- Yüzyıl sonlarında Osmanlı Devleti’nin başına geçen; kimilerinin (Ermeni isyanlarını bastırmış olması nedeniyle Fransız bir yazar olan Albert Vandal tarafından uydurulan) Kızıl Sultan adını taktığı; zor şartların adamı Sultan II. Abdülhamid, başa geçtiği zaman İngiltere, Fransa ve Rusya’nın başını çektiği Batılı devletlere karşı bu toprakları korumaya çalışırken; aynı zamanda Yahudilerin, Ermenilerin ve İttihatçıların da düşmanlığı karşısında ülkeyi idare etmesi gerekiyordu. Batılı devletlerle olan mücadele genel olarak bilindiği için bu yazımızda Ermenilerin, Yahudilerin ve İttihatçıların bazı faaliyetlerinden kısaca bahsetmek istiyoruz.
BİR SUİKAST GİRİŞİMİ
Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni Komitecilar, karşılarında en büyük engel olarak gördükleri Padişah Sultan II. Abdülhamid’i ortadan kaldırmak istemişlerdi. Kendileri bu iş için Avrupa ve Rusya’daki uluslararası teröristlerle ilişki kurmuşlar, onlardan Abdülhamit’in öldürülmesi konusunda yardım istemişlerdi.
Bu iş için özel olarak İstanbul’a getirilenlerden biri de Belçikalı terörist Edvard Jorris’ti. O dönemde Anarşizm bütün dünyayı sarmış, suikasta uğramayan hükümdar ya da cumhurbaşkanı hemen hemen kalmamıştı. Şimdi sıra II. Abdülhamid’deydi. Edvard Jorris, göze çarpmamak için bir şirkete memur olarak girmiş, Padişah’ın Cuma Selamlıklarını büyük bir dikkatle izlemeye başlamıştı. Abdülhamid, Cuma günleri Yıldız Cami’sinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu. Birkaç defa Cuma Selamlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini, padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu daima 1 dakika 42 saniyede aldığını görmüştü.
- Abdülhamid’i öldürmek için detaylı bir plan hazırlandı. Bu amaçla bir atlı arabaya 120 kg patlayıcı yerleştirerek padişahın Cuma selamlığından sonra Yıldız Hamidiye Cami önündeki yoluna yerleştirdiler. Suikast için padişahın kendi arabasına yürüyüş süresi (1 dk 42 saniye) gibi en ince detay dahi hesaplanmıştı. Patlayıcıların içine konduğu arabaya metal parçaları doldurulup bombanın etkisi artırılmıştı. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, 21 Temmuz 1905 Cuma günü bu fayton, Abdülhamid’in dört at koşulu arabasının yanına bırakılmış, padişahın camiden dışarıya çıkması beklenmeye başlanmıştı. Ancak Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin Sultan Abdulhamid’e bir soru sorarak geciktirmesi üzerine zaman ayarlı bu bomba, Sultan Abdülhamid uzaktayken korkunç bir gürültüyle patlamış, arkasından araba parçaları ve insan kol ve bacakları dört bir yana savrulmaya başlamıştı. Padişahın yanında bulunanlar korkuyla kaçışıyor, canlarını kurtarmak için sığınacak yer arıyorlardı. O kadar kalabalığın ve hengâmenin arasında kılını kıpırdatmayan, yüzünde en ufak bir panik ve korku izi görülmeyen tek bir kişi vardı: O da II. Abdülhamid idi… Patlama sonucu civardaki insanlardan 26 kişi öldü ve 58 kişi yaralandı.
Abdülhamid’in bu suikasttan kurtulması, nedense Tevfik Fikret’i pek üzmüş ve bu üzüntüsünü ‘Bir Lâhza-i Ta’ahhur - Bir anlık duraklama’ adlı şiirinde şu mısralarla belirtmişti:
“Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın.
Attın… Fakat yazık ki, yazıklar ki, vuramadın.”
YAHUDİLERİN FİLİSTİN’DE TOPRAK TALEBİ
Yahudilerin Sultan Abdulhamid’e olan düşmanlıklarının sebebi ise; onların Filistin’de yerleşecek bir toprak talebinde bulunmaları ve bunun karşılığında vaad ettikleri büyük miktarda para ve altına rağmen, padişahın asla taviz vermez bir tutum sergileyerek onları kovmasıdır. O dönem yaşananları mümkün olduğunca Abdulhamid’in kendi hatıralarından faydalanarak kısaca öğrenelim.
Siyonizm’in fikir babası olarak bilinen Teodor Hertzl, Abdulhamid’in Avrupa’daki gözü kulağı gibi olan ve oradaki gelişmeleri haber veren Polonyalı Kont Newlinski’nin aracılığıyla Sultan II. Abdülhamid’le görüşme yapmak istemişti.
Yahudiler 1902 yılında Tahsin Paşa yoluyla padişaha ilettikleri tekliflerinde şunları bildiriyorlardı:
- Osmanlı devletinin otuz üç milyon İngiliz altınına ulaşan dış borçlarının tamamını ödemek,
- İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın franka mal olacak deniz filosu yaptırmak,
- Devletin malî durumunu canlandırmak için otuz beş milyon altın faizsiz borç vermek.
