İslami hareket ilmi olmalıdır, ilme önem vermelidir. Harekete ilmin ışığında yön verilmelidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim ilme önem vermektedir. “İlim” kelimesi Kur’an’da en çok geçen kelimelerdendir ve yaklaşık olarak 900 yerde (türemişleri ile beraber) zikredilmektedir. İlk nazil olan ayetinde “oku” buyurarak ilme çağıran Kur’an, hemen akabinde nazil olan surede ise ilim tahsilinde en önemli araç olan kaleme yemin ederek ilmin önemini bir kez daha vurgulamaktadır.
Kur’an’da geçen ilim ile ilgili ayetlere baktığımızda bunların bir yönü dikkat çekicidir. Bu ayeti kerimelerin hemen tamamı, hicretten önce Mekke döneminde nazil olmuştur. İslam tarihinin en zor dönemlerinden olan ve sahabenin hayatını idamede dâhi zorlandığı Mekke döneminde, ilmin önemini defalarca vurgulayan Allah Azze ve Celle, şartları bahane ederek ilme önem vermemenin geçerli bir bahane olmayacağını ilan etmektedir. Bu durum açıkça ortaya koymaktadır ki, hangi şerait ve ahvalde olunursa olunsun, ilim tahsili yani eğitim, ihmal edilemez.
Ali Şeriati, “Öze Dönüş” kitabında bilginin önemini anlattıktan sonra, bilginin ancak iman ile bilince dönüşeceğini vurgular. İşte, Kur’an’ın Mekki sureleri bu iki hakikat ile insanı yoğurarak, ona en güzel şekli ve kıvamı (ahseni takvim) verir. Tüm bu surelerde imanın önemini, tevhidi, şirki ağırlıklı olarak anlatan ve diğer tüm meseleleri (amel, ilim, ahlak, cihad) iman üzerine bina eden Kur’an, sahabe neslinin nasıl yetiştiğinin ana unsurlarını ortaya koymaktadır. Yani iman ve ilim ile yoğrulan o ilk nesilde, yüksek seviyede bir şuur ve bilinç oluşmuş, böylece Allah’ın istediği kıvama gelmiş bir topluluk tevhid bayrağını devralmıştı. İşte bu bilinçli topluluk ümmetin öncüsü olmuş ve “gerçek güçlüler” olarak tarihe geçmişlerdir. Çünkü iman gücü ve bilinç olmadan bir topluluğa güçlü bir topluluk denilemez. Güçlü olmayan bir topluluk da başarıya ulaşamaz. Böyle bir eğitim ve bilinçlendirme neticesinde İslam dini, dünya tarihinde görülmemiş bir başarıya imza atarak kısa bir zamanda kitleleri, bedeviyetten medeniyete yükseltmiştir.
Ve yine İslamî hareket ilmî olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ilme önem vermiştir: “Beni Rabbim muallim olarak gönderdi.”1 buyuran Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hz. İbrahim’in: “Ey Rabbimiz onların arasından öyle bir Resul çıkar ki onlara kitabı, hikmeti öğretsin ve onları arındırıp paklasın.”2 Duası ile de ümmetini en güzel şekilde yetiştirmiştir. Kendisi, o ilk nesli en güzel şekilde yetiştirerek sağlam bir temel atan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir başka yerde temel atılıp hizmet başlatılacağı zaman da göndereceği kişinin “muallim” olmasına dikkat etmiştir. Medine’ye birisinin gönderilmesi gerektiğinde, bir başka sahabiyi değil, ilim sahibi olan Mus’ab Bin Umeyr’i göndermiştir. Bu da göstermektedir ki, toplumlara yön verenler, hareketi başlatanlar ve yönetenler âlimler olmalıdır. Hareketin planlı, düzenli, istikamet üzere olması buna bağlıdır. Dâru’l-Erkam’ın dışında, düzenli bir eğitim müessesesinin olmadığı Mekke’de, Rasulullah’ın gayretiyle eğitilen sahabe, Medine döneminde Dâru’s-Suffa ile böyle bir müesseseye kavuşmuştur. Medine’de, peygamberin evi ve Mescid-i Nebevi ile beraber inşa edilen Daru’s-Suffa, eğitimin kurumsallaştığı ilk müessesedir.
İslam’ın ilk medresesi konumunda olan bu kurum, dönem dönem talebe sayısı dört yüze kadar çıkan, düzenli olarak İslami eğitim görülen bir yer olmuştur. Burada yetişen Ebu Hureyre, İbn-i Ömer, İbn-i Mesud Radıyallahu Anh gibi sahabiler, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sonra da toplumu birçok mevzuda aydınlatmaya devam etmişlerdir. Yine Medine’de dokuz ayrı mahallede kurulan Dârul-Kurra’lar göstermektedir ki, halkın eğitimi ve bilinçlenmesi için ilim, onların ayağına götürülmelidir. Çünkü halk, eğitimin önemini her zaman anlayamayabilir. Rabbimizin “…insanların çoğu bilmezler.”3 düsturuyla gelen ayetleri, bilenlerin bilmeyenleri kendi haline bırakmaması gerektiğini ifade eden ayetlerdir.
