Türkiye Haberler
OKULLARDA AŞI VE PCR TESTİ ZORUNLULUĞU
MEB tarafından yayınlanan 2021-2022 yılı eğitim ve öğretim yılı takvimine göre okullar 6 Eylül 2021 tarihinde açıldı. Okulların açılması ile birlikte aşı ve PCR testi de gündeme geldi. Toplumun önemli bir kesimi aşıya ve teste güvenmiyor ve aşı olmayı da test yapmayı da kabul etmiyor. Yetkililerin bu güvensizliği ortadan kaldırmadan dayatmalı olarak aşıyı ve PCR testini zorunlu tutmaları ise tepki çekti. Birçok üniversitede öğrenciler bu sorunla karşılaştılar ve derslere alınmadıkları için derslerinden geri kaldılar. Adana Çukurova Üniversitesinde de aynı sorunu yaşayan öğrenciler, bu zorunluluğun ortadan kalkması ve eğitim haklarının ellerinden alınmaması için velileriyle birlikte üniversite rektörlüğünde basın açıklaması gerçekleştirdiler. Düzenledikleri basın toplantısında maruz kaldıkları hukuksuzlukları anlatan öğrenciler, üniversite senatosunun uyguladığı yaptırımların kanunsuz olduğunu vurguladılar. Yaşadıklarını sosyal medya hesabından paylaşan bir öğrenci, konuyla ilgili suç duyurusunda bulunduğunu duyurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açılışını yaptığı Adana lezzet festivalinde içiçe geçen vatandaşların Koronavirüs ve sosyal mesafe tedbirlerine aykırı görüntüleri ise alınan kararların samimiyetini sorgulattı! Bu konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Alparslan Kuytul Hocaefendi şunları söyledi: “Benim davam tevhid davasıdır; benim aşı davası diye bir davam yoktur. Ancak aşı olmayan insanlar aşı hakkında şüphe duydukları için aşı olmuyorlar. Yoksa aşı düşmanlığı yapmak akıllıca değildir. Bu şüphelerden dolayı aşı olmama hakkını kullanan insanlara zorla aşı yaptırılamaz! Eşim rektör yardımcısına: ‘Siz festivalin kapısında da durup burada PCR testi var mı yok mu diye soruyor musunuz? Belediye otobüslerinde aşı ya da PCR testi sordunuz mu?’ diye sormuş. Sanki bir güç, kasten bunu istiyor. Eğer hükümet bundan rahatsızsa bu olaya müdahale etmeli ve bu çocuklar rahat rahat derslerine girmelidirler.”
DOLARDAN REKOR; ALTIN YÜKSELİŞTE
Dolar/TL kuru, Merkez Bankasının 23 Eylül'de beklentilerin aksine faiz indirmesi ve ABD tahvil getirilerinin yükselmesinin ardından, bir rekor daha tazeledi. Kur, tarihi zirvesini 9,09'un üzerine taşıdı. Böylece eylül ayında dolar karşısında yüzde 7 değer kaybeden Türk Lirası'nın ekim ayının ilk yarısındaki değer kaybı ise yüzde 2 civarında oldu. 2020 sonuna göre değer kaybı ise yüzde 22'yi buldu. Merkez Bankasının sürpriz faiz indirimi ile başlayan ABD Doları'nın gelişen ülke para birimleri karşısında güçlenmesinin de etkisiyle Türk Lirası, dolar karşısında en fazla değer kaybına uğrayan para birimi oldu. Doların TL karşısında 9 lirayı geçmesinden sonra altın fiyatları da yukarı yönlü hareketini sürdürmeye devam etti. İstanbul Kapalıçarşı’da gram altının satış fiyatı 508,00 lira bandında seyrederken bir anda 513,00 lirayı gördü.
KÜRT SORUNU DEĞİL REJİM SORUNU!
