18 Mart 1915, Çanakkale Destanı… Bir milletin Hürriyet Mücadelesi… Üzerinden 104 yıl geçtiği halde her hatırlandığında gözlerde buğu, kalpte hüzün bırakan o tarihi destan.
“Sene 1915. Sonbaharın serin yağışlı günlerinden biri. Birinci Dünya Harbi bütün cephelerde devam ediyor. Vatanın her tarafında barut ve kan kokusu. Yiğitlerin biri ölüyor, biri yetişiyor. İhtiyarı, genci savaşıyor, didiniyor ve yurdumuza düşman çizmeleri basmasın diye el açıp Allah’a dua ediyor. Cepheye durmadan takviye kuvvetleri gidiyor. İşte o kuvvetleri götüren tren, Bilecik İstasyonu’nda beklemektedir. Askerlerin hepsi sakin belki bir daha dönmeyecekler ama şehid olmak inancı gönüllerine huzur veriyor.
Sevkiyat subaylarından biri, vagonların arasında, sessiz, hareketsiz bir gölge görür; merakla, şüpheyle yaklaşır. O anda şimşeğin aydınlığında şunlara şahid olur: Ak saçlı, beli bükülmüş, soluk benizli, başı yaşmaklı, ihtiyar bir ana çakılmış gibi orada duruyor, yağmurdan sırılsıklam olmasına rağmen huşû içinde beklemektedir. Anadolu’nun cefakâr, vefa timsali ve sabırlı anası ile, yaklaşan subay arasında şu konuşma geçer:
• Valide! Yağmurun altında niye bekliyorsun?
• Trende oğlum var, onu selâmetlemeye geldim.
• Oğlun kimdir, nerelidir?
• Söğüt’ün Akgünlü köyünden, Mehmet oğlu Hüseyin.
• Onu görmek ister misin, çağırayım mı?
• Sana dua ederim, ona söyleyecek tek bir sözüm var.
Hüseyin kısa zamanda bulunur, elini öpen oğlunu bağrına basan ana son olarak:
• Hüseyin’im, oğlum benim, yiğidim!.. Dayın Şıpka’da, baban Dömeke’de, ağaların Çanakkale’de şehid düştü. Bak, son yongam sensin. Eğer minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri sönecekse sütüm sana haram olsun. Öl de köye dönme, yolun Şıpka’ya uğrarsa eğer, dayının ruhuna bir Fatiha okumayı unutma. Haydi oğul! Allah yolunu açık etsin! demiştir.
Hüseyin son defa anacığının elini öpmüştü. Yaşlı gözlerle, oğluna bakan ana, son evlâdını da dualarla bu şekilde cepheye uğurlar.”
Osman Bey’in Orhan Bey’e nasihatinde geçen “Ey oğul! Bilesin ki gayemiz haktır, İlayı kelimetullahtır” sözü üzerinden asırlar geçtikten sonra İslam somut bir medeniyet ile bir çağı kapatıp yeni bir çağ açmıştı. Böylece üç kıtada La İlahe İllallah sancağı dalgalanmıştı. Aydın-alim-yönetici-mücahid kadrosu canla başla bu ulvi hedef uğrunda gayretlerini ortaya koymuş Allah-u Teala’nın “Fitne ve fesat yeryüzünden kalkıp din Allah’ın oluncaya kadar mücadele edin” hedefiyle zalime düşman, mazluma dost olmuşlardı.
Bizi maddi savaşla yenemeyeceğini anlayan batı; neslimizi manevi savaş dediğimiz, inanç ve ahlakı bozmaya yönelik türlü plan ve projeyle bitirmeye çalışsa da Tevhidle dirilmesinden korktukları bu nesil uyandı ve atalarının izinde emanet aldıkları Tevhid sancağıyla bu mücadeleyi sürdürmektedir…Esaret zincirini kıran bu nesil Allah’a kul olmanın özgürlüğüyle hürriyet mücadelesini gerçekleştirmektedir.