Bunun yanı sıra, toplumun yarısını teşkil eden kadınların eğitimi de unutulmamış, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Buhari’deki bir rivayete göre haftanın bir gününü, kadınlara nasihat ve onların sorularına cevap için tahsis etmiştir. Bu durum eğitimdeki medenî yaklaşımın ve eşitliliğin en bariz örneklerindendir. Toplumun medeniyet seviyesinin yükselmesini hedefleyen bir peygamberin, çift kanatlı toplumun bir kanadı olan kadınların eğitimini ihmal etmesi beklenemezdi. Çünkü iki kanat da güçlü olmadıkça toplumların yükselmesi ve medeniyetin kurulması mümkün olmayacaktır. Bu medeni ve nebevi yaklaşım maalesef birçok Müslümanda ve İslami kurumda halen ihmal edilen bir yaklaşımdır. Bu gayri İslami ve gayri medeni ihmalkârlık, birçok hareketin güçlenmesinin de önünde engel teşkil etmektedir. Kadınların ve çocukların eğitimindeki kadın realitesini göz ardı edenler, zannediyorum ki gelişmemeyi göze alanlardır.
İşte, Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin “bilinçli harekete” önem vermesiyle yön bulan İslamî hareket, sahabe döneminde en başarılı çağını yaşamıştır. Bu başarı toplumun tüm kesimlerine nüfuz etmiş ve örnek bir nesil ortaya çıkmıştır. Bu örnek nesil daha sonraki nesillere ve çağlara model teşkil etmiştir. Bir İngiliz düşünür: “Eğitim görmüş bir halkı bir yöne sevk etmek kolay, sürüklemek güçtür; idare etmek kolay, köleleştirmek ise imkânsızdır.” der. İşte, Kur’an ve sünnetin eğitiminden geçen o örnek nesil gerek kendi dönemlerindeki Müslümanlara gerekse de çağlar boyunca gelecek olan ümmete sömürülmemenin, belli güçlerin yönlendirmesiyle sürüklenmemenin ve köleleştirilmemenin yöntemini öğretmişlerdir. Onların eğitim yolu ile elde ettikleri bu bilinç, başkalarının eğitmesine ve dolayısıyla yönlendirmesine değil Kur’an’ın eğitimine teslim olup köle değil itaatkâr olan, sürüklenen değil istikamet üzere yol alan bir yapı oluşturmuştur.
Bugün de Rabbanî hareket ilmin ışığında yol almalıdır. Bunu söylerken, âlim vasfına haiz olan kişilerin sadece İslamî ilimlere ağırlık verip toplumu, beşeri ilimleri ve siyasi meseleleri bilmemelerini kastetmiyoruz. Âlim ve aydın bir kafaya sahip olmalıdır. Yani hakiki âlim, molladan farklıdır; hakiki aydın da entelektüelden farklıdır. Sadece İslamî ilimlerle iştigal edip halktan kopuk bir şekilde kabuğuna çekilenler, toplumu hakkıyla tanıyamayıp problemlerini doğru teşhis edemediklerinden toplumu arkalarından getiremezler. Bunun sonucunda, o topluma doğru bir yol gösteremezler. Bundan dolayı harekete yön veren insanlarda âlim vasfının yanı sıra aydın vasfının da olması gerektiği bilinmelidir. Bununla birlikte “aydın” vasfı da tek başına yeterli değildir; çünkü Muhterem Hocamızın da ifade ettiği gibi, İslamî ilimlerde vukûfiyet kazanmamış aydınlar kendi namlarına konuşurlar; oysa âlim, “Allah nâmına” konuşur. Toplumları ancak kutsi olan konuşmalar etkiler. Unutulmamalıdır ki, sadece aydın olan bir insanın toplumu etkilemesi ve kitlelere yön vermesi mümkün değildir.
Sonuç olarak, toplumlara aydın bir kafaya sahip olan âlimler yön vermelidir. Toplumu iyi tanıyan, oynanan oyunları basiretiyle görebilen, bu oyunlara karşı stratejiler geliştiren, Batı medeniyeti karşısında eziklik yaşamayan ve toplumun uyanışı için bizzat hareketin içerisinde olan liderler topluma öncülük yapmalıdırlar. Şu bilinmelidir ki, ancak böyle liderlerin öncülüğünde, gerçek bir uyanış hareketi başlayacak ve dalga dalga kitlelere yayılacaktır.
1- İbn-i Mace, Mukaddime, 229
2- Bakara: 2; 129
3- En’am: 6; 37