Uhuvvet.
İslami literatürde "kardeşlik" manasında kullanılan ve Arapça bir kelime olan “uhuvvet”, aynı ana babadan veya bunlardan birinden dünyaya gelenler arasındaki kan bağını belirtmesinin yanında aynı sülaleye, kabile veya millete mensup olma, aynı inanç ve değerleri, dünya görüşünü paylaşma gibi ortaklık ve benzerlikleri bulunan kişi ya da gruplar arasındaki birlik ve dayanışma ruhunu da ifade etmektedir. Kelime Kur’an ve hadislerde ve diğer İslami kaynaklarda, Cahiliye telakkisindeki soy birliğine ve kan bağına dayanan asabiyet kavramının karşıtı olarak, Tevhid inancını esas alan manevi birliği, dayanışma ve paylaşma sorumluluğunu anlatmak üzere yaygın biçimde geçmektedir. Klasik sözlüklerde "uhuvvet" kelimesinin iki farklı çoğulundan "ihve"nin daha çok kan kardeşleri, "ihvan"ın ise kan bağı olsun veya olmasın aynı inanç ve idealleri paylaşmaktan dolayı aralarında manevi yakınlık bulunan kişileri ifade etmek için kullanıldığı belirtilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de "ihvan", çoğu manevi kardeşlik olmak üzere her iki anlamda da geçerken mü’minlerin birbirlerinin kardeşleri olduğunu bildiren ayet1 dışında "ihve" kelimesi özellikle gerçek kardeşleri ifade eder. Fahreddin er-Razi’ye göre bu istisna kullanımdaki amaç, din kardeşliğinin en az kan kardeşliği kadar önemli olduğunu vurgulamaktır.
Irkçılık.
Irk ( العرق ) kelimesi Arapça’da “kök, bitkinin gövdesi, yaprağın sapı, damar, asıl, irsî özellik, nesep, menşe, ata” gibi anlamlara gelir. İbn Manzûr’un naklettiği bir beyit eski Araplarda ırk kelimesinin “soy üstünlüğü ve asalet” anlamında kullanılabildiğini göstermektedir. İslami dönemde buna yakın bir anlamda, fakat çoğunlukla reddedici bir yaklaşımla yine bir cahiliye dönemi kavramı olan asabiyet kullanılmaktaydı. Ancak bu kelime, çağdaş bir kavram olan ırkçılığın anlam genişliğinden uzak olup genellikle kabilecilik çerçevesinde bir içerik taşıyordu. Zamanla bilhassa İranlıların Müslüman olmaya başlamasıyla birlikte kısmen ırk ayırımını ve buna dayalı çekişmeleri de ifade eden "şuubiyye" kelimesi kullanılmaya başlandı.
Sıla-i Rahim.
Sözlükte “bağ, ilişki” anlamına gelen sıla ile “döl yatağı, ana rahmi” ve mecazen “insanlar arasındaki soy birliği, akrabalık bağı” manasındaki rahm/rahim (çoğulu erhâm) kelimelerinden oluşan sıla-i rahim, terim olarak “kan bağı ve evlenme yoluyla oluşan akrabalık bağlarını yaşatma, akrabalarla ilişkiyi sürdürme, haklarını gözetme, onlara ilgi gösterme, iyilik ve yardımda bulunma, ziyaret etme” şeklinde açıklanmaktadır. Akrabalar için zü’l-erhâm, ulü’l-erhâm gibi tabirler de kullanılır. İbnü’l-Esîr, bu tür akrabalık görevlerini ihmal etmenin veya akrabalara kötü davranmanın kat-ı rahim tabiriyle ifade edildiğini belirtmektedir.
Küskünlük.
