Allah Azze ve Celle’nin yardımıyla 7 yıldır Kur’an ve Sünnet çizgisinde hareket eden, Öncü Neslin yükselen sesi olan dergimiz yine Furkan olmanın vermiş olduğu gereklilikle Hakkı savunmaya ve yanlışa yanlış demeye devam edecektir…
İslam, ilk insan ve ilk peygamber Adem Aleyhisselam’dan, son Peygamber Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelene kadar Allah Azze ve Celle’nin insanlar için seçtiği tek dindir. Bu din kıyamete kadar gerek ferdi gerekse içtimai tüm meselelere çözüm üretecek donanımda, en son ve en mükemmel şekliyle tamamlanmıştır. Dolayısıyla hangi zamanda ve mekânda olursak olalım bu dinin çizdiği sınırların içinde kalmamız, her meselede dinin hükümlerine göre yol haritamızı belirlememiz gerekmektedir. İslam’a dair yaptığımız her faaliyetimizde bu prensibi düstur edinirsek işte o zaman o faaliyetimiz Allah’ın razı olduğu bir faaliyet olabilir.
Maalesef Müslümanların son dönemde savrulmalar yaşadığı, prensiplerini unuttuğu, kutsallarına sahip çıkamadığı, istikametten sapmalar gösterdiği bir dönemi yaşıyoruz. Bu çürümüşlük ve yozlaşma emareleri Müslümanların sosyal ve siyasal hayatlarında göze çarptığı gibi, aynı emareler İslamî basın ve yayınlarda da görülmektedir. Hayatımızın her alanında olması gereken sahih çizgiyi, Kur’an ve Sünnet perspektifinden olaylara ve hayata bakışı kaybettik. Başlangıçta samimi niyetlerle ve hedeflerle yola çıkılan nice hareketler, nice yayınlar zamanla çizgisinden tavizler vermiş, istikamet üzere kalamamış, peşinden sürükledikleri kitlelerin de savrulmalarına sebep olmuşlardır. Bir de buna bugünün insanının okuma oranlarının hayli düşük seviyelerde olduğunu eklersek durum daha da vahamet arz edecektir. İnsanlar vakitlerinin çoğunu TV karşısında, eğlence ortamlarında veya sosyal medyada geçiriyorlar. Bu nedenle az da olsa okuyan insanlara sahih kaynaklar sunan, meseleleri net bir şekilde ortaya koyan, şartlara ve zamana göre eğilip bükülmeyen, hakkı gür bir şekilde seslendiren yayınlara ihtiyaç duyulmaktadır.
İstikametin ve prensiplere bağlılığın ne kadar önemli olduğu, muhatapların gözünde eminlik vasfını korumanın, tutarlı davranışlar sergilemenin davet açısından ne kadar ehemmiyette haiz olduğu gayet açıktır. Bu anlamda Furkan Nesli Dergimiz, yayın hayatına başladığı günden bu yana çizgisini muhafaza eden, zaman ve mekân şartlarına göre eğilip bükülmeyen üslubuyla 7 yaşını doldurdu. Dergimiz, Hakkın sesinin kısılmaya çalışıldığı, İslami değerlerin önemsenmediği, davanın bitirilme aşamasına getirildiği bu zamanda “Hakkın Gür Sesi” olduğunu başından beri ispatlamıştır. Yayınları arasında İslam Davasının kalplerde yeniden filizlenmesini, geleceğin İslam’ın olacağına dair ümitlerin tazelenmesini, ümmet olma yolunda nesillerin eğitilmesini, İslam coğrafyası ve evrensel İslam kardeşliği konularını işlemektedir. Bunun yanında güncel meselelere Kur’an ve Sünnet perspektifinden bakmak, bu çerçevede çözümler sunmak da derginin konuları arasındadır. Tüm bunlarla birlikte asıl gaye kitlelere İslam’ın mesajını, davasını net bir şekilde sözü eğip bükmeden ulaştırmaktır. Bunu yaparken de kınayıcının kınamasından korkmadan, yalnız Rabbin rızasını gözeterek, hiç kimsenin tetikçisi, yandaşı, yardakçısı olmadan hareket etmektedir. Gücünü imanından, Allah’ın yardımından, mü’min kardeşlerinin sevgisinden ve dayanışmasından almaktadır.