Kemal Kılıçdaroğlu’nun: “Kürt sorununu HDP ile çözebiliriz” demesinin ardından Devlet Bahçeli ve Erdoğan: “Kürt sorunu yoktur” dedi. Bu konunun tekrar gündeme gelmesi üzerine Alparslan Kuytul Hocaefendi şu açıklamalarda bulundu: “Öncelikle bu durumun adını Kürt sorunu değil rejim sorunu koyalım. Çünkü bu sistem yalnızca Kürt’lerin değil birçok kimsenin hakkını vermiyor. Benim gördüğüm kadarıyla Cumhurbaşkanı ve AKP iktidarı şantaj ile tamamen devlete teslim olmuş vaziyetteler. Çünkü Kürtlerin de verilmeyen hakları olduğunu bizzat Cumhurbaşkanının kendisi söyledi. ‘Kürt sorunu vardır, artık analar ağlamayacak. Bazı haklar vereceğiz ve bu sorunu çözeceğiz’ dedi ve çözüm süreci başlatıldı. Ondan sonra bir gecede birdenbire bu süreç bitirildi. Gerek askerlerden, polislerden şehit haberleri, gerekse de PKK’dan, sivillerden öldürülenlerin haberleri gelmeye devam etti. Demek ki bu sorun bitmemiş. Sorunları örtbas etmekle hiçbir yere varamayacağımız bilinmeli. Şu anda gördüğüm kadarıyla PKK, Suriye’de devlet kurmaya çalıştığı için Türkiye’de fazla eylem yapmayı uygun görmüyor. Eylemler azalınca Türkiye devleti de ‘Kürt sorunu yoktur’ demeye başladı. Kendi özel görüşmelerinde ‘Bu mesele asla bitmedi, yarın tekrar başlayabilir’ gibi korkuları olduğundan da eminim.”
“İŞKENCE BİR DEVLET İÇİN UTANÇTIR!”
İsviçre'nin Cenevre Kenti'nde Türkiye'de işkenceye maruz kalanlar ve görgü tanıklarını dinleyen sembolik 'Türkiye Tribunal Mahkemesi'nin (Turkey Tribunal) hâkimler kurulu, Türkiye'de özellikle Kürtler ve Gülen hareketi ile bağlantılı olanlar ya da destekleyenlerin organize ve sistematik işkenceye maruz kaldıkları sonucuna vardı. Hâkimler kurulu, Türkiye'nin basın özgürlüğü konusunda uluslararası kanunların yüklediği sorumlulukları yerine getirmediğinin altını çizdi. Hâkimler kurulu Türkiye'de suçların cezasız kalmasının oldukça yaygın bir kültür olduğu görüşü edindiklerini, işkence ve insan hakkı ihlali iddialarının yeterince araştırılmadığının not edildiğini belirtti. Terörle mücadele kanunlarının belirsiz ve farklı yorumlamalara açık olduğu kaydedilen sonuç bildirgesinde Türkiye'deki işkence ve adam kaçırmaların 'insanlığa karşı suç' derecesine kadar çıkabileceği vurgulandı. Alparslan Kuytul Hocaefendi bu mahkeme ile ilgili şu açıklamalarda bulundu: “İşkence olayları yalnızca Türkiye için değil hangi ülke olursa olsun, bir devlet için utançtır! Çünkü devlet güçlüdür, istediği kişiyi alabilir, istediğinin malına el koyabilir. Devletin polisi, hapishanesi vardır. Eğer kanunlarında idam varsa ve kişi idam suçu işlediyse idam bile edebilir. Dolayısıyla devletin işkence yapmasına gerek yoktur. Ama devletlerin içindeki bazı kişiler, kendilerini kanunun üstünde görerek hüküm veriyorlar ve küçük bir bilgi kırıntısına dayanarak ‘Mutlaka şu şunu yapmıştır, biz bunu ancak işkence ile konuşturabiliriz’ diyorlar ve işkence yapıyorlar. Türkiye’de işkence yok denilse de hem fiziki hem psikolojik işkencenin varlığı bilinmektedir. Bu Türkiye için bir ayıptır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi sürekli tazminat ödemeye mahkûm ediyor, fakat Türk devleti her şeyi duymazdan geliyor. Durum böyle olunca bu uzman hukukçular kamuoyu oluşturmak amacıyla, Türkiye’de olan işkence olaylarını tüm dünyaya duyurmayı düşünmüşler.”
Dünya Haberler
SURİYE’DE MAZLUMİYET DEVAM EDİYOR!
