İslam dini şümullü yani kapsamlıdır. Hayatın her meselesine dair direkt veya dolaylı bir yaklaşımı, söyleyecek sözü olan bir dindir. Belki de en çok bu yönüyle diğer dinlerden ayrılmaktadır. İslam’ın insan hayatında müdahale etmediği bir alan yoktur. Çünkü İslam, hayat dinidir. Marks: “din afyondur.” der. Oysa “Din afyon değil, bilakis aksiyondur.” Gayr-i İslamî dinlerin, özellikle de Hrıstiyanlığın, insanı dünyadan ve toplumdan soyutlama yönüne bakıp dini tanımlamak ve insanları din kavramından uzaklaştırmak, cehaletin, belki de kötü niyetin ta kendisidir. Bu sakat düşüncelerin karanlığında (yanlış düşüncelerin insana ışık saçamayacağı, bilakis insanı körleştireceği aşikârdır) birtakım ideolojiler çıban olarak ortaya çıkmıştır. Ve bu ideolojiler sosyal hayatı da sosyal alanları da parçalamışlardır. “Kamusal alan”- “Kişisel alan” ayırımı bu parçalamanın tezahürüdür.
Dünyadaki sekülerizm anlayışı İslami olmayan toplumlardan çıkmış bir anlayıştır. Bu anlayışa sahip olan gayr-i İslamî toplumlar, mensubu bulundukları dinde, her meseleye dair bir yaşam modeli, bir yaklaşım bulamadıklarından veya buldukları bazı yaklaşımların gayr-i fıtrî olmasından dolayı böyle bir ideoloji ortaya çıkarmışlardır. Oysa İslam toplumunda sekülerizmin tatbiki mümkün olamaz. Çünkü İslam dini, hayatın her işinde ve her yerinde kuralları olan bütüncül bir dindir. “İslam olmak” demek teslim olmak demek ise (ki öyle) bu teslimiyetin herhangi bir şarta bağlanması Müslüman olmaya halel getirecektir. Dolayısıyla İslam’ı tüm yönleriyle; iman esasları, ibadet anlayışı, ahlak prensipleri, cihad ruhu, ahkâmı, vs. ile benimsemeyen kimsenin Müslümanlığı kesinlikle sakattır. Dolayısıyla bir Müslüman’ın, İslam’ın şümullülüğünü iyi bilmesi ve İslam’ı ona göre kabul edip yaşaması lazımdır. Aksi takdirde kendi kafasına göre; bazı meselelerde Müslüman, bazı meselelerde akılcı, bazı meselelerde de nefisçi olur ise bunun adı “İslam’a İslam olmak” olmaz. Müslüman olmak ‘İslam’a her konuda İslam (teslim) olmak ile mümkündür. Aklı da, kalbi de, nefsi de İslam’a teslim edersek, onlar da aslında doğru mecra-ı bulacak ve zıvanadan çıkmayacaktır.
İslam’ın hedefi insanı yaradılış gayesine uygun olarak yetiştirmektir. Bu da hayatın bir yönünü düzeltip diğer tarafını görmezden gelerek mümkün olamaz. Çünkü Allah(cc) insanı ‘ahsen-i takvim’ üzere yaratmıştır. (1) Bir tarafı kâmil diğer tarafı nâkıs olan insan, nasıl ‘ahsen-i takvim’ özelliğine sahip olabilir? İşte İslam mükemmel bir kıvamda (ahseni takvim) yaratılan insanı yeniden özüne, tıynetine, fıtratına döndürmek için çok yönlü ve kuşatıcı bir eğitim veren fıtrî ve şümullü bir dindir.
