Allah Azze ve Celle, “… Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim…”1 buyuruyor. Bu ayeti sadece imanî veya taabbüdî (ibadet) konularda kemale erme şeklinde algılayanlar yanılmaktadırlar. Şayet İslam dini temel herhangi bir konuyu ihmal eden bir din olsaydı, kâmil olma özelliğini yitirirdi. Oysa böyle bir durum, İslam için söz konusu dahi olamaz. İslam hayata dair her meselede ekmel bir dindir. Bunun yanı sıra bugün Müslümanların ‘din’ kavramı denilince aklına sadece, ibadet, ahlâk, cihad gibi mevzular gelmektedir. Oysa din, ‘düzen’ demektir. Allah’ın belirlediği düzenin adıdır ‘İslam’. İşte Allah Azze ve Celle, yukarıdaki ayeti kerimede ‘dininizi kemale erdirdim’ buyurarak, ‘hayat tarzınızı’, ‘yönetim düzeninizi’ kemale erdirdim buyurmaktadır. İslam’a dair bu kemal mertebesini bildiren Rabbimiz, son din ve tek kâmil düzen olan İslam’ın, yeryüzünde hâkim olmasını ‘fitne kalmayıp din (düzen) yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla mücadele edin’2 ayetiyle emretmektedir. İşte bu temel ayetler, İslam’ı ve O’nun ortaya koyduğu hedefi akıllarda ve kalplerde netleştiren ayetlerdir.
Mütekâmil olan İslam, dini insanların vicdanına hapsetmemiştir. Allah Azze ve Celle bu dini, insanlık hayatını insan gibi yaşasın ve her yönden eşref-i mahlûkat özelliğini muhafaza etsin diye göndermiştir. Bunun gerçekleşmesi İslam’ın hayata hükmetmesiyle mümkün olacaktır. Hayata hükmetmeyen İslam’ın insanı bütünü ile koruması mümkün değildir.
Bugün beşerî sistemlerin insanı insanlıktan çıkardığı ve insana uygun bir hayat tarzı ortaya koyamadıkları ortadadır. Çünkü insan insanı tanımamaktadır. Bugün demokrasinin tanımı olarak da söylenen, ‘insanın insanı yönettiği sistem en iyi sistemdir’ iddiası boş ve kof bir iddiadan ibarettir. Bu lafların boş bir iddiadan ve yalandan ibaret olduğunu demokratik sistemlerin kendileri defalarca ispat etmiştir. Dünyaya ne adalet, ne huzur, ne de insaniyet getiren bu sistemlerin kendileri kendi aleyhlerine en güçlü delili oluşturmaktadırlar.
İnsanın aklını (aslında nefsin hakimiyetindeki akılları) baz alan demokrasi, her yönden insanlığa büyük zararlar vermiştir. İnsanın hâkimiyetinde, en büyük kayba insanlık uğramıştır. İnsanın hâkimiyetiyle nefisler ilah haline getirilmiştir. Kur’anı Kerim “nefsini ilah edineni gördün mü”3 buyurmaktadır. Nefsi ilahlaştıran demokrasi, kapitalizm gibi kan emici bir canavarı da türetmiştir. Faizi, adaletsizliği, toplumu değil bireyi zengin eden ferdiyetçi ahlakı, haramı- helali hiçe sayan ve insanı hayvanlaştıran özgürlük anlayışı ile kapitalizm… Kendi öz ismiyle insanların dimağında yer tutamayan demokrasi, yaldızlı kelimelerle beraber anılarak ayakta kalmaya çalışmıştır. Özgürlük demokrasinin en önemli maskesi olmuştur. Amerika Irak’a yakmak, yıkmak, fitne tohumları atmak için girer ama demokrasi ve özgürlük getirmek için girdiğini söyler. Demokrasi hem kendisi yalandır, çünkü ‘demokraside demokrasi yoktur; hem de birçok yalana kılıf olmuş bir sistemdir. Bu kılıfı kaldırdığımızda altından, İslam düşmanlığı, emperyalizm gibi envai çeşit hakikat ortaya çıkacaktır. Bu hakikatleri görmek için Ortadoğu’da, demokrasi ve özgürlük adına yapılan müdahalelerin neticesine ve gerçekte bu memleketlere ne getirdiğine bakmak yeterli olacaktır.
