Esmâ’ül Hüsnâ

El-Ğafûr

Paylaş:

“Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.”1

                Ğafûr ismi lügatte; “bir şeyi örtmek, gizlemek, ıslah etmek” gibi anlamlarda kullanılır. Esmaü’l-Hüsna’da ise geçen manası; “kulların günahlarını, hatalarını ve kusurlarını çokça bağışlayan, bağışlamaktan bıkmayan, kullarının beğenilmeyen taraflarını ziyadesiyle gizleyendir.”

                Rabbimizin Ğafûr ve Ğaffâr isimleri her ne kadar aynı manaya geliyor gibi görünse de aralarında çok ince bir fark vardır. El-Ğaffâr; “tekrar tekrar affeden”, El-Ğafûr ise “affediciliği tam olup, afv ve mağfiretin en ileri derecesinde bulunan” manasına gelir.

                İnsan dünyaya gönderilirken tertemiz, İslam fıtratı üzere gönderilmişti. Fakat dünya ve içindekilere gereğinden fazla değer vererek aklını yanlış fikirlerle meşgul eden insan,  kalbine bâtıl sevgileri yerleştirdi, gözüyle harama bakmaktan çekinmedi, diliyle yalan söylemekten kendini alıkoymadı. Neticede Allah Azze ve Celle’nin kendisine emanet olarak verdiği o kıymetli uzuvları ve duyguları yanlış yolda kullanmış oldu. Dünyaya mücadele ederek yükselmek için gelen insan bu davranışları ile ahsen-i takvim olma yolunda ilerlemekten ziyade esfele-sefilin olma yolunda ilerledi ve neticede günahkâr bir hayat, içinden çıkamadığı ver her gün onu çamura biraz daha çeken bir yaşam haline geldi.

                Esasında insan dünyaya Allah’ın vekili olarak gönderilmiştir. Bu, insanın hiç hata yapmaması demek değildir. Evet, insan hata yapabilir, bazen gaflete dalarak, bazen farkına vararak ya da farkına varmayarak günaha dalabilir. Bu durumlar mü’min için ciddi manada pişmanlık uyandıran ve sonrasında onu daha muttaki kul olma yolunda ilerleten vesile olmalıdır.

                Zira Hz. Âdem de Allah’ın kendisine verdiği bir emri gafletle yerine getirmedi ama yaptığının doğru olmadığını farkettiği an yaptığından dolayı mahcup oldu ve kendisini affettirmenin yollarını aradı. Aynı şekilde şeytan da bir hata işledi ve suçunu haklı görmeye çalıştı, üzüntü yerine Allah’a karşı hırsa kapıldı. Rabbimiz iki örneği de birini nur diğerini de nâr yolu için kullarına anlatmaktadır. Bugün bizlerde işlemiş olduğumuz günahlarımızı önemsemiyor, pişmanlık hissine kapılmıyorsak, günahtan sonra zaman geçmesine rağmen affedilme gibi bir derdimiz yoksa dikkat edelim kendimize. Çünkü bu haller mü’minin hali değildir. Gerçek bir mü’min bir günah işlediğinde günahından dolayı utanır, sıkılır, bunun altında ezilir, dua dua yalvarır ve akabinde bir hayır işler. Nitekim Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de günahı;  “işlendiğinde insanın içini rahatsız eden, vicdana baskı yapan şey” olarak tarif eder.

                Bugün de bir Müslüman olarak bakış açımız, düşünce tarzımız sahabeninki gibi olmalı. Onlar ciddi fedakârlıklar yapmalarına rağmen Allah’ın huzuruna günahkâr uzuvlarla gitmek istemiyorlardı. Hatta Abdullah bin Cahş savaştan önce dua ederken “Ey Allah’ım! Yarın savaşta düşmanla karşı karşıya geleyim. Beni öldürsünler, sonra karnımı deşsinler, sonra burnumu ve kulaklarımı kessinler. Sonra sen bana “niye böyle oldun Abdullah” diye sorduğunda ben de Sana; ‘Senin yolunda tüm uzuvlarımı kaybettim’ diyeyim” diyordu.

                “Onlar (iman edenler), büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar.”2

                “Kullarıma, benim çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.”3

                Sonuç olarak Rabbimiz günah işleyen ve pişmanlık duyan kimseye kapısını kapatmamıştır. Ancak kişi hayatında hiç tevbe etmeyi aklına dahi getirmemişse ve ölüm döşeğinde iken tevbe ederse bu kabul edilmeyecektir. Rabbimiz böyle olmaktan muhafaza eylesin bizi.

                “Allah’ım yaşarmayan gözden, duygulanmayan kalpten ve doymayan nefisten sana sığınıyoruz.”

1- Nur, 22

2- Şura, 37

3- Hicr, 49