Esmâ’ül Hüsnâ

El- Alîm, El- Basîr, Es- Semî

Paylaş:

El-Alîm:

El-Basîr:

Es-Semî:

*Gördüğünüz üzere, yukarıda -iki nokta üst üste konulmuş bir şekilde- izah bekleyen tanımlar mevcut. Ancak bugüne değin bizlerin, Rabbimizin sıfatlarına dair sarf ettiğimiz hiçbir cümle, hiçbir tanımlama O’nu hakkıyla anlatmaya kâfi gelmemiştir ve gelmeyecektir. “Rabbimiz şu kadar büyüktür; her şeyi görür ve duyar” nispetinde kullandığımız ifadelerin ölçüsü, biz kulların görebildiği ve duyabildiği şeylerle sınırlıdır. Hâlbuki Allah Azze ve Celle bizim bu tanımlamalarımızdan çok daha yücedir. Bilinmelidir ki iki nokta üst üste konulduğunda izah bekleyen her bir bilginin kaynağı şüphesiz O’nun katındadır.

BİLİNEN VE BİLİNMEYEN TÜM BİLGİLERİN SAHİBİ EL-ALİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA…

Şimdi, kâinat perdesine yansıtılanları görebileceğiniz bir koltuk seçin ve izlemeye başlayın tüm mahlûkatı. Bu izlencede “yaratılışın ilk saniyelerini” de tahayyül edebileceğiniz bir tefekkür sahnesi oluşturun zihninizde. Ancak bizim beş duyu organıyla tanıklık edebileceğimiz bu mahlûkat, saymaya çalıştıklarımızla veya şu an hâlihazırda bilim insanlarının araştırmalarıyla -şüphesiz- sınırlı değildir. Çünkü bu araştırmalar sonucunda ortaya konan her bir bilgi, insanoğlunun henüz keşfedebildiği bilgilerdir ve insanoğlunun keşfedemediği nice varlıklar mevcuttur. Tüm bilgilerin sahibi, El-Alim olan Rabbimiz, insanın kendisi hakkındaki bilgisinin ne kadar mahdut olduğunu Zümer Suresi’nde şu şekilde açıklamaktadır: “Onlar Allah’ı, kudret ve azametine yaraşır bir şekilde tanıyamadılar. Oysa kıyamet günü yeryüzü bütünüyle O’nun avucunda ezilip un ufak olacak, gökler de yine O’nun elinde dürülmüş bir hale gelecektir. Bu üstün sıfatların sahibi olan Allah, onların koştukları ortaklardan çok uzak, çok yücedir.”1

Halen, kozmoloji (evren bilimi) adı altında araştırma yapan ‘keşfedilmemiş bilgilerin seyyahı’ bilginlerimiz araştırmalarında hayretler içinde kalıyorken insanın bildiği şeyler hususunda kimi zaman fazlaca iddialı konuşması ne kadar da tuhaftır öyle değil mi?  Bilginin ABC’si ile bir biliş serüvenine giren insanın, bu düşünce izlencesinde varması gereken nokta, bildiği şeylerin ne kadar mahdut olduğunu düşünüp tüm bilgilerin sahibi El-Alim olan Allah Azze ve Celle’ye kullukta imanını tazeleyecek vesileler aramasıdır.

Âlemlerin Rabbi Olan Allah Azze ve Celle Sanal Âlemin de Rabbidir!

Günümüz dünyasında insanların birçoğu, günahların çerçevesini belirlerken hataya düşebilmektedir. Örneğin birçok insan, “bir kimseyi kötü bir şekilde anma” olarak adlandırılan gıybetin yalnızca gündelik hayatta karşılaşabileceğimiz ortamlarla sınırlı olduğunu zannetmektedir. Hâlbuki gıybet fiilinin işleyişi, şu an birçok insanın fazlaca vakit tükettiği sanal âlemde de geçerliliğini korumaktadır. Ağzınızdan çıkan yanlış bir söz ile bir anlık gafletle klavyede gezinen parmaklarınız arasında herhangi bir fark yoktur. Unutulmamalıdır ki günahların işleyişini belirleyen bu kavramların çerçevesi, biz insanların keyfiyetine göre belirlenemeyecek kadar ciddidir.