Tüm bu yönleriyle kendi ipliğini kendisi pazara çıkaran demokrasi, Müslümanlar tarafından asla benimsenmemelidir. Çünkü bütün bu menfi yönlerinin yanı sıra, hâkimiyeti Hak’tan alıp halka veren bu sistemi Allah Azze ve Celle de reddetmektedir. “Hüküm (egemenlik) ancak Allah’ındır. Çünkü O gerçeğe uyar ve O, sağlam hüküm verenlerin en hayırlısıdır”4 buyuran Kur’an, egemenliğin halkta değil Hak’ta olduğunu ilan etmektedir. Müslüman’a düşen Hak’kın gaspedilmiş hakkını halktan (aslında belli güçlerden) alıp Hakka iade etmektir.
Her tarafı yalan dolan olan demokrasi, her ne kadar çoğunlukçu bir sistem olarak görülse de esasında, çoğunluğun göstermelik olarak yönetime müdahil olduğu bir sistemdir. Aslında perde arkasında çoğunluğun dediği değil, kan emici-mutlu azınlığın dediği olmaktadır. Gerçekte demokrasi denilen sistem, pratik olarak uygulanmamakta; demokrasinin tam tersi olan otokrasi (yönetimin belli güçlerin elinde olduğu sistem) sistemi uygulanmaktadır.
İşte demokrasinin ‘çoğunluğun dediği olacak’ iddiası, Müslümanları kandıran tarafıdır. Müslümanlar demokrasinin ‘insanın hâkim olduğu bir sistem’ olduğunu unutmakta ve çoğunluğun dediğinin olduğu bir sistem olduğunu zannetmektedirler. Hal böyle olunca çoğunluk elde edildiği takdirde Hakkı hâkim kılabileceklerini vehmetmektedirler. Oysa bu istek, demokrasi sisteminin özüne aykırıdır. Demokratik sistemler (hakikatte), ‘bütün insanlar hâkim olabilir, yeter ki Allah hâkim olmasın’ demektedirler. Tıpkı Mekke dönemindeki müşriklerin; “Ey Muhammed sen bile başkanımız olabilirsin, ama Allah’ın hâkimiyeti (Leilehe illallah) deme bizlere” dedikleri gibi. Yani çoğunluğun isteklerini belli şartlara bağlamışlardır. Mesela o çoğunluk asla, ‘Allah’ın dediği olacak’ demeyecek. Aksi halde çoğunluğun oranı %99’a ulaşsa dahi, demokrasinin ruhuna aykırı olan herhangi bir talepte bulunmaları kabul edilmeyecektir.
Beşeri bir sistem olan demokrasinin, kendisinden faydalanmak isteyenlere, kendi sisteminin özünü (demokrasinin özü: insanın hâkimiyetidir) korumak için bir takım şartlar koşması çok normaldir. Normal olmayan şudur ki, bu şartları görmezden gelerek, demokrasiyi demokratlardan daha iyi biliyor gibi sahiplenenlerin tavrıdır. Allah’ın gönderdiği dini hâkim kılmaya çalışanların, sanki İslam dininin, kendini hâkim kılacak yol ve yöntem ortaya koymada bir acziyeti varmış gibi davranmaları ve demokrasi yoluna sımsıkı sarılmaları hayret edilecek bir durumdur.
