Allah Teâlâ şöyle buyuruyor; "De ki: "Yemin ederim: Eğer insanlar ve cinler, bu Kur'ân'ın benzerini yapmak için bir araya toplansalar, hatta birbirlerine destek olup güçlerini birleştirseler bile, yine de onun gibi bir kitap meydana getiremezler."1
"Yoksa "Kur'ân'ı kendisi uydurmuş" mu diyorlar. De ki: "İddianızda tutarlı iseniz, haydi belâgâtte onunkine benzer on sûre getirin, isterse kendi uydurmanız olsun ve Allah'tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardıma çağırın!"2
"Yoksa: "Onu kendisi uydurmuş" mu diyorlar? De ki: "Öyleyse, iddianızda tutarlı iseniz, haydi onunkine benzer bir sûre ortaya koyun ve Allah'tan başka çağırabileceğiniz kim varsa hepsini de yardımınıza çağırın."3 "Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur'ân'ın Allah'ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi onun sûrelerinden birine benzer bir sûre meydana getirin ve Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda haklı iseniz. Bunu yapamazsanız –ki hiçbir zaman yapamayacaksınız– çırası insanlarla taşlar olan o ateşten sakının."4 Yukarıda zikredilen ayetler, Kur’an-ı Kerim’in 1400 yıldır dünya-âleme meydan okuduğunu ifade eden ayetlerdir. Allah( c.c) bu meydan okuyuşu, aşama aşama insanlığın önüne sunarak; âdeta Hâlık’ın karşısında mahlûkun zayıflığını, Aziz olan Allah’ın karşısında âciz olan insanın durumunu gözler önüne seriyor. Rabbimiz muârızlara (Kur’an’a karşı çıkanlara); önce Kur’an’ın bütününün, daha sonra on suresinin, en sonunda ise bir suresinin benzerini getirmeleri hususunda meydan okuyarak, âdeta onları galeyana getirecek derecede bir üslup ve tekrar ile bir nazire (benzer) getirilmesinin yolunu açıyor.
Bu meydan okuyuşa karşı cılız bazı sesler karşılık vermek istemişler, ancak Kur’an’ın eşsiz belâgâti karşısında sus-pus olmuşlar, hâlihazırda söyledikleri edebî cümleleri dahi söyleyemez duruma gelmişlerdir. Tarih buna şahittir ki; Hz. Peygamber zamanında müseylimetül kezzabın (yalancı peygamber) birkaç fıkrasından başka, günümüzde ise bazı Hristiyan Evanjelistlerin uydurma safsatalarından başka bir ses çıkmamıştır, çıkamamıştır.
Oysa Kur’an bu meydan okumayı, ciddi bir iddia ortaya atarak ve ciddi bir yöntem göstererek ortaya koyuyor. ‘Elif, Lâm, Mim…’ İşte harfler… İşte kuracağınız heyetler… Bütün sosyologlar, psikologlar, edebiyatçılar, anayasa profesörleri, siyaset bilimciler, daha kim varsa insanlardan, cinlerden mürekkeb ne kadar uzman topluluk varsa, hepsini bir araya getirin! Bu işi ciddiye alın; bilim adamlarınızı, ilim adamlarınızı toplayın; Kur’an’ı tetkik etsinler, tahkik etsinler, etüd etsinler…
Ve onun bir benzerini getirebilirler mi? Düşünsünler, kafa yorsunlar. Eğer ciddi ve objektif bir şekilde Kur’an’ı incelerlerse onun mükemmelliğini, eşsizliğini görecekler; ‘Allah’tan hakkıyla ancak âlimler korkar’ ilahî düsturunun gereği olarak, önce onlar “SUBHANALLAH” diyeceklerdir. Kur’an’ın kendine olan güveni tamdır, onun bu meydan okuyuşu hem kendine güveninden, hem de düşünen, akleden insanlara Kur’an’ın tesir edeceğine güvenden kaynaklanmaktadır. İnsan bir defa Allah’ın ve Kur’an’ın karşısında âcizliğini anlamaya görsün; o zaman aslında çok şeyi anlamış olduğunun farkına varacaktır. Araplar meşhur bir atasözlerinde; ‘aczî kenzî’ yani ‘acziyetimi anlamam en büyük kazancımdır’ derler. İşte Kur’an’ın belâgâti karşısındaki acziyet hâli, insanı zamanla Allah dostu, Kur’an aşığı yapacaktır.