Yapılması gereken ise sanal âlemde yapılabilecek kötü amelleri güzel amellere tebdil etmek olacaktır. Örneğin: Sosyal medyada kötü bir söz söylemek veya gıybet etmek amel hanemize nasıl ki olumsuz olarak yansıyorsa güzel bir söz söylemek, Allah için bir mücadele ortamı oluşturmak da amel hanemize hayır olarak yansıyacaktır. “…Şüphesiz Allah Azze ve Celle yaptıklarınızdan haberdardır.”2

ES-SEMÎ: GİZLİ VE AŞİKÂR TÜM SESLERİ İŞİTEN

İnsanın ses denilen titreşim dalgalarıyla tanışıklığı ta anne karnında başlamış bulunmaktadır. Bebeklik evresinden başlayarak gelişim gösteren insanoğlu için sesler zamanla doğruyu yanlışı ayırt etme aşamasına gelse de insanın birçok sesi aynı anda anlamlandırması güç olacaktır. İki kişi birden konuşmaya başladığında, konuşulanların anlaşılması mümkün olmazken üç veya daha fazla kimsenin konuşması elbette zihni bulandıracaktır. Sesleri anlamlandırmadaki bu engel, insan gibi aciz bir varlığın yaratılış gerçeğiyken Allah Azze ve Celle için bu noksanlık -şüphesiz- söz konusu bile değildir. Her şeyi en iyi bir şekilde işiten manasındaki Es-Semî sıfatı, İslami kaynaklarda üç şekilde anlamlandırılmıştır:

Birincisi: Allah’ın zatıyla kaim işiticilik olup işitilecek şeylerin kendisine gizli kalmadığı zatın ezelî sıfatını teşkil eder. Basîr, Alîm, Kadîr gibi... Bu anlamda Semî için ilgi alanı (taalluk) düşünmeye gerek yoktur. Bu ilâhî isim veya sıfat karşısında gizli ile aşikâr, konuşma hali ile sükût hali eşittir, çünkü Allah’ın işitmesi kulak vb. vasıtalara bağlı değildir. Allah gece karanlığında büyük bir kayanın üzerindeki siyah karıncanın kımıldayışını duyar.3

İkincisi: “İşittiren” demek olup burada mutlaka bir ilgi alanı (işitilecek şey) söz konusudur. Kur’an-ı Kerim’de Semî kavramının kullanılışında bu mana Allah’a izafe edilmiştir.4

Üçüncüsü: “Dilek ve niyazları kabul eden” şeklindedir. Bu mana Kur’an ve hadis metinlerinde yer alan Semî kavramlarının bir kısmında görülmektedir.5

Amel Muhasebesinde Es-Semî Sıfatının Ehemmiyeti

Hayatı boyunca kâinatın seslerine muhatap olan insan, kimi zaman duyması gerekenleri işitirken kimi zaman da kendisini ilgilendirmeyen şeyleri işitebilmektedir. İnsanın bu noktada dikkat etmesi gereken şey neye kulak vermesi gerektiği ile alakalıdır. Duyduklarımız, bulunduğumuz ortamın hayır veya şer olduğundan haber verirken, insanın içinde bulunduğu ortamları Allah Azze ve Celle’nin rızasına uygun bir şekilde tanzim etmesi işittiklerini şekillendirmesi açısından da büyük bir önem taşımaktadır.

