Bu ay Seyyid Kutub’un İstikbal İslam’ındır adlı eserini tanıtıyoruz.
“Allah yazmıştır: Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.”1
İnsanı ve toplumları yaratan Allah, onların fıtratlarına ve ihtiyaçlarına yönelik en uyumlu nizamı ortaya koymuş, Rasulullah’ın öncülüğündeki sahabe neslinin bu nizamı uygulaması sonucu ile de başarıyla sonuçlandığı görülmüştür. Hangi dönemde olursa olsun Allah’ın nizamının karşısında duranlar mağlup olmuş ve İslam davetçileri sonu sonsuz bir mutluluk olan başarıya ulaşmışlardır. Ayetle sabittir ki Allah ve O’nun nizamı mağlup olmaz, ancak o nizama layık olanlar erişebilir. Seyyid Kutub aslında bu eseriyle bugün Müslümanları atıldıkları ümitsizlik kuyusundan tutup çıkarmıştır. Karanlık görünen şu günlerin İslam ile aydınlanacağı, bulutlu olan göğün açılıp arasından hilalin parlayacağı, en karanlık saatlerin ardından güneşin yeryüzünü adaletle aydınlatacağı günlerin geleceğine inancımızı artırarak şöyle der:
“Bu din, cehalet yerine ilimden, noksanlık yerine kemalden, zayıflık yerine güçten, heva yerine hikmetten kaynaklanan Rabbani sistem ilkesine dayanır. Şüphesiz insanlığın bu sisteme olan ihtiyacı ona kin besleyenlerin kininden daha büyüktür. İnsanlığın Allah’a, O’nun hayat için gönderdiği sapasağlam sistemine dönmekten başka kurtuluş yolu yoktur. Biz, insanların Allah’a, O’nun hayat sistemine döneceklerine, gerçekten geleceğin İslam’ın olacağına inanıyoruz.”
İslam nizamının yeryüzünden kaldırılıp, yerine gayr-i İslami nizamların getirilmesiyle buhrana giren toplumlar bugün de zor nefes almakta, can çekişmektedirler. Yaratılışlarına uygun olarak fıtratları İslam nizamını beklemekte ve kendilerine sunulan insan mahsulü yaşam tarzları ve ideolojilerle git gide daha da kan kaybetmektedirler. Bir sosyolog olan Üstad Seyyid Kutub toplumların bir canlı organizma olduğunu ve nefes alıp verdiğini, kan kaybettiğini ifade eder. Dünyanın ve insanlığın İslam’a neden muhtaç olduğunu ve sunulan insan ürünü çözümlerin toplumlara deva olmadığını aksine kan kaybettirdiğini somut örneklerle aktarırken bu başarısızlıkların insanlara yeniden, İslam’ın çözüm olduğunu ve kurtuluşun da özgürlüğün de yeniden derin bir nefes almanın da bu nizamla mümkün olacağını yine somut ve akli delillerle açıklamaktadır. Dini, dünyadan ayırıp insanlığı bir buhrana sürükleyenlerin yaptığı bu ayrıma “uğursuz ayrım” der ve ekler: “Tabiatı gereği din, dünyadan ayrılmaz. Dünya hayatından geçmeyen bir ahiret yolu açmak diye de bir şey yoktur dinin tabiatında” diyerek dinin tabiatının dünyadan bağımsız olamayacağını dünyada baş gösteren bunalımlarla açıklar.
Seyyid Kutub kitabında Alexis Carrel ve Mr. Dulles’in kitaplarından alıntılara yer vererek onların da içinde bulundukları düzeni ve toplumu beğenmediklerini, rahatsızlık duyduklarını, köklü bir değişim istediklerini aktarır. Birisi, bu değişimin ancak insan ilmini geliştirme ile mümkün olabileceğini savunurken diğeri ise kilisenin manevi yönünü artırmayla bunun sağlanacağını söylemektedir. Ne insanın insanı tanıyamayacağını söylediği için Nobel ödülü alan Carrel ne de Dulles çözümde isabet ettiler. İkisi de problemi tespit ettiler ancak çözümde doğruya isabet edemediler. Çünkü insanın vahye olan ihtiyacını göremediler. İnsanın, maddi manevi yönünü dengede tutan, hayatının her alanında söz sahibi olan kâmil bir dine ihtiyacı vardır. İslam dışındaki tüm doktrin ve ideolojiler cahiliyedir ve cahiliye de insanlığı kurtaramaz. Din bir hayat sistemidir ve sadece bilgiye ya da ibadethanelere hapsedilemez. Din tam anlamıyla onu yaşayınca, onu bir hayat tarzı haline getirince bizi içine girilen dehlizlerden çıkaracak, kula kulluktan kurtarıp Allah’a kulluk seviyesine çıkaracaktır.
“Mademki İslam’ın çizdiği sistemin yapısı budur ve insanlık da bu sisteme böylesine muhtaçtır, öyleyse şeksiz şüphesiz inanabiliriz ki istikbal bu dinin olacaktır. Düşmanların tamamı istesin veya istemesin ifasına çağrıldığı bir rol vardır bu dünyada ve o bu rolünü mutlaka yerine getirecektir; onun beklenen bu rolünü başka hiçbir inanç, hiçbir sistem oynayamaz. Aynı zamanda insanlık daha uzun süre ondan uzak kalamaz, ihtiyacı yokmuş gibi davranamaz.”
ABD, Batı ve İslam dünyasında bunların çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş olan yönetimler İslam'ın ilerleyişini durdurmak için her yola başvurmaktadırlar. Ancak bütün bu uygulamalara rağmen İslam’ın geriye değil ileriye gittiği de bir gerçektir. Bütün karalama çalışmalarına rağmen insanlar kalabalık kitleler halinde İslami hareketlerin saflarına katılmaktadırlar. Bunun sebebi açıktır. Batı’dan ithal edilen din aleyhtarı rejimler halkı manevi bakımdan aç bıraktığı gibi maddi açıdan da iflas ettirmiştir. İnsanlar bu rejimlerden artık tamamıyla ümitlerini kesmişlerdir.
Sömürgeci güçler ve yardımcıları İslam’ın ilerleyişini durdurmak için başvurdukları uygulamaların tümünün başarısız kaldığını görünce artık her şeyi kuvvetle halletmek istiyorlar. Ancak kuvvet bütün İslam dünyasını sarmış bir hareketi durdurmaya yetecek midir? Bir su tulumunun bir veya birkaç yerinde delik açıldığında onu kapatmak mümkündür. Ama her tarafında delik açılmışsa artık bunların tümünün kapatılması mümkün olamaz. Bugün İslami hareket İslam dünyasının her tarafında ilerleyiş içindedir. İslam her tarafta güçlenmektedir. Üstelik İslam davasına gönül verenler her şeyi dünyadan ibaret görmediklerinden dolayı davaları uğrunda canları dâhil her şeylerini feda etmeyi göze alabilmektedirler. Dolayısıyla kuvvet, bu hareketin hedefe ulaşmasını belki geciktirebilir ama asla engelleyemez.
Seyyid Kutub bir okuldur… Rabbim bu okuldan istifade edebilmeyi, bu kitabın ümitsizlere bir ümit olmasını tüm Müslümanlara nasip etsin…
Bir Seyyid Kutub dirençliğiyle diyoruz ki:
“İstikbal İslam’ındır, Allah-u Ekber!
İstikbal İslam’ındır, Allah-u Ekber!
İstikbal İslam’ındır, Allah-u Ekber!”
- Mücadele, 21