar kullanmak.
İslam’a davet konusunu en ince ayrıntısına kadar ele alan ve tebliğcilerine detaylı bir yol sunan Kur’an-ı Kerim, artık tebliğ için hiçbir yol kalmadığında ise “Siz kendinize bakın” buyurarak tebliği kendimize yönlendiriyor. Kendi gücümüzü toparlamamızı istiyor ki, davete yeniden bir yol açalım.
1- Kalem, 8-9
2- Nisa, 63
3- Nahl, 125