Gerek bu dünyanın yaşanılası bir yer olması için, gerekse de ahirette kurtulanlardan olabilmemiz için imanımızı kuvvetlendirmek zorundayız. Allah Azze ve Celle mü’minlere çok büyük bir hedef belirlemiştir: “Yeryüzünde fitne kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla mücadele edin”1 buyurulmaktadır. Dinin hâkimiyetinin sağlanması, dinin yüreklere hâkim olduğu insanların eliyle olacaktır. Ahir zaman dediğimiz şu çağda dinin yüreklere hâkimiyeti öyle kolay elde edilecek bir nimet değildir. Bununla ilgili Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den çok çarpıcı bir hadis nakledilmektedir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.”2
Hadis-i şerif ‘avucunda ateş tutan’ kimseleri anlatırken bunların dirençli Müslümanlar olduğunu ortaya koyuyor. Gerek toplumdan gerek neslimizden gerekse de nefsimizden taraf kaygılı bir Müslüman olarak şu ahir zamana baktığımızda bu sabrın ve direncin ne denli zor olduğunu anlıyoruz. Dört bir tarafımızdan envai çeşit rüzgâr kasırgaya dönmüş vaziyette eserken pamuk ipliğine bağlı imanların buna dayanması mümkün değildir. Kendisini ayakta tutamayanların toplumu ayağa kaldırması mümkün değildir. Dolayısıyla dirençli Müslümanlar, imanı kavi Müslümanlar bu dünyayı değiştirebilecek potansiyele sahip yegâne topluluktur.
Çağımıza baktığımızda, ahir zaman çok çeşitli yönlerden kendini gösteriyor. Batıdan esen şiddetli ahlaksızlık rüzgârı medeniyet (!) kılıfında yaldızlı paketler içerisinde öyle bir sunuluyor ki, doğu halkları o sözde medeniyete can atıyor. Kur’an-ı Kerim bu sözde medeniyetlerin sunduğu hayata metâ’ul ğurur yani aldatıcı metâ der. Elmalılı merhum bu Kur’ani kavramı çok güzel izah eder: “Meta-ı gurur müşteriyi kandırmak için allanıp pullanarak hoş gösterilen ve alındıktan sonra aşağılık olduğu anlaşılan meta demektir. Bunun müşterisi olanlar, bütün nazar ve ümidini buna dikenler, ne saadet görülecekse bunda görülecek zannedenler aldanmış olurlar.” Elmalılı merhumun dediği gibi Batı parıl parıl parlayan bir sözde medeniyet sunmaktadır insanlığa. Doğu- Ortadoğu halkları kitleler halinde ölümü hiçe sayıp, oralarda 21. asrın köleleri olarak yaşamayı göze alarak göç etmektedirler. Ülkelerinde kalanlar ise dertlerine dermanı, bunların ülkelerine müdahale etmesinde görmekte, celladından medet uman mahkûm gibi davranmaktadırlar. Ah Ortadoğu halkları, ah İslam coğrafyasının İslam Medeniyeti cevherinden bihaber kompleksli mü’minleri! Rabbimin buyruğunu yerine getirin: “Ey iman edenler iman edin!”3
Ümmet olarak gerek teknolojik buluşlar anlamında gerek refah düzeyi- hayat standardı anlamında Avrupa’dan oldukça geri durumdayız. Dolayısıyla onları madden geçmemiz hatta yakalamamız, yakın-orta hatta uzak vadede imkân dâhilinde görünmüyor. Kaldı ki teknolojik anlamda müsavilik veya üstünlük her zaman başarıyı- zaferi de getirmiyor ki. Peki, nasıl olacak? Bu ümmet nasıl ayağa kalkacak? Rabbimizin bize gösterdiği hedef ‘yeryüzünde İslam Medeniyeti’ nasıl kurulacak? Bu zor gibi görülen soruların cevabı çok net; iman gücüne ulaşmış bir topluluğun yetişmesi ve meydana çıkmasıyla. Yakın tarihi konuşacak olursak imanı kuvvetli insanlar veya küçük gruplardan oluşan topluluklar elbette vardır; olmuştur. Ancak kastettiğimiz topluluk; disiplinli, imanı kuvvetli insanlardan müteşekkil, sahici bir harekete dönüşmüş bir topluluktur. İşte böyle bir toplulukta var olan o güçlü iman imkânlıları yener ve yine o güçlü iman yepyeni ve bambaşka imkânlar oluşturur. Tıpkı Bedirdeki gibi… Tıpkı Çanakkale’deki gibi…