İslam’ın nasıl ki kendine has bir hedefi vardır, bu hedefin gerçekleşmesini sağlayacak kendine has da bir yöntemi vardır. İslam aciz değil, kâmil olan dindir. Hedefi gösteren Allah, yolu-yöntemi de göstermiştir. Eğer takip edeceğimiz yolu göstermeseydi ve bizi, emrettiği muazzam hedef ile baş başa bıraksaydı, bu durum Allah’ın rahmetine de, İslam’ın kemaliyatına da ve akla mantığa da sığmazdı.
İslam’ın hâkimiyeti İslam’ın kurallarına göre, Kur’an ile bildirilen metoda göre ve bu metodu pratiğe geçiren peygamberlerin nebevi yöntemlerine göre sağlanacaktır. Bu hakikat Kur’an ile de sabittir, aklen de olması gereken budur. Kur’an-ı Kerim Rabbani hareket metodunu teorik olarak anlatmaktan ziyade, pratik olarak anlatır. Peygamber kıssalarıyla bütün peygamberlerin aynı yolu takip ettiklerini defaatle gözlerimizin önüne serer ki, adeta; ‘izleyeceğiniz yol, defalarca gidilmiş, defalarca tatbik edilmiş, bilinen bir yoldur’ mesajını verir. Bizi kafa karışıklığından da yol karışıklığından da kurtarır; şu zulmet çağında, önümüzü bir projektör gibi aydınlatır. Rabbimiz Teâlâ buyuruyor: “Gerçekten bu Kur’an, insanları en doğru yola götürür.”6 “Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır.”7
Kur’an’ın yanı sıra akıl-mantık da bu dini hâkim kılma yolunun, bu dinin belirlediği kriterlere göre olması gerektiğini haykırır. Rabbani metot konusunun Üstadı olan Seyyid Kutup, bu mantıklı durumu, şu şekilde ifade eder: ‘Meşru olan bir din, -tabiatı gereği- gayrı meşru vasıtalarla hâkim kılınamaz. Rabbani olan bir din -tabiatı gereği- beşerî bir yolla hâkim kılınamaz. Hak olan bir dava -tabiatı gereği- batıl bir yolla hâkim kılınamaz”
İslam’ı hâkim kılmaya çalışan Müslümanlar, Rabbani metot veya beşeri metodu tatbik etme hususunda muhayyer bırakılmamışlardır. Allah Azze ve Celle buyuruyor: “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur; artık bu yola uyun, başka yollara uymayın, sonra o yollar sizi Allah yolundan ayırıp, parçalar (fırkalara ayırır). İşte Allah size bunları emretmektedir; olur ki sakınırsınız.”7 Ayeti Kerime Allah’ın bildirdiği yola uymamızı öğütlerken, yol farklılıklarının büyük ihtilaflara sebep olduğunu da bildirmektedir. Hakikaten bugün, cemaatler arasındaki ihtilafın büyük bölümünü metot farklılıkları oluşturmaktadır. Bir gün, bu metot farklılıkları ortadan kalkar ve gidilen yol aynı olur ise, ufak tefek ihtilafların kıymeti harbiyesi olmayacak ve ‘yol birliği’ ümmetin vahdetini sağlayacaktır. İslam namına, ümmetin ve insanlığın kurtuluşu için yapılacak yığınla iş varken ve zaman da gitgide azalıyorken, beşeri metotlarla oyalanmak akıl karı değildir. Müslümanlar, ‘demokrasi ile hakkı hâkim kılma’ kandırmacasına bir son vermelidirler. Onların metotlarını onların başına çalıp, Rabbin hâkimiyetini Rabbin metoduyla sağlayacaklarını artık anlamalıdırlar.
VE BİLMELİDİRLER Kİ ALLAH, HAK DAVANIN HÂKİMİYETİNİ, BATIL YOLLARA TEVESSÜL EDENLERE DEĞİL, RABBANİ YOLU TAKİP EDENLERE NASİP EDECEKTİR.
1- Maide, 3
2- Bakara, 193
3- Furkan, 43
4- En’am, 57
5- İsra, 5
6- Bakara, 257
7- En’am, 153