“EMROLUNDUĞUN ŞEYİ GÜRLEYEREK/AÇIKÇA SÖYLE, MÜŞRİKLERE ALDIRIŞ ETME…”1
Kur’an, bu emri Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e daha Mekke döneminde risaletin başlarında söylemişti. Efendimizin yanında çok az iman eden kimse vardı, müşriklere karşı güçsüz ve savunmasız durumdaydılar. Ancak emir gayet açıktı. Bu ayet aynı zamanda gizlilik döneminin bittiğini, davetin açıktan yapılmaya başlandığı döneme girildiğini haber veriyordu. Zaten Kur’an tüm peygamberlerin asıl mesajının Tevhid olduğunu, mesajlarını insanlara net bir şekilde açıkça söylediklerini haber vermektedir. “De ki: “Kesinlikle ben, evet ben apaçık bir uyarıcıyım.”2 Bu ayet bir önceki ayetten daha önce gelmektedir. Sanki şöyle denilmektedir: “Ey Rasulüm sen apaçık bir uyarıcısın, bunun gereğini yerine getirmelisin.” Apaçık uyarıcı olmanın gereği olarak Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem mesajını daima net, anlaşılır bir üslupla, yalnız Rabbinin rızasını gözeterek ve insanların iman etmesi için adeta çırpınarak iletmeye çalışıyordu. Kendisini ve getirdiği risaleti tarif ederken şöyle buyuruyor: “Ben ve Yüce Allah’ın benimle gönderdiğinin (dinin) durumu bir kavme gelen kimse gibidir. O kişi; ‘Ey topluluk! Ben orduyu iki gözümle gördüm. Şüphesiz ben çıplak uyarıcıyım. Bir an önce kendinizi kurtarmaya bakınız.’ der. Ona kavminden bir grup itaat eder ve gecenin ilk vaktinde yola çıkarlar. Acele etmeksizin (acele etmelerine gerek kalmadan) yürür giderler ve kurtulurlar. Bir grup da onu yalanlar ve bulundukları yerden ayrılmayıp, sabahı ederler. Sabahleyin ordu karşılarına dikilir. Onları helak edip, adeta kırıp geçirir (köklerini kurutur). Bu, bana itaat edip getirdiğime tabi olanla, bana karşı gelip getirdiğim hakikati yalanlayanın misalidir.”3
O dönemde Arapların şöyle bir âdeti vardı: Çok yakın bir düşman saldırısı tehlikesi olduğunu haber vermek için, haberci kimse soyunarak koşmaya başlar, bazen elbisesini (üstünü başını) yırtardı. Böylelikle tehlikenin büyüklüğü anlatılmak istenirdi. Böyle yapan kişilere “en-nezîrü’l uryan” (çıplak uyarıcı) denirdi, aslında “doğruluğu sabit ve açık uyarıcı” anlamında olup o günkü toplumda, bu konumuyla hayati önemi haiz olan bir görevi yerine getiren kişidir. İşte Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, cehennem tehlikesinin nasıl yakın ve dehşetli bir tehdit olduğunu muhataplarına, onların çok iyi anlayacağı bir üslupla anlatmaya çalışmıştır. Bugün bu görev hakkıyla yerine getiriliyor mu? Müslümanların ekserisi nasıl bir metot takip ediyorlar? Muhatapları aldatmadan, çeşitli siyasi taktiklere girmeden, makam ve koltuk hesapları yapmadan meseleyi tüm açıklığıyla ortaya koymak, mesajı gür bir sesle söylemek yani nebevi metodu izlemek dururken türlü metotlar icat ettiler. Sonuçta beşerî ideolojileri benimseyen, kendisi ve ailesi dışında kimseyi düşünmeyen, dünyaya alabildiğine meyleden, İslam’ı birtakım ritüellerden (namaz, oruç gibi) ibaret gören bir nesil türemiş oldu. Bu anlamda dergi olarak biz, Müslümanların yeniden