Allah Azze ve Celle insanın en küçük yapı taşı olan hücreye mükemmel bir sistem koymuştur. Hücrelerden oluşan insan vücuduna ise çok daha mükemmel ve karmaşık bir sistem koyarak onun tüm ihtiyacı için kâinatı ve mahlûkatı seferber etmiştir. Bununla birlikte, maddi hücrelerimizin kâinat kitabında mevcut olan eczaneden, alması gereken vitaminleri almaması halinde insanda hastalıklar ortaya çıkmaktadır. İşte yok olup gidecek olan insan vücuduna bu kadar özen göstererek ona bir denge koyan ve onu sistematize eden Rabbimiz Teâlâ, sonsuza kadar yaşayacak olan manevî hücrelerimize (ruhlarımıza) mükemmel bir sistem göndermemiş olabilir mi? Elbette Kur’an maddî hücrelerimizden çok daha önemli olan ruhlarımıza, o sistemden çok daha mükemmel bir sistem kurmuştur. Ve insanın, insan-ı kâmil olabilmesi için tüm vitaminleri, Şifaullah(2) olan Kur’an-ı Kerim ile göndermiştir. Şurası dikkat çekicidir ki, insanın maddi hücrelerinin ihtiyacı olan vitaminleri bulma yollarını insana bırakan Allah Azze ve Celle, (bir biyoloji ve kimya kitabı göndermeyerek) Eşref-i Mahlûkât olabilmenin yollarını insana bırakmamıştır. Bunun için de, içerisinde tüm vitaminleri barındıran bir kitap göndererek insanı, ‘insanı keşfetmek ve ona uygun dermanı bulmak’ yükünden kurtarmıştır. Bu vitaminleri kısaca ortaya koyacak olursak şunlar karşımıza çıkıyor: İman, İbadet, Ahlak ve Cihad
Şümullülük özelliği ‘hayatı kapsama’ ve ‘insana gerekli olan tüm vitaminleri verme’ yönünün yanı sıra, ‘toplumun tüm kesimlerini kucaklamasıyla’ da kendisini ortaya koymaktadır. Yani İslam, toplumun tüm kesimlerine eşit yakınlıkta olarak, zengin-fakir, avam-elit, erkek-kadın, genç-yaşlı ayrımı yapmadan herkese kucağını açmaktadır. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’ in ilk oluşturduğu İslam cemaatine baktığımızda toplumu kucaklayıcı bir cemaat kurduğu aşikâre görülecektir. Zengin, köle, kadın, çocuk, yaşlı tüm kesimlerin, ayrım yapılmadan cemaate alındığı ve Peygamber tarafından eğitimden geçirildiği, siyer kitaplarında mevcuttur. Toplumu sınıflara bölerek sadece belli kesimlere eğitim verenler ve sadece onları, kazanmaya değer potansiyel kitle olarak görenler, belki de bölücülüğün en tehlikelisini yapmaktadırlar. Çünkü İslam adına yapılan bir çalışmada İslam’ın temel prensibi olan ‘her kesimi kucaklama’ özelliği çiğnenir ise bu hareketin adı İslamî hareket olamaz. Bu hareketlere ‘Zenginler hareketi’, ’Elitler hareketi’, ‘Okumuşlar hareketi’, ’Kadınlar hareketi’ denilebilir ancak ‘İslami hareket’ denilemez. Bir hareket ise ‘İslamî’ olma özelliğini kaybetmiş ise o hareketin başarısından ümmet-i Muhammed’in ihyasına bir fayda beklemek, hayalden öteye gitmeyecektir.
Hâsıl-ı kelam şunu diyebiliriz ki: İslam dini şümullü bir dindir. O, hayatın her yönünü kapsayan, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan ve insanı her yönden eğiten, terbiye eden bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla İslam ümmetini yeniden ihya etmeye çalışan bir hareketin şümullülük özelliğine sahip olması elzemdir. Müntesiplerine tüm vitaminleri veremeyen ve toplumun tüm kesimlerini böyle bir eğitimden geçirmeyen bir cemaatin, kaliteli ve sağlam bir topluluk oluşturup ‘gerçek güç’e ulaşması mümkün değildir. Gerçek güce ulaşamayanların oluşturduğu sözde gücün de gerçekçi bir başarıyı getiremeyeceği kesindir. Böyle bir durumun neticesinde ise, Muhterem Hocamızın: ‘nakıs eğitimlerden geçen insanlardan kâmil, kaliteli bir iş ortaya çıkmayacaktır.’ sözünün haklılığı ortaya çıkacaktır, hatta çıkmıştır. Gerçek güce ve gerçek başarıya ulaşmak ümidiyle… Allah’a emanet olun.
1-Tin 4
2-İsra 82