Yeryüzünü ıslah etmek ve yeni bir medeniyet inşa ederek Allah'ın hükmünü hâkim kılmak için gönderilen mukaddes din İslam, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e Furkan’ın (Kur'an'ın) verilmeye başlandığı MS. 610 yılından son iki asra kadar yeryüzünde hâkim din olmuştur. Bu hakimiyet ile dünyaya insanlık tarihindeki yegâne altın çağı sunmuştur. Karanlık çağın hezimetleri içerisinde bocalayan, ahlaktan, merhametten ve dahi insanlıktan yıldızlar kadar uzak olan Batı Medeniyeti, bugününü İslam Medeniyetine borçludur. Ancak Allah; İslam’ın sunduğu bu şerefe layık olamayan, Tevhid davasını terk eden, cihadı terk edip dünya nimetleri ile hemhal olan Müslümanlardan bu şerefi almıştır.
Batı Medeniyeti Müslümanların gerilemesiyle beraber birçok alanda hakimiyet sağlamıştı. Aydınlanma hareketleri ile teknolojiden ekonomiye birçok alanda dünyada büyük gelişimler meydana gelmişti. Osmanlı nezdinde İslam Medeniyetinin maddi yenilgisi Osmanlı İmparatorluğu başta olmak üzere İslam coğrafyasının her yanında yenilginin ve bu yenilgi karşısında tekrardan toparlanmanın çözümleri üzerine düşünüşler başlamış oldu. Osmanlı aydın sınıfı, birçok çözüm önerisi sunmuştu. Kimi aydınlara göre Batının teknolojisiyle beraber bütün değerleri olduğu gibi alınmalı ve dine karşı mesafe koyulmalıydı. Çünkü onlara göre geri kalmışlığın sebebi dinin insan düşüncesini ve değişimini kısıtlayarak modernleşmenin önünde bir engel teşkil etmesidir. Kimi aydınlar ise bunun doğru olmadığını, yenilginin sebebinin Müslümanların dinden uzaklaşması ve yanlış bir din anlayışına sahip olması neden olarak gösterilmiştir. Bu bağlamda Osmanlının son dönemlerinde ortaya çıkan; Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık ve Adem-i Merkeziyetçilik gibi ideolojiler çözüm olarak ortaya atılan ideolojilerdir.
Yenilginin sebebinin “din” olduğu anlayışına sahip olan aydınlar mutlak çözüm olarak “batılılaşmayı” son ve gerçek çare olarak sunmuşlardır. Ancak nasıl bir batılılaşma olacağı şaibeler ile doluydu. Çünkü aslında II. Mahmud ile birlikte bir batılılaşma söz konusuydu. Askeri alanda başlayan batılılaşma hareketleri kılık kıyafetten öteye gidememiş sadece şekilselcilik boyutunda kalmıştı. Açıkçası baştan itibaren başarısız girişimlere sahne olmasına karşın aydınlarca yetersiz bulunmuştu. Mutlak anlamda Batılılaşmanın nasıl olacağı ile ilgili günümüze kadar birçok defa öneriler sunulmasına karşın, devlet politikalarından aydınların çizmek istediği sosyokültürel çerçeveye kadar her alanda yanlışlar birbirini izlemiştir. Topyekûn ve tepeden aşağı batılılaşma fikri despot bir şekilde uygulanmakla birlikte kılık kıyafetten öteye gidememiştir.
Olması gereken Batıyı bizden ayıran ve zafere ulaştıran maddi gücünün ilmini almak iken kültürüne takılıp kalmak bir adım bile ileriye götüremezken kimlik karmaşasına neden olmuştur. Batının son teknoloji silahını kullanan askerin elindeki silahın teknolojisi yerine; onun kıyafetleri, alışkanlıkları hatta dünyaya bakış açısı ve dili taklit edilmiştir. Bu aslında yenilgi ve aşağılık psikolojisinin bir ürünü olmanın ötesinde herhangi bir şey değildir. Kimlik erozyonuna uğrayan yöneticiler kafalarında taşıdıkları bu çaresiz buhran içerisinde iken halka despot bir şekilde batılılaşmayı çözüm olarak sunmuştur. Sonuç tabi ki de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Çünkü aslolan teknolojinin bilgisine ulaşmaktı. Onlar kültür ve ahlaken bizden üstün değillerdi.