Rabbimiz Teâlâ Saff Suresi 8. Ayet-i kerimede: “Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Hâlbuki Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfirler hoş görmese de” buyurmaktadır. Bu muazzam ayeti kerime 70 şehit verdiğimiz Uhud Savaşından sonra indirilmiştir. Bugün ümmet adeta her gün Uhud’u yaşıyor. Her gün yüzlerce insanımız envaı çeşit şekilde öldürülüyor. Doğu Türkistan’da işkenceyle, açlıkla madden, aileler birbirinden ayrılarak, kızlarımız gâvurla evlendirilerek, çocuklar zulüm yuvalarına gönderilerek manen öldürülüyor. Yemen’de birbirine kırdırılan Müslümanlardan dolayı her 10 dakikada 1 çocuk açlıktan ölüyor. Irak’a olan olmuş 1 milyonu aşkın insan ölmüş ve ülke geçmiş günlerini arar vaziyete gelmiş. Suriye’de 1 milyona yakın kişi ölmüş, milyonlarca kişi sakat kalmış, 13 milyon kişi evsiz, yurtsuz durumda. Libya, Afganistan, Arakan ve daha nice ülkeler… Koca koca ülkeler… Nasıl olacak, nasıl olacak diyor dimağımız- yüreğimiz. Çağlar üstü kitabımız bize Saf Suresi 8 ile cevap veriyor. Kâfirin acziyetini anlatıyor. Gözümüzde çok büyüttüğümüz o İslam düşmanlarının durumunu öyle anlaşılır bir şekilde anlatıyor ki imanımız kuvvetleniyor, öz güvenimiz artıyor. Rabbimiz ‘Allah’ın nuru’ ifadesinde bulunuyor ki âlimlerimiz buna ‘Kur’an, İslam, Tevhid, İslam Medeniyeti’ manalarını vermişlerdir. Dolayısıyla tıpkı güneşe üfleyen adamın acziyeti gibi bir acziyetten bahsediliyor. Eğer biz bu nura yürekten iman edersek, bu nura yürekten güvenirsek ve bu nura yürekten sahip çıkarsak, düşmanın üflemesi sadece kendini yoracaktır, bize bir zarar veremeyecektir. Yine eğer biz bu nura yürekten iman edersek düşmanın üflemesi onun acziyetini izhar edecektir, onu rezil edecektir ki, bu durum bizim davamızın da haklılığının izharı olacaktır. Dolayısıyla kâfirin İslam Medeniyetinin kurulmaması için ortaya koyacağı çaba beyhudedir, gelmekte olan gelecektir ve İslam Medeniyeti kurulacaktır. Yeter ki biz Rabbimize ve O’nun vaadine imanımızı kuvvetlendirelim. Rabbimiz ayetin sonunda ‘Kâfirler hoş görmese de’ buyuruyor. Bu ifadeden, kâfirin bu davayı ve onun hâkimiyetini hoş görmeyeceğini net anlıyoruz. Yani Rabbimiz bir taraftan da ‘kimse ayetin başına bakıp İslam Medeniyetinin kolay kurulacağı vehmine kapılmasın’ buyuruyor adeta. Kâfirler hoş görmeyecek; kimi zaman hapisle, sürgünle kimi zaman korkuyla, şiddetle sizin önünüze engeller koyacaklar. Tarih boyunca durum- sünnetullah hep böyle olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Hâsılı şu ahir zamanda gerek ümmetimizin gerekse de dünya âlemin kurtuluşu için İslam Medeniyetinin kurulması zorunludur; Seyyid Kutub’un ifadesiyle: “Allah’ın takdiri bu dini hâkim kılmayı dilemiştir. Ancak tarihe baktığımızda Rabbimizin bu dini, güçlü imana sahip bir topluluğun eliyle hâkim kıldığını görüyoruz. Dolayısıyla hangi konuda ne yaparsak yapalım, şayet imanlarımız güçlenmezse ve böyle olanlarımızın sayısı artmazsa bu büyük nimetin gerçekleşmesini Allah bizim vesilemizle eylemez.” Rabbimizden dileğimiz imanlarımızın güçlenmesi ve bu vesileyle dünyada İslam Medeniyetinin kuruluşuna vesile olmak, ahirette de kurtulanlardan olmaktır.
- Enfal, 39
- Tirmizi, Fiten, 73; Ebu Davud, Melahim, 17
- Nisa, 136