uyanması, kutsallarına sahip çıkması, Asrı Saadet dönemi ve sonrasında olduğu gibi İslam Medeniyetini yeniden inşa edip sadece ülkeyi değil dünyayı buhranlardan kurtarması için emrolunduğumuzu gür bir sesle söylemeye çalışıyoruz. Bu şekilde bir söylem, davaya olan inancın sağlamlığına işaret ettiği gibi, davetçinin özgüvenle ve tam bir inançla konuşmasına olanak sağlar. İnancımız bize bunu söyletmektedir. Çünkü İslam akidesi her türlü yanlış ve bâtıl akidelerin üstündedir, izzet ve üstünlük ancak İslam’dadır. “…Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Rasulü’nün ve mü’minlerindir…”4
FURKAN NESLİ “FURKAN OLMANIN GEREĞİNİ” ORTAYA KOYUYOR
Yine dergimiz, isminin Furkan olmasının gereği olarak her meselede Hakkı ortaya koymak ve savunmak, bâtılın da yanlışlığını göz önüne sermek ve reddetmek anlayışıyla hareket etmektedir. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki hak net bir şekilde ortaya konmuyor, kitlelerin anlamasına yardımcı olunmuyor, çoğu zaman hak ve bâtıl birbirine karışık bir vaziyette bulunuyor. Tüm dünya Müslümanlarının derdiyle dertlenmeyi şiar edinmiş olan dergimiz, bu anlamda Müslümanları ilgilendiren her meselede mesuliyet çerçevesinde hareket etmekte, İslam’a ve Müslümanlara gelecek olan zararın önlenmesine çalışmaktadır. Bazen bu zarar İslam düşmanları cenahından, bazen gafil Müslümanların gafletinden olabilmektedir. Her iki durumda da mesuliyet çerçevesinde meseleye temas edilmekte, zulmün ve zalimin karşısında, hakkın ve mazlumun yanında yer alınmaktadır. Biz biliyoruz ki zulme rıza zulümdür. Bu sebeple zalim kim olursa olsun karşısında olmak, mazlum kim olursa olsun yanında olmak durumundayız. Bir toplumda zulüm, haksızlık ve haramlar yaygınlaşırsa, o toplumu oluşturanlar da olup bitene seyirci kalırlarsa Sünnetullah devreye girer, zulüm ve haksızlıklar had safhaya ulaşır ve sonunda Allah o topluma azap eder. O zaman da sadece o cürmü işleyenler değil olaylara seyirci kalanlar da cezalandırılır. Emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker (iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak) vazifesi tıpkı namaz gibi, oruç gibi ve diğer farzlar gibi bir farzdır, farz oluşu kitap ve sünnetle de sabittir. Bu vazife yerine göre elle, dille veya kalp ile yapılabilmektedir. Bu yapılmadığında topluma azap edileceği, o toplumda iyiler olsa bile onların dualarının kabul edilmeyeceğine (toplum layık olmadığı için) dair hadisler vardır. “Yemin ederim! Ya siz iyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız veya Allah Teâlâ, sizin kötülerinizi size musallat eder. Böyle olduktan sonra sizin hayırlılarınız dua ederler, fakat duaları kabul edilmez.”5
