MÜSLÜMAN KANI OLAN PEYGAMBERE YAPILAN HAKARETE SESSİZ KALAMAZ
Sezen Aksu’nun 2017’de seslendirdiği bir şarkıda geçen “Selam söyleyin o cahil Havva ile Âdem’e” sözlerinin gündeme gelmesi tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu sözleri ifade hürriyeti kapsamında değerlendirenler olurken karşı çıkanlar ve tepki gösterenler de oldu. Alparslan Kuytul Hocaefendi ise bu konuyla ilgili kendisine sorulan soruyu şu şekilde yanıtladı: Şarkıda geçen bu sözler ancak bir ateist tarafından söylenmiş olabilir. Çünkü Yahudi, Hristiyan ya da Müslüman olan birisi bir peygambere “cahil” demez. Bu kadar tenkitler yapıldığı halde hiçbirine cevap verilmedi. Eğer hakaret etmek istemediyse o zaman “Ben şunu kast ettim” demesi gerekirdi. Böyle bir açıklama da yapılmadığına göre demek ki “nasıl anlarsanız anlayın” demektedir. Sezen Aksu’nun bu şarkısını sanat olarak görenler ve “ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerekir” diyenler, Sezen Aksu kendilerine cahil deseydi acaba ifade hürriyeti kapsamında değerlendirirler miydi?
Bu sözler aslında dinin kökünü yıkmaya dönük sözlerdir. Çünkü dinin ilk temsilcisi Hz. Âdem’dir ve o bir peygamberdir. “O halde Hz. Âdem bir cahilse o zaman diğer peygamberler de cahildir ve din tamamen safsatadan ibaret demektir” algısını oluşturmayı amaçlamaktadır. Burada cahilin tanımını yapmak gerekir. Cahil, Arapça’da bilmeyen demektir. Fakat Kur’an-ı Kerim: “Ve dedik ki: 'Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz”1 buyuruyor. Allah doğrudan doğruya Âdem’e öğretiyor. Dolayısıyla buna cahillik denmez. Bu şeytana uymaktır. Cahil olmayan âlim de nefsine, şeytana uyabilir.
Âdem Aleyhisselam bir peygamberdir ve bir peygambere cahil diyen kâfir olur. Çünkü peygambere Allah öğretir ve onunla ilim sahibi olur. Dolayısıyla Allah’ın âlim dediğine başkası cahil derse Allah’ın dediğini inkâr etmiş olur. Kur’an-ı Kerim: “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: 'Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin' dedi. Dediler ki: 'Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın”2 buyuruyor. Melekler bilmediklerini itiraf ettiler. Sonra Allah Azze ve Celle, Âdem’e: “Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver”3 buyurdu. Âdem her şeyi tek tek saymaya başladı. Ayetin devamında bu olay gerçekleştikten ve Âdem’in ilim sahibi olduğu ortaya çıktıktan sonra Allah Azze ve Celle, meleklere: “Haydi Âdem’e secde edin”4 buyurdu. Meleklerin Âdem’e secde ettirilmesinin sebebi ona verilen ilim ve halifelik görevidir. Allah’ın temsilcisine, meleklerin secde ettirildiği bir insana cahil denilemez.
Ali Babacan’ın bu sözleri fikir ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirmesi ise kabul edilemez. Bu bir hakarettir. Her meseleyi fikir ve ifade hürriyeti kapsamında ele alamayız. Birisi yarın: “Başörtüsü cahilliktir, namaz kılmak, oruç tutmak, peygambere inanmak, Kur’an’a inanmak cahilliktir” dese fikir özgürlüğü kapsamında mı değerlendirilecek? Müslüman kanını taşıyan buna sessiz kalmaz. Solcular bu yorumumdan dolayı beni eleştirip: “Biz senin ifade hürriyeti kapsamında konuştuğunu söylemiştik ve seni savunmuştuk ama sen başkasının ifade hürriyetini savunmuyorsun” diyorlar. Konuları birbirine karıştırmamalılar. Ben siyasi bir yorum yaptım, kimseye hakaret etmedim ve bundan dolayı beni hapse attılar. Burada ise bir peygambere hakaret söz konusudur. Beni savunduysalar haksızlığa uğradığım için savundular, ben de çıktığım zaman teşekkür ettim. Ayrıca Sezen Aksu’nun bir peygambere cahil demesini ifade hürriyeti kapsamında görmeleri; benim ona tepki göstermemi ise kabul etmemeleri bir çelişkidir. Ben kimsenin lafına bakmadan söylemem gerekeni söylerim.
Sezen Aksu’nun sözleri ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilirken Sedef Kabaş’ın: “Öküz saraya çıkınca kral olmaz. Ama saray ahır olur” demesi hakaret olarak değerlendirildi ve tutuklandı. Sedef Kabaş’ın bu sözü Erdoğan’a söylediği bellidir. Her ne kadar “Ben onu kastetmedim” dese de kimi kastettiği bellidir. Bir devletin başındaki adama öküz demek hakikaten de olacak iş değildir. Sedef Kabaş bir hakarette bulunmuş ama mevcut kanunlara göre bundan dolayı tutuklanamaz. Sedef Kabaş’ı tutuklayanlar bu atasözünü bir gazeteci ya da normal bir insan için kullansaydı tutuklu yargılanır mıydı? Hiç zannetmiyorum. Cumhurbaşkanının bizzat kendisi nicelerine nice laflar söyledi. Hangisinden dolayı tutuklandı? Hatta hangisinden dolayı tazminat cezasına hükmedildi? Sedef Kabaş’ın yaptığı kabul edilemez ama tutuklu yargılanması da haksızlıktır.
TARİHE ZULÜM DÖNEMİ OLARAK GEÇTİ
Abdülhamit Gül’ün yerine Bekir Bozdağ’ın Adalet Bakanı olmasını değerlendiren Alparslan Kuytul Hocaefendi şunları söyledi: Abdülhamit Gül’ün bakanlığı döneminde birçok insana zulmedildi. Hepsinin mesuliyetini taşıyarak o bakanlıktan ayrıldı ya da ayırdılar. Ara sıra “hâkimler, savcılar şöyle olmalı, böyle olmalı” diyordu. Öyle olmadığını, hâkimlere savcılara talimat verildiğini en iyi bilen kişi olarak, sadece vicdanını rahatlatmak için herkesin bildiği ama uygulamadığı şeyleri söylüyordu. Abdülhamit Gül döneminde yüz binlerce insana zulmedildi. Ben ve birçok arkadaşımız da onların içindedir.
Bakanlığın değiştirilmesinde iki ihtimal var: Ya ara sıra adaletin olmadığını, hâkimlerin savcıların vicdanlarına göre karar vermediklerini ima ettiği için cezalandırıldı ve görevden alındı ya da ülkede yüz binlerce insana zulmedildi, birçok insan ekmeksiz bırakıldı, bir suçlu lazımdı. Erdoğan “bugüne kadar yapılan haksızlıklardan mesul olan Abdülhamit Gül’dür. Ben emir vermedim, o yaptı. Ben de eninde sonunda onu görevden aldım” mesajını vermek için görevden almış olabilir.
Eğer Bekir Bozdağ dönemi hâkimlerin, savcıların biraz daha adaletle davrandığı bir dönem olursa, hâkim ve savcılara talimatlar gelmezse, zulme uğramış insanlara hakları verilirse, tazminatları ödenirse, devlet olarak onlardan özür dilenirse belki “Bekir Bozdağ bu amaçla getirilmiş” diyebiliriz. Eğer tam tersi olur ve mahkemelere daha fazla talimatlar verilirse o zaman Abdülhamit Gül yumuşamaya başladığı için görevden alınmış, yerine Bekir Bozdağ getirilmiş demektir. Bunların yanı sıra seçim yatırımı gibi bir durum da var. Toplumun bu kadar zulme sessiz kalması sonucunda Allah tokadını vurdu. Bir taraftan adalet krizi, bir taraftan ekonomik kriz baş gösterdi. Mevcut durumla seçime gittikleri zaman kaybedecekleri ortadadır. Belki o amaçla “Daha şefkatli, daha adaletli bir devlete dönüşelim, beş buçuk yıldır epeyce zulmettik, toplumu sindirdik, susturduk, gözlerini korkuttuk. Artık şimdi biraz rahatlatalım, o şekilde seçime girelim yoksa seçimi kaybedeceğiz” gibi düşünüyor olabilirler. Ama tam tersi, daha sert bir düzen meydana getirerek seçimi o şekilde kazanmayı da planlıyor olabilirler. İzleyeceğiz, göreceğiz. Daha fazla zulüm yapmak için mi yoksa daha adaletli bir yargı meydana getirmek için mi Bekir Bozdağ getirildi?
Abdülhamit Gül ile birlikte Süleyman Soylu da değiştirilirse o zaman devlet ve hükümet olarak daha yumuşayacaklarını, daha adaletli ve şefkatli davranmaya çalışacaklarını söyleyebiliriz. Soylu değişmedikten sonra Abdülhamit Gül’ün değişmesinin çok da bir önemi yoktur. Çünkü Soylu sürekli operasyon yaptırıyor, haklı haksız bir sürü insanı tutuklatıyor. Eğer daha adaletli ve daha şefkatli bir devlete dönüşmek istiyorlarsa Soylu’yu da değiştirmelidirler. Abdülhamit Gül, dünyevi makamda kalabilmek için bunca zulümlere sessiz kaldı. Cumhuriyet yıllarından ve 12 Eylül’den sonra en büyük zulmün yapıldığı dönem, 15 Temmuz’dan sonraki dönem Abdülhamit Gül’ün dönemi oldu. Tarihe böyle geçti.