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, Suriye'deki savaşta ölümleri teyit edilenlerin sayısının yaklaşık 350.000, gerçek rakamın ise bunun çok üzerinde olduğunu bildirdi. Bachelet, “Rakamlarımız yalnızca tam adları ile tanımlanabilen, ölüm tarihi belirlenmiş ve belirli bir ilde ölen kişileri içeriyor. Bu üç unsuru içermeyen bilgiler hariç tutuldu ve mükerrer kayıtları önlemek için kapsamlı bir inceleme yapıldı” dedi. Bachelet, ölen her 13 kişiden birinin (toplam 26.727) kadın olduğunu, yine neredeyse ölen her 13 kişiden birinin (27.126) de çocuk olduğunu aktardı. Bachelet, açıkladıkları toplam 350.209 ölümün titiz bir çalışmayla belirlendiğine dikkati çekerek, “Ancak bu (açıkladığımız rakamlar), Suriye'de bu dönemde yaşanan cinayetlerin tamamı değildir ve öyle de görülmemelidir. Asgari doğrulanabilir bir sayıyı gösteriyor ve kesinlikle gerçek cinayet sayısının eksik bir sayımıdır” ifadelerini kullandı. Suriye'de henüz belgelenmemiş çok sayıda ölüm olduğunu vurgulayan Bachelet, trajik şekilde ölümlerinin ardından hiçbir tanık ve belge bırakılmayan pek çok kurbanın hikâyelerini henüz ortaya çıkaramadıklarını belirtti.
Kaçak göçmenler ve koruma altındaki Suriyeliler ile ilgili de yeni veriler belli oldu. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün eylül sonu itibarıyla güncellediği resmi verilere göre, geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin sayısı 3.715.913’e yükseldi. Habere göre, Türkiye’deki Suriyelilerin çoğunluğunu 0-9 yaş grubu çocuklar oluştururken, çocuklardan sonra 19-24 yaş arası gençler geliyor. Türkiye’de kadınlardan yaklaşık 250.000 fazla erkek Suriyeli tespit edildi. 90 yaş üzerinde 1.868 Suriyeli de geçici koruma kapsamında Türkiye’de barınıyor.
İSRAİL İŞGALDE SINIR TANIMIYOR
Filistinli sivil toplum kuruluşu “Toprak Araştırmalar Merkezi”nin raporunda, İsrail’in, işgalin başladığı tarih olan 1967’den bu yana Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te Filistinlilere ait 11.900 evi yıktığı belirtildi. İşgalci İsrail Yerel Planlama ve İnşa Komitesi de, işgal altındaki Kudüs'te yer alan Filistinlilere ait bir araziye Yahudi yerleşimciler lehine el konulmasına onay verdi. Komitenin kararıyla Givat Hamatos yerleşim birimini genişletilerek, söz konusu arazide kamu binası ve yol yapılacağı iddia edildi. Habere göre İsrail’in 2014'ten beri bu planı uygulamak istediği, ancak uluslararası baskılar ve eleştiriler sebebiyle ertelediği ifade edildi. Filistinli ve uluslararası yetkililer, Givat Hamatos yerleşim biriminin iki devletli çözüm fırsatlarını olumsuz etkileyeceğini belirtiyor. Uluslararası hukuka göre, işgal altındaki topraklarda bulunan tüm Yahudi yerleşim birimleri yasa dışı kabul ediliyor.
ABD’de, İsrail'in "Demir Kubbe" füze savunma sistemini yenileyebilmesi için ek finansman gündeme geldi. Temsilciler Meclisinde 24 Eylül’de yapılan oylamada İsrail’in Demir Kubbe hava savunma sistemini yenileyebilmesi için 1 milyar dolarlık askeri yardım fonu 420’ye 9 oy ile onaylandı. Temsilciler Meclis Başkanı Nancy Pelosi: “Bugün tahsis edilen fon, bu desteği sürdürüyor ve güçlendiriyor. Bu tasarının geçişi, Kongre'de İsrail için iki taraflı ve iki meclisli bir temelde büyük birliği yansıtıyor. İsrail'e güvenlik yardımı hayati önem taşıyor, çünkü İsrail’in güvenliği Amerika'nın güvenliği için bir zorunluluk” dedi. Kongre Araştırma Servisinin geçen yıl yayınladığı raporda, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD'den en fazla dış yardım alan ülke olan İsrail’in, ABD’den geçtiğimiz sene Demir Kubbe için 1,65 milyar dolar yardım aldığı belirtildi.