Kuran-ı Kerim, Mekke döneminden Medine dönemine, nâzil olduğu asırda; edebiyata, şiire, belâgâte meftun olan Arap toplumuna, artık edebiyat anlamında söylenecek söz bırakmamıştır. Ondan sonra söylenen tüm sözler onun belâgâti karşısında ezilmiş, önemini kaybetmiştir. Arabın Kâbe’nin duvarına altın harflerle yazdığı en güzel şiirlerini, meşhur ‘Muallekat-ı Seb’a’larını indirterek, yerle bir etmiştir. Hud Suresi’nin “Ey yer suyunu yut ve ey gök suyunu tut, denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî dağının üzerine yerleşti. Ve o zalimler topluluğunun canı cehenneme, denildi” âyeti, meşhur şair İmriü’l-Kays’ın kız kardeşine, ‘Muallaka-i Seb’a’yı Kâbe’nin duvarından indirtmiştir. Belâgâtten anlayan kadın, artık bu şiirlerin, Kur’an’ın yanında önemini kaybettiğini itiraf etmiştir.
Kur’an’ın ismidir el-Belâg. Üstad Bediüzzaman belâgâti şöyle tanımlar: ‘Belâgât; muktezâ-i hâle mutabakattır. Yani hakikatli ve tam yerinde söz söylemektir.’5
- Kur’an surelerinin başlangıcındaki vurucu ifadeler; yeminler, tekidler, tahmidler, tehditler Kur’an’ın eşsiz belâgatidir.
“Vel Asr” ile başlayarak zamana yemin eden bir sure, su gibi akan zamanın, aleyhine çalıştığını düşünen insanoğlunun dikkatini çekmez mi?
- Surelerin ve ayetlerin birbiri arasındaki; uyum, insicam, irtibat, münasebet, Kur’an’ın eşsiz belâgâtindendir. Örneğin; Kevser Suresi ile Mâun Suresi arasındaki münasebet açık olarak görülmektedir. Mâun Suresinde, münafığın dört vasfı zikredilerek, onlarda; pintilik, namazı terk, namazda riya ve yardıma mani durumunun var olduğu bildirilir. Kevser Suresinde ise pintiliğe mukâbil, hayrı çok olan kevser, namazı terk yerine namaza devam, namazda riya yerine Rab için namaz kılmak, yardımı men etmek yerine kurban kesmek, onun etini tasadduk etmek olduğu bildirilmektedir. Böylece münafıkla mü’minin ahlâkı mukayese ve mükemmel bir şekilde sureler arası uyumla ortaya konulmaktadır.
- Kur’an’ın âdeta ahenkli bir musikî dinletisiyle insanı baş başa bırakarak, insana hitap etmesi onun eşsiz belâgâtindendir. Örneğin; fısıltının ve vesvesenin anlatıldığı Nas Suresini okurken sürekli kulağımıza bir fısıltı sesi gelmektedir. Yani surenin içeriği ile tilâveti arasında müthiş bir ahenk göze çarpmaktadır.
- Yine Kur’an’ın belâgâtindeki mükemmellik; Arapça bilen-bilmeyen, Müslüman olan-olmayan herkesi kendine çekmektedir.
Velid bin Mugire, Ahnes bin Şerik, Ebu Cehil gibi İslam düşmanlarına kendini dinletmesi, onları bile kendine hayran bırakması onun eşsiz belâgâtindendir. Yine Utbe bin Rebia’ya; ‘Ondan öyle şeyler işittim ki benzerini işitmiş değilim, bu sözler ne şiir ne sihir ne de kehânettir’, sözlerini söyleten, Müsteşrik Regis Blachere; ‘Hatta Arapça bilmeyen bir Avrupalı bazı surelerin okunmasından hisleniyor, ya Muhammed’in muasırları hakkında neler düşünülmez’ sözlerini söyleten, Yahudi alim Hirshfield’e; ‘Kur’an hâiz olduğu ikna kuvveti,belâgâti ve inşası itibariyle kabına erişilmeyecek bir kitaptır’ itirafını yaptıran Kur’an’ın eşsiz belâgâtidir.