“Yahudilerin bu taahhütleri, yılın herhangi bir gününde Filistin’e ziyaret maksadıyla girmelerine müsaade edilmesine ve Yahudilerin Kudüs-i Şerif’te kendi dinlerine mensup olanların ziyaretleri esnasında içinde kalabilecekleri bir müstemleke (kanton) kurmalarına izin vermesine karşılıktır.”
Sultan II. Abdülhamid’e böyle bir teklifte bulunan heyetin başında Siyonizm’in babası Hertzl vardı. Emanuel Karaso da bu heyetin içinde bulunuyordu.
Yahudilerin bu teklifine Sultan II. Abdülhamid’in cevabı şu olmuştur:
“Tahsin! Onlara de ki: Devletin borçları onun için bir ayıp değildir. Çünkü Fransa gibi başka devletlerin de borçları vardır ve borçları onlara zarar vermemektedir. Kudüs’ü ilk önce Hz. Ömer Radıyallahu Anh fethetmiştir. Burayı Yahudilere satma kara lekesini ve Müslümanların korumam için bana tevdi ettikleri emanete ihanet etme suçunu yüklenemem.
Yahudiler, mallarını kendilerine saklasınlar. Devleti Âliye’nin İslam düşmanlarının mallarıyla yapılan kalelerin arkasına sığınması mümkün değildir.
Emret çıksınlar! Bir daha benimle görüşmeye veya buraya girmeye uğraşmasınlar.”
Siyonist lider Teodor Hertzl de anılarında, Sultan II. Aldülhamid’in kendilerine şu cevabı verdiğini yazmaktadır: “Doktor Hertzl’e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben bu topraklardan bir karış toprak dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil milletimin mülküdür. Milletim bu yer için savaşmış ve orayı kanı ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de İmparatorluğum parçalanırsa işte o zaman Yahudiler, Filistin’i para ödemeden alabilirler. Fakat ben sağ olduğum müddetçe benim için bedenimin neşterle yarılması, Filistin’in İmparatorluğumdan koparılmasından daha kolay bir hadisedir. Bu imkânsız bir şeydir. Ben daha sağ iken bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade edemem.”1
Vatanına, milletine ve İslam ümmetine böylesine bağlı olan ve bunları bir emanet olarak gören - koruyan Sultan II. Abdülhamid, tarihe 31 Mart Vak’ası diye geçen isyandan sonra tahttan indirilmiştir. Esasında Sultan Abdulhamid, emrindeki askerlerle bu isyanı da bastırır; kendisini tahttan indirip, Yıldız Sarayı’nı yağmalayan Hareket Ordusu’nu da geri püskürtebilirdi. Ama o bu topraklarda müslüman kanı dökülmesin diye asla böyle bir çatışmaya müsaade etmemiştir. Tıpkı Hz Osman’ın isyancılara karşı tavrı gibi burada da büyüklüğünü göstermiştir. Bu olayda ilginç olan şey, 31 Mart isyanını çıkaranlar ve kışkırtanlar İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları veya onların yönlendirdiği kimselerdi. Daha sonra padişahın tahttan indirilmesine de yine bu cemiyet karar verdi ve bu kararında padişahı 31 Mart isyanına sebep olmak, din kitaplarını tahrif etmek – yakmak ve devlet hazinesini israf etmekle suçladı.2 Yani kendi suçlarını padişaha yükleyerek bunu onun tahttan indirilmesi için gerekçe olarak kullanmışlardı.
Padişahın hall’ine (yani saltanattan indirilmesine) dair kararı tebliğ eden heyetin içinde bir tek Türk yoktu. Osmanlıyı temsil ettiğini iddia eden böyle bir heyeti görünce Sultan II. Abdülhamid de bu trajikomik durum karşısında şu ifadeyi kullanmıştı: “Bir Türk padişahına, 33 sene (1876-1909) bu makamda bulunmuş İslam halifesine hall’ kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?”3
İlginç bir ayrıntı da, Filistin topraklarının Yahudilere satılması için rüşvet teklifinde bulunulduğunda Sultan II. Abdülhamid tarafından kovulan Yahudi heyetin içinde bulunan Emanuel Karaso bu kez sultanın hall’ kararını tebliğ için onun karşısına çıkarılmıştı. İşte bu ihanetin şartlarını hazırlayan teşkilat da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ydi. Hatta tarihimizi dikkatli okuduğumuzda görülecektir ki Sultan II. Abdülhamid tahttan indirildikten hemen sonra Trablusgarb savaşında ve Balkan savaşında büyük topraklar kaybedilmiştir. Hatta Osmanlı’nın parçalanması ve yıkılmasına neden olan 1. Dünya Savaşına bizi sokan, Sarıkamış harekâtında 90.000 askerimizin düşmana silah bile sıkmadan soğuktan donarak hayatını kaybetmesine sebep olan yine onlardı. Kısacası bu vatanın parçalanmasına ve milletin işgal altında zulüm görmesine sebep olan, sonra da bizi medeniyetimizden koparan hep onlar; hep bu aydın geçinen İttihatçılar olmuştur.
- Vahdettin Engin, Pazarlık
- Osmanlı Padişahları, Türkiye gazetesi yayınları
- Mustafa Armağan, Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı