Cahiliye mantığının çağdaş versiyonu olan Batı Medeniyetinin, insana uygun kanunlar ve yaşam tarzı ortaya koyabilme noktasında başarılı olamadığına, yaşanan olumsuzluklar nedeniyle artık tüm dünya şahittir. Bu durum karşısında insanlığın düştüğü çıkmaz “İnsanı tanımadan insana uygun kanunlar ortaya koymanın mümkün olmadığı” hakikatini gündeme getirmiştir. Artık yavaş yavaş anlaşılmaya başlanılmıştır ki, batı, insanı tanıyabileceği vasıtalara ve bilgi kaynaklarına sahip değildir. Batının insanı tanımada dayandığı dayanaklardan olan akıl ve bilim insanın tanınmasında yeterli olamamıştır. Aklın yanılabildiği ve bu nedenle mutlak doğruya ulaşmada her zaman isabet edemediği her akıllı insan tarafından anlaşılabilecek bir gerçektir. Bilime gelince, batının ne gelişmiş laboratuvarları ne de son model teknolojisi insanı tanıyabilecek güçte değildir. Çünkü insan ne laboratuvarlarda deneyle anlaşılabilecek ne de mikroskopla incelenecek bir varlıktır. Bunlarla insanın maddesi çözülebilir; ama manası yani ruhu çözülemez. İnsanı hakkıyla tanıyabilen ancak yaratıcıdır. Bu nedenle insanın insanı tanıyabilmesi vahiyle mümkündür ki; batı vahyi reddetmekle kendisini bu kaynaktan yoksun bırakmıştır. Maddeperest batı en başta manayı reddetmekle en büyük hatayı yapmış, bunun sonucu olarak da hiçbir noktada isabet edememiş ve insanı mutlu edecek bir düzen ve hayat tarzı ortaya koyamamıştır. Bugün ortaya çıkan tablo, batının ortaya koyduğu hayat tarzıyla, dünün cahiliyetinin yaşayışı arasında teknolojik aletler dışında bir fark olmadığını göstermektedir.
İslam’ı “çağ dışı” olarak ilan eden batı, özellikle de kadına bakışı ve kadına karşı uygulamalarıyla İslam’dan önceki cahiliye mantığından şekil haricinde hiçbir şey değiştirmeden günümüze taşımayı başararak (!) asıl neyin çağ dışılık olduğunu ispat etmiştir. Batının kadın konusundaki yanlışlarını şöyle sıralayabiliriz:
1) Batı anlayışına göre kadın erkekle eşit olmalıdır. Batı bu anlayış sayesinde kadının özgürleşeceğini, ezilmekten kurtulacağını iddia etmiştir. Fakat bu düşünce ya kadının erkekleşmesiyle ya da iş hayatında veya ortalıkta daha beter ezilmesiyle sonuçlanmıştır. Hakikatte kadın erkekle eşit demek kadın için en büyük zulümdür. Çünkü kadının fıtratıyla erkeğin fıtratı aynı değildir. Kadın erkekle neyde eşit ki sosyal yaşamda eşit olsun. Fizyolojik olarak mı, biyolojik olarak mı, yoksa psikolojik olarak mı? “…Kadın erkekle eşittir.” demekle batı insan fıtratını tanıma konusundaki cehaletini ortaya koymuştur. Çünkü şu bir gerçektir ki, kadın kadına yaraşır tarzda yaşadığında mutlu olmaktadır. Erkekle eşit olmak ve erkekleşmek kadını mutlu etmemektedir. Kadın erkekle ancak Allah(azze ve celle) katında ve kulluk vazifeleri itibarıyla eşit olmalıdır ki, İslam’daki de budur. Yani İslam olması gereken eşitliği adaletle zaten sağlamıştır.
2)Batının kadına verdiği değeri anlayabilmek için anneye verdiği değere bakmak icap eder. Çünkü kadına değer vererek medeni olduğunu iddia eden toplumların işe öncelikle anneden başlaması beklenir. Görülecektir ki, Batı Medeniyetinin oluşturduğu zihniyetin sonucu olarak annelerin kadri bilinmemekte, yaşlandıktan sonra eskimiş bir eşya gibi sokağa atılmaktadır. Huzurlu bir yuvadan mahrum bırakılan yaşlılar için kurulan huzurevleri, huzur şöyle dursun terk edilmişliğin ve yalnızlığın yaşandığı, acı ve ızdırab yurdu olmuştur. Durum sadece bununla kalmamış, tarih hiçbir dönemde şahit olmadığı şekilde evladın annesini öldürme olaylarına batı zihniyetinin sonucu olarak bu dönemde şahit olmuştur. Nerde anneye öf bile demeyi yasaklayan, cenneti annelerin ayakları altına seren İslam Medeniyeti, nerde annesini sokağa atanların ve hatta öldürenlerin medeniyeti... İşte batının kadına verdiği değer.
3) Cahiliyeyi kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi nedeniyle vahşi olarak gören Batı Medeniyeti, kız–erkek fark etmeksizin anne karnındaki bebeklerin öldürülmesini yaygınlaştırarak o vahşiliği bu çağa taşımıştır. Sonuçta can, candır. Annesinin karnında öldürülmesiyle, doğunca öldürülmesi arasında bir fark yoktur. Her ikisi de cinayettir. Batının dünya üzerinde icat ettiği ve yaygınlaştırdığı kürtaj yüzünden ölen bebeklerin hesabını yapması, asıl vahşiliğin kimin vasfı olduğunun ortaya çıkması açısından yeterlidir.
4) Kadın fıtratının en bariz özelliği ve kadın için en önemli duygu olan iffet ve hayânın yok edilmesi şüphesiz bebeklerin anne karnında öldürülmesi kadar büyük bir cinayettir. Kadına değer verilmiş olsaydı adi bir mal gibi ticari amaçlarda kullanılmaz, ortalıkta teşhir edilmezdi. Bugün kadına değer verdiğini iddia eden batı, parasını çelik kasalarda ve sayısız önlemler altında bankalarda saklamakta, kadını ise ortaya bırakmaktadır. Bu durumda hangisine daha çok önem veriyor olarak görülmeli, kadına mı yoksa paraya mı? Okullar ve eğitim ise tek kelimeyle birer faciadır. Bu okullara çocuk ve gençleri göndermek, kurt sürüsüne kuzu bırakmaktan farksız hale gelmiştir. Bu gün önümüzde imanını, şuurunu, ahlakını kaybetmiş, cesedinden ve nefsinden başka bir şeyi kalmamış bir gençlik görüyorsak bunun sebebinin gerçekleştirilen ruh-i katliam olduğunu bilmeliyiz. İslam ise tesettürle kadının iffet ve hayâsını muhafaza etmiş ve onu alınabilecek en güzel tedbirlerle fıtratına aykırı durumlardan korumuştur.
5) Batı eğer iddia ettiği gibi kadına değer vermiş olsaydı aileye değer verirdi. Çünkü aile kadının kendini güvende hissettiği sığınağıdır. Batı kadını çalıştırarak evinden ve ailesinden uzaklaştırmıştır. Kadın dışarıda makinelerin bakımıyla ilgilenirken, çocuklarını anne merhametinden mahrum etme pahasına bakımını başkalarına bırakmıştır. İslam’a göre ise kadın evinin hanımefendisi ve çocuklarının öğretmenidir. Bu yeterli değil mi?
Batının kadına bakışındaki bozuklukları ve eksiklikleri çok çeşitli yönleriyle ele almak mümkündür. Fakat şunu ifade etmek gerekir ki batının en başta insana bakışı yanlıştır. İnsanı eşref-i mahlûkattan, esfel-i sefiline düşüren bir zihniyetin kadını hak ettiği değere ulaştırması elbette beklenemez. Genelde insana, özelde ise kadına hak ettiği değeri vererek huzura erdirecek olan bir tek Allah Azze ve Celle ve O’nun yüce dinidir.