- Temel olarak bilinmesi gereken; iman, ibadet, ahlâk, muâmelat esaslarını duru, yalın, herkesin anlayacağı şekilde anlatırken, bu anlatımı yüksek bir ilmî üslup ile ortaya koyması onun eşsiz belâgâtindendir.
- Her konuda insanı âciz bırakan (mu'ciz ul-beyan) Kur’an, özellikle önemli konularda kullandığı özlü lafızlarla da insanoğluna konuyu derinlemesine ve hikmetli bir şekilde anlatarak Kelamullah, Kelimâtullah, Lafzatullah olduğunu tekrar tekrar ortaya koymaktadır.
İşte Kur’an’ın bu yönünü inkâr ederek; ‘Onun ahkâmını ve ahlâkını oluşturan kelimeler önemli değil, ruhunu alalım, şekil önemli değil manaya bakalım, hükümleri direkt olarak üstümüze alınmamıza gerek yok, o hükmün gayesine bakalım’6 diyen Fazlurrahman gibilerine, Elmalılı merhum, tokat gibi cevap veriyor; ‘Rabbin kelimelerini değiştirecek, O’na karşı hâkimlik, mümeyyizlik, musahhihlik edecek hiçbir kimse yoktur. Ne kimse O’nun kelimâtını kaldırıp yerine daha doğru ve daha adaletlisini koyabilir, ne de benzerini getirebilir. Söz O’nun sözü, kanun O’nun kanunu, kitap O’nun kitabı, hüküm O’nun hükmüdür.’7
Dünya tarihinde hiçbir kitap bu kadar tetkike ve tahkike tâbi tutulmamıştır. İslam âlimleri ondan daha fazla istifade etmek için, ondan istihraçlar (çıkarımlar) ortaya koymak için, Kur’an muârızları ise onda bir tenâkuz, bir tağyir veya tenkid noktası bulabilmek için Kur’an’ı incelemişlerdir. Tahkik için onu tetkik edenler bitmez-tükenmez hazine olan Kur’an’ı incelemeye kıyamete kadar devam edecektir, Tenkit için onu tetkik edenler de - yenilen pehlivan güreşe doymaz hesabı- kıyamete kadar var olacaktır.
Tüm İslam muârızları geçmişten günümüze, gerek Hz. Peygamberin gerekse de Kur’an’ın ‘Raybel menûn’8 olmasını yani; zamanın hadiseleriyle yok olup gitmesini şiddetle arzulamışlardır. Durum bunun tam tersi olmuş; zaman yaşlansa da Kur’an gençleşmiş, zaman yaşlansa da Hz. Peygamber (sünneti-davası) genç ve dinamik bir şekilde ayakta durmaya devam etmiştir.
Kur’an’ın harflerle meydan okumasına sessiz kalanlar, ona ve onun yoldaşlarına düşmanlıkta hiç de sessiz kalmamışlardır. Haçlı seferlerini 21. yüzyıla kadar taşıyarak Kur’an güneşini söndürdürmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Cahız’ın dediği gibi; “Muâraza-i bil huruf mümkün olmadı, muharebe-i bissuyufa mecbur oldular” ( harflerle muâraza yapamayınca, kılıçla muharebeye mecbur oldular.)
Kur’an’a yeniden sahabe nesli gibi sarılan, ondan beslenen ve onun eğitiminden geçen, tüm meselelerde prensiplerini, kriterlerini ondan alan Öncü Bir Nesil ancak bu gidişatı durduracak ve ümmetin yeniden ayağa kalkmasını sağlayacaktır. Ümidimiz işte o Öncü Nesildir!
Not: Kur’an’ın belâgâti ve îcazı elbette bu kadarla sınırlı değildir, bildiğimiz bilmediğimiz daha birçok mucizevî yönünün olduğu unutulmamalıdır.
- İsrâ, 17- 88
- Hûd, 11, 13
- Yunus, 10: 38
- Bakara, 2: 23, 24
- Bediüzzaman, Sözler: 25. Söz
- Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi (Ebu Bekir Sifil)
- Hak Dini –Elmalılı 3.cild
- Tur, 30