KÂFİRE DÜŞMANLIK BESLEMEYENLER MÜSLÜMANLARA SALDIRMAKTA ÇOK CESURLAR
Abdülkadir Karaduman'ın: “İsrail’le yapılacak herhangi bir anlaşma Müslümanlara ihanettir” açıklamasına cevap veren Cübbeli Ahmet: “Biz de buna katılıyoruz ama Saadet’in HDP ile birlikteliği ne anlama geliyor? HDP ve PKK'nın arkası Siyonizm'e dayanmıyor mu, kimi kandırıyorsunuz?” demesi ve Diyanetin bastırdığı Caferi ilmihalini tehlike olarak görüp derin devlet erkânından bu konuda yardım istemesini değerlendiren Alparslan Kuytul Hocaefendi şunları söyledi: Konu Saadet Partisinin HDP ile birlikteliği değildir. Konu İsrail Cumhurbaşkanının Türkiye’ye gelecek olması ve Türkiye devletinin ve hükümetinin İsrail’e karşı tutumunun aleni bir şekilde değişmeye başlamasıdır. Türk hükümeti gerekli belgeleri göndermeyince Mavi Marmara şehitlerinin hesabı sorulmadığı gibi İsrail’in ilk defa uluslararası bir mahkemede ceza alması engellendi. Mavi Marmara şehitlerinin hesabı sorulamadı ve şimdi İsrail’le daha güzel günler düşünülüyor. Şimon Peres’i parlamentoda konuşturan AKP hükümeti, şimdi de İsrail Cumhurbaşkanını ağırlamaya hazırlanıyor. Elbette her Müslüman buna tepki göstermelidir. Cübbeli bundan neden rahatsız oluyor?
İsrail, İslam âleminin hep birlikte ambargo uygulaması gereken bir ülkedir. Büyükelçiliklerinin kapatılması, en fazla konsolosluk düzeyinde irtibat kurulması gereken bir ülkedir. Belki ilişkiler en alt düzeye indirilmelidir ama Türkiye devleti ve hükümeti sürekli olarak İsrail’le gizli gizli anlaşmalar yapmaya devam etmektedir. Aslında İsrail Cumhurbaşkanının Türkiye’ye davet edilmesi bu gizli anlaşmaların artık daha aleni hale gelmesini düşündüklerini gösteriyor. Demek ki artık konjonktürü uygun buluyorlar, nasılsa artık İslami camiada herkes korkmuş, kimse konuşmamaktadır.
Burada Cübbeli’nin saldırmak için bahane aradığını görüyoruz. Cübbeli’nin düşman olduğu kimselere baktığımız zaman, Fethullah Gülen’e, Mustafa İslamoğlu’na, İslami hareketlere, Diyanete ve İran’a düşmandır. Herkesin aleni bildiği kâfirlere ise bir düşmanlığı yok ve İslam düşmanı olan derin devlete çok muhabbeti var. Derin devletten yardım istiyor, derin devlet bu işe müdahale etsin, diyor. Derin devlet demek faili meçhul cinayetler demektir. Derin devlet bazen mafya gibi çalışır, eroin kaçakçılığı bile yapabilir. Kendi bizzat yapmaz, bunu yapanlara yol verir. Derin devlet hükümete baskı yapar, gerekirse darbe yaptırır. Derin devlete İslami açıdan baktığınız zaman bunlar vatanperver insanlar olsalar bile birçoğu İslam düşmanıdır ama bu Cübbeli’nin umurunda değildir.
Diyanet eliyle Caferi ilmihalinin yayınlanması elbette ki siyasi bir karardır. Türk devleti zaten laiktir, Kemalist’tir, Türkçüdür. Dolayısıyla bu devletin İrancı olacağını düşünmek abestir. Bu belki karşılıklı bir anlaşma olabilir, belki Türkiye’de Caferi ilmihali basılacak İran’da da Hanefi ilmihali basılacaktır. Mezhepleri yaklaştırma faaliyetleri için toplantılar düzenlenmektedir. Hatta bu toplantıların birine ben de davet edilmiştim. Belki o plan doğrultusunda yapılmış bir şey olabilir. Caferi ilmihalinin bastırılması Türkiye’nin İranlılaşması, Caferileşmesi, Şiileşmesi demek değildir. Cübbeli her zamanki gibi kâfire göstermediği tavrı İran’a göstermektedir. Bir hoca gibi değil derin devlet gibi konuşmaktadır. Derin devlet neyden rahatsız ise Cübbeli de onlardan rahatsız olmaktadır. Bu bir hoca tavrı değildir. Ne tavrı olduğuna siz karar verin…
- Bakara, 35
- Bakara, 31, 32
- Bakara, 33
- Bakara, 34