Eşref-i mahkukat olarak yaratılan insanın, Allah Azze ve Celle’nin kendisini her daim işittiğini bilerek hayatını şekillendirmesi -ahlakını muhafaza etmesinde- manevi bir kalkan görevi oluşturmaktadır. Bu bilince varıldığında argo bir ifadede bulunmak şöyle dursun malayani bir cümle sarf etmek dahi insan için güç olmaya başlayacaktır. Bu noktada, dilimizden çıkanların amel hanemiz ve ruhaniyetimiz açısından ne kadar önemli olduğunu Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadis-i şerifinde şu şekilde açıklıyor: İnsan sabahlayınca, bütün organları dile başvurur ve (adeta onun önünde boyun bükerek) şöyle derler: ‘Bizim haklarımızı korumakta Allah’tan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.”6

EL- BASÎR: GÖRMEYE KONU OLAN HER ŞEYİ İDRAK EDİP GÖREN

“Görmek, bilmek ve sezmek” anlamındaki Basîr kavramı, “görmeye konu olan şeyleri bütün özellikleriyle idrak edip gören” şeklinde tarif edilebilir. Bu idrakin oluşması için insanlarda bulunması gereken fizyolojik ve psikolojik şartlar Allah Azze ve Celle hakkında söz konusu değildir. “O, karanlıklar içinde renkleri, bir suya karışan diğer bir suyu görür. Ne karışmışlık ne karanlık ne aşırı aydınlık ve ne de madde engeli O’nun görme idrakini perdeleyebilir.”7

“Basîr, kelam literatüründe sübûtî sıfatların manevi grubu içinde sayılır ve bütün kelamcılar tarafından benimsenir. Âlimler Semî ve Basîr sıfatlarının Hayy kavramı ile yakından ilgili bulunduğunu, hatta onun zaruri bir sonucu olduğunu kabul ederler. Çünkü hayat sahibi olan bir varlığın cansız nesnelerden farklı olarak işitme ve görme özelliklerine de sahip olması gerekir. İşitme ve görme yetkinlik ifade eden kavramlar olduğuna göre Allah’ın bu yetkinliklerden yoksun olduğunu düşünmek mümkün değildir.”8

El-Basîr Sıfatının Amel Hanemizi Şekillendirmesi

Allah Azze ve Celle mü’min kulunun görmemesi ve duymaması gereken şeyleri kulundan uzak kılarak merhamet ediyorsa, kul da Allah’ın hoşnut olmayacağı şeylerle -haramlarla, malayani işlerle- arasına set koyarak kulluğunu yerine getirmesi gerekir. Ancak insanoğlu, Rabbimizin bizleri her daim gördüğünü unutarak kullar arasında işlemekten hicap duyduğu kötü bir fiili insanların görmediği ortamlarda rahatlıkla yapabilmektedir. Hâlbuki Allah Azze ve Celle Fussilet Suresi’nde insanların düştüğü bu yanılgıyı çok net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Üstelik, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.”9

Neyi Kaybettiğini Hatırla!

Bir kul, herhangi bir mecrada harama bulaştığında -yalnızca- o günahıyla kalmayıp Rabbine yakınlaşarak elde ettiği birçok manevi mertebeden de düşmüş bulunacaktır. Örneğin Allah’ın rızası doğrultusunda yönelen bir bakış şerre tebdil olmuşsa, insanın nice güzel hasletlerini kaybetmesi de kaçınılmaz olacaktır. Harama bulaşmış bir kul, bir sabah uyandığında, zihnini niçin toparlayamadığına anlam veremiyorsa, ibadetlerden eskisi kadar zevk alamıyorsa, gündelik hayatta aklında birçok şeyi tutabiliyorken şimdi o mühim addettiği bilgiler elinden kayıp gidiyorsa neyi kaybettiğini hatırlamalıdır! 

  1. Zümer, 67
  2. Ahzab, 2
  3. Gazali, s. 96
  4. Enfal, 23
  5. Ebu Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aḳṣâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 65b-66a
  6. Tirmizi
  7. Şa‘rânî, el-Yevâḳīt ve’l-cevâhir, Kahire 1317 ⟶ Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), I, 84
  8. TDV Ansiklopedisi
  9. Fussilet, 22