KİLİSEDE CİNSEL İSTİSMAR!
Kiliselerde Cinsel İstismar Bağımsız Komisyonunun 2,5 yıllık çalışmanın sonucunda açıkladığı rapor ülkede şok etkisi yaptı. 2.500 sayfalık rapor, Fransa Psikoposlar Konferansı ve Fransa Din Adamları Konferansının talebiyle, kilisenin arşivleri, mağdurlar ve bu olayların basına yansımaları üzerinden araştırma yapılarak hazırlandı. Rapora göre kiliselerde 1950’den bu yana 216.000 çocuk cinsel istismara maruz kalırken, bu vakaların %56’sı 1950-1969 arasında gerçekleşti. Katolik Kilisesine bağlı özel okullarda ve kurumlarda çalışanlar tarafından gerçekleştirilen cinsel istismar vakaları eklendiğinde bu sayı 330.000’e ulaşıyor. Kiliselerde son 70 yılda çocuklara cinsel şiddette bulunan rahip sayısının 2.900 ile 3.200 arasında olduğu belirlendi. Bu da kiliselerde görev yapan rahiplerin %2,5-2,8’ine tekabül ediyor. Dini kurumlardaki arşivlerden ve 6.500 kişinin tanıklık etmesiyle elde edilen bu sayının daha yüksek olabileceği belirtiliyor.
Hristiyan din adamlarının çocuklara uyguladığı cinsel şiddet, Fransa genelindeki cinsel şiddetin %4’ünü teşkil ediyor. Ülkede cinsel istismar vakaları aile çevresinden sonra en çok kiliselerde yaşanıyor. Ayrıca raporda Kiliselerde cinsel istismarın “sistematik bir olgu” olduğuna dikkat çekilirken rahiplerin bu suçlara karışmasının nedenlerinin ‘onların aşırı şekilde kutsallaştırılması, bekârlığa çok fazla değer verilmesi ve cinselliğin tabu olarak görülmesi’ olarak sıralandı. Papa, Vatikan’da çarşamba günleri farklı yerlerden gelen inananları ağırladığı genel kabul oturumunda, açıklanan kiliselerdeki çocuklara yönelik cinsel istismar raporuna değinerek: “Yaşadıkları travmadan dolayı üzüntümü ve acımı belirtmek istiyorum. Kilisenin, onları uzun süre kendi endişesinin merkezine koyamaması bizim, benim utancım. Bu bir utanç anıdır” dedi. Eski Danıştay Başkan Yardımcısı ve CIASE Başkanı Jean-Marc Sauve, cinsel istismara maruz kalan çocukların yaklaşık %80’inin 10-13 yaşlarındaki erkekler olduğunu bildirdi. Ayrıca Katolik Kilisesinin cinsel istismar olaylarına karşı gerekli önlemleri almadığını belirterek Fransız toplumunda 5,5 milyon kişinin çocukluğunda cinsel şiddete maruz kaldığını kaydetti. Fransa Psikoposlar Konferansı Başkanı Eric de Moulins-Beaufort, bu olay karşısında utanç içinde olduğunu belirterek: “Bugün her birinizden af dilemek istiyorum” dedi. De Moulins-Beaufort, kurbanlarının sayısının çarpıcı olduğunu ve tahminlerini aştığını kaydetti. Yine Fransa Din Adamları Konferansı Başkanı Veronique Margron, “Mutlak bir utanç duyduğumu söylemekten başka ne ifade edebilirim. Kilisede işlenen suçlar, bu trajedi ve çocukların şiddete maruz kalmasından üzüntü duyuyorum” dedi.
Belçika'da 24 kişi, Katolik Kilisesindeki rahiplerin yıllardır çocukları istismar ettiğini ve bu suçların örtbas edilmesinden Vatikan'ın sorumlu olduğunu öne sürerek dava açtı; fakat mahkeme, Vatikan'ın "egemen dokunulmazlığa" sahip olduğunu ve dava açılamayacağını belirtti. Daha sonra 24 kişi, AİHM'ye başvurdu fakat AİHM Belçika mahkemelerinin haklı olduğu kararını verdi.