Ümmet bilinci ve evrensel İslam kardeşliğini öncelemek, bunun için bilinç oluşturmak, Müslümanların dertleriyle dertlenmek dergimizin öncelikleri arasındadır. Maalesef İslam coğrafyası paramparça, her tarafında kan, zulüm ve gözyaşı hâkimdir. Akan kanın ve gözyaşının dinmesi için kalıcı çözümler önermek, pansuman tedavilerle veya günü birlik siyasi söylemlerle hareket etmekten daha evlâdır düşüncesiyle hareket etmekteyiz. Tüm Müslümanlar bulundukları yerlerde eğitim çalışmaları yapmalı, vasıflı, kaliteli insanlar yetiştirmeli, bir araya gelmeli, İslam Davasını daima gündemde tutmalı, Müslümanların maslahatı için hareket etmelidirler. Ancak o zaman kalıcı çözümler üretebilecek etkiye ulaşabilirler, içinde bulundukları toplumlarda söz sahibi olabilirler. Yoksa Müslümanlara yapılanları seyretmekten, birkaç kınama mitingi yapmaktan öte bir şey yapamazlar. Her zaman söylüyoruz ve söylemeye devam edeceğiz. Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Irak, Suriye ve Ortadoğu’ya ait önemli uyarıları dikkate alınsaydı bugün ne Irak’ta iki milyon insan ölmüş olacaktı ne de Suriye yerle bir olacaktı. Samimi uyarılar dikkate alındığı halde ABD ve işbirlikçileri bu katliamları yapmış olsaydı bile en azından düşmana lojistik destek sağlamamış ve ellerimiz, gönüllerimiz kirlenmemiş olacaktı. Ancak toplumu ve yöneticilerimizi uyarması gereken diğer âlimler/hocalar uyarmayınca, bununla beraber her yapılanı meşru ve muteber görme anlayışı da olunca yetkililer yaptıklarını doğru kabul edip bu vahim hatalara sebep oldular. Bir şey ülkenin siyaseti için doğru gibi görünebilir ancak biz Müslüman olarak fıkıhta bunun yeri var mıdır, İslam kardeşliği ve Müslümanların maslahatı açısından caiz midir sorusunu kendimize sormak durumundayız. Müslümanlar olarak kırmızı çizgimizi menfaatlerimiz, çıkar ilişkilerimiz değil, Kur’an ve Sünnet belirlemelidir.
Dergimizin bir yönü de her meselede dengeyi (mutedil) gözetmek, ifrat ve tefritten uzak bir şekilde meseleleri ele almak, vasat ümmet olma vasfına yakışır bir şekilde davranmaktır. İtikatta, amelde, muamelatta kısacası her alanda dengeli tavır takınmak Müslümanlığımızın gereğidir. Kur’an’da ve Sünnette bir mesele ne kadar önem arz ediyorsa o mesele öncelenmeli, gereken ehemmiyet gösterilmelidir. Gereksiz ayrıntılara girilmemeli, mesajın ayrıntılarda kaybolmasına müsaade edilmemelidir. Âlimlerimizin geçmişte ictihadlarıyla on binlerce fıkhi meseleyi hallettikleri, mezhep imamlarımızın birçok konuda görüşlerinin ne olduğu ortada iken bugün yeniden bu meseleleri gündeme getirmeyi, modernist/reformist görüşler çerçevesinde yeniden yorumlamaya çalışmalarını gereksiz hatta kötü maksatlı olarak görmekteyiz. Bu gibi derin ilmi meselelerde Ehli Sünnet ve’l cemaat çerçevesinde kalmaya, her konuda işin uzmanlarına müracaat etmeye özen gösteriyoruz. Dergimizdeki konular ilmi ve edebi bir üslupla ele alınmaya çalışılmaktadır. Ancak bununla birlikte salt bir ilim veya edebiyat dergisi değiliz. Çünkü muhatap kitlemiz halkımızdır, her kesimden insana hitap ettiğimizden herkesin ortak paydada anlayabileceği bir üslup daha yerinde olacaktır. Allah Azze ve Celle’nin yardımıyla 7 yıldır bu çizgide hareket ettik, bundan sonra da biiznillah devam etmek arzusundayız. Rabbim başta Muhterem Hocamız olmak üzere tüm emeği geçenlerden razı olsun.
1. Hicr, 94.
2. Hicr, 89.
3. Buhari, İtisam.
4. Münafikun, 8.
5. Tirmizî, fiten, 9.