Sözlükte “birbiriyle görüşüp konuşan kimselerin incitici ve kırıcı bir söz ya da davranış yüzünden aralarındaki iletişimi kesmeleri, dargın durmaları” anlamına gelir. Arapça karşılığı olan "hecr" kavramı birçok ayet ve hadiste “uzaklaşmak, terk etmek, yüz çevirmek” gibi anlamlarda geçer. Hadislerde ve İslam ahlâk literatüründe hem Kur’an’da belirtilen manalarda hem de özellikle “küskünlük, dargınlık” karşılığında kullanılır. Kur’an-ı Kerim’de bütün inananlar barışa (silm) katılmaya çağrılmakta, Allah’ın dini ve Kur’an etrafında bütünleşmeleri, tefrikadan uzak durmaları istenmekte, Cahiliye döneminde birbirine düşmanlık besleyenlerin kalplerinin uzlaştırıldığı, İslam kardeşliğinde birbiriyle buluşup kaynaştıkları ve sonuçta adeta bir ateş çukuruna düşmekten kurtarıldıkları belirtilmektedir.
Muâhât.
Arapça uhuvve kökünden türeyen muâhât sözlükte “biriyle kardeş olmak, birini kardeş edinmek” anlamına gelir. Rasulü Ekrem, hicretin ardından Medine’de toplumun iç dinamiklerini harekete getiren bir dizi icraat yapmıştır. Bunların içinde selamın yayılması, açların doyurulması, yakınların ziyaret edilip gözetilmesi ve mescid yapılması gibi sosyal içerikli emir ve tavsiyelerin ön plana çıktığı görülür. Bazı Mekkeli sahabilerin önce kendi aralarında, daha sonra Ensar’dan bazı kimselerle kardeş ilan edilmesi bu doğrultudaki icraatların en önemlilerinden biridir. Muâhât sayesinde, İslam toplumunda bütünleşmenin gerçekleştirilmesine ve o günkü sosyokültürel ve ekonomik problemlerin çözümüne büyük kolaylıklar getirmiş, özellikle "hilf" denilen cahiliye adetinin ortadan kaldırılmasını, yurtlarından ve yuvalarından ayrı düşen Muhacirlerin garipliğini, mahzunluğunu gidererek Medine’ye ve Medinelilere ısınmalarının kolaylaştırılmasını, onlara maddi destek imkânları araştırılırken bunun manevi bir kardeşlikle desteklenmesini ve yardım görmelerinden doğabilecek psikolojik ezikliğe fırsat verilmemesini, o zamana kadar yaşadıkları ağır şartlarda tecrübe kazanan Muhacirlerin Ensar’a mürşid, Ensar’ın da onlara bir nevi öğrenci kılınarak eğitici bir hareketin başlatılmasını, ashap arasında seciye ve karakter benzerliğinin belirginleştirilmesini ve her iki zümrenin ortak bir paydada buluşarak zihniyet beraberliği içinde inkârcı, münafık ve Yahudi fitnelerine karşı birlikte hareket etmeleri sağlanmıştır. Araplar arasında her zaman çıkabilecek kabilecilik gayretine dayalı tefrikaya karşı en etkili önlem de yine muâhâttı.
Asabiyet.
Cahiliye döneminde, aralarında baba tarafından kan bağı bulunan akrabanın oluşturduğu topluluğa “asabe”, bu topluluğun bütün fertlerini birbirine bağlayan ve herhangi bir dış tehlikeye karşı koymak veya saldırıda bulunmak söz konusu olduğunda bütün topluluk üyelerinin harekete geçmesini sağlayan birlik ve dayanışma ruhuna da “asabiyet” denilmekteydi. Asabiyet, esas itibariyle soy (nesep) birliğinden kaynaklandığından, aynı soydan olanlar arasında organik yakınlık (kurbü’l-luhme قرب اللحمة ) arttıkça asabiyet de güçlenir, buna karşılık bu yakınlık aileden başlayarak aşirete, kabileye doğru yayıldıkça asabiyet de zayıflardı. Bu gerçek asabiyet yanında bir de hükmî veya itibarî asabiyet vardır ki bu kan bağına dayanmayıp herhangi bir akid, antlaşma, kefalet vb. uygulamalarla kurulan asabiyettir.
* islamansiklopedisi.org.tr/’den yararlanılmıştır.
- Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat, 10)