Yenilginin sebebini “yanlış din anlayışı” olarak gören aydınlar, çözüm olarak İslam’ın yeniden yorumlanması düşüncesi temelinde şekillenen İslamcılığı sunmuşlardır. Said Halim Paşa “İslamlaşmak” olarak tanımladığı bu düşünceyi: “İslamiyet’in inanç, ahlak yaşayış ve siyasete ait esaslarının tam olarak uygulanması”[1] olarak tanımlamaktadır. İslamcılık kavramını ilk kullanan Ziya Gökalp olmasına karşın bu kavrama birçok farklı mana yüklenmiştir. Kavramın ortaya çıktığı 19. Yüzyıl’da Osmanlı’nın kurtuluşunun reçetesi olarak görülüyordu. Said Halim Paşa ve birçok aydın aslında Osmanlı’nın yenilgisinin sebebini tam olarak ortaya koyduklarından gerçek çözümü de hemen bulmuşlardı. Çözüm asli kaynaklara tekrardan dönmekti. Çünkü yaklaşık 12 asırdır dünyaya hükmeden Müslümanların yenilgisinin altında yatan temel neden, onları zafere götüren nedenin ta kendisiydi. Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu başta Tevhid ve toplumsal esaslar dünyaya hükmeden bir medeniyet inşa ettiği gibi bu hususların terki yenilgiye neden olmuştu. Kur’an ve sünnet terk edilmiş, başka kitaplar ve prensipler hayatı işgal ederek İslam ümmetini dünyevileştirmişti.
Bu bağlamda yapılması gereken İslam’ın özüne Tevhide tekrardan dönmek ve İslam’ı olması gerektiği gibi yaşayarak bu yenilgiden bir ders çıkartmaktı. Said Halim Paşa bundan dolayı İslamcılığı karşılayan tanımına “İslamlaşmak” demiştir. Çünkü İslam zaten şümullü bir dindir. İdeolojik bir adlandırmaya veyahut tanımlamaya gerek duymaz. İslam dini hayatın her alanına hükmettiği için yeniden tanımlanmaya ve başka hususların yamanmasına ihtiyacı yoktur. Günümüzde İslamcılık, İslam dininin devlet yönetim biçimi şeklinde tanımlanmaktadır. Müslümanların İslami yönetim fikrine karşılık ideolojik bir adlandırma olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysaki İslam zaten yönetim biçimini de kapsamaktadır. Bundan dolayı Said Halim Paşa buna İslamlaşma demektedir.
İslamcılığın dününü ve bugününü işlediğimiz bu serüveni, Ali Bulaç’ın tasnifi olan nesil tasnifi ile değerlendireceğiz. Çünkü İslamcılığın değişimi incelendiğinde fikirsel zemin bir döneme ait aydın sınıfının düşünceleri etrafında geliştiği ve değiştiği anlaşılacaktır. Ali Bulaç’a göre İslamcılık düşüncesi meydana geldiği günden bugüne 3 farklı nesle sahiptir: 1980-1945, 1965- 1990, 2000 ve sorası dönem… 1800’lü yıllar ile başlayan bu serüveni Osmanlı’nın son dönemi, Cumhuriyetin ilk dönemi, tek parti dönemi ve sonrasında yaşanan değişimleri bu bakış açısı ile işleyeceğiz. Konuya kaldığımız yerden devam edeceğiz.
[1] Hamza Türkmen, Türkiye’de İslamcılık ve Özeleştirisi, Ekin Yayınları, Bursa 2014, s.14