“Yahudilerin tarihi, yaşadıkları ülkeleri soyma ve kandırma üzerine kurulu olup zaman zaman bu hareketleri nedeniyle zulme uğramışlardır.” (George Armstrong)
“Birçok kez Yahudi liderliğinin tarihi, yaşadıkları ülkeleri soyma ve kandırma üzerine kurulu olduğu için zaman zaman bu hareketleri nedeniyle dünyada istenmeyen insanlar ilan edilip zulme uğramışlardır.”
İnsanlar dünyaya gözlerini açtıklarında, hangi ırka ya da dine mensup olduklarını seçme hakları yoktur. Her ülkede, ırkta ve dinde iyi niyetli insanlar olabildiği gibi, kötü niyetliler ve suça eğilimli olanlar da bulunabilir. Bu nedenle bir ülkeyi, ırkı ya da dini toplu olarak itham etmenin doğru olmadığına inanıyorum. Buna karşın bir ülke vatandaşları, çoğu kez liderlerinin kurbanları ve malzemeleri de olabilmiştir. Nasıl ki Alman halkı, II. Dünya Savaşı sürecinde Hitler’in emellerinin kurbanı olduysa, bugün İsrail halkı ve dünyadaki Yahudiler de İsrail’in yanlış politikalarının bedellerini ödemek zorunda kalıyorlar. Bu nedenle İsrail’in yanlışlarının bedelini ödemek durumunda oldukları için, sıradan bir Yahudi’nin İsrail’in kurbanı olduğunu kabul etmek gerekir.
Gelelim konumuza. İsrail ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bu derece yakınlaşmasının nedeni ve kanıtları ile işe başlayalım. Öncelikle, “İsrail ile Kıbrıslı Rumlar, birbirlerine neden bu kadar yakınlaşmışlardır?” sorusu ile başlayalım.
Son dönemde Türkiye-İsrail ilişkilerini gerginleştiren Mavi Marmara krizi ile İsrail-Rum/Yunan yakınlaşmasının çok doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bunun nedeni; Mavi Marmara krizi öncesinde de İsrail-Rum yakınlığını ortaya koyan somut gelişmeler olmasıdır. İsrail ve İsrail öncesi Yahudi liderliği açısından Kıbrıs, stratejik önemde bir coğrafya olarak kabul edilmiştir. Kıbrıs’ın vaadedilmiş topraklar olarak nitelendirilmesi de bununla doğrudan ilgilidir.
Kıbrıs’ın vaadedilmiş topraklar olma nedeninden önce, vaadedilmiş topraklar kavramının nereden geldiğine bakalım. Bu konuda Tevrat’ın Tesniye bölümünden bir alıntı yapalım: “Ayak basacağınız her yer sizin olacak. Sınırlarınız çölden Lübnan’a, Nil’den Toros Dağları’na ve Fırat Irmağı’ndan Akdeniz’e kadar uzanacak.” İşte vaadedilmiş toprakların nereleri olacağına ilişkin ipuçları, Tevrat’taki bu Tesniye bölümünde yazılanlarla ilişkilidir. Buradaki “Akdeniz”, Kıbrıs olarak yorumlanmaktadır. Peki, Kıbrıs’a Yahudi ilgisinin kaynağı, yalnızca Tevrat’taki bu işaret midir? Elbette ki hayır.
Bir televizyon programında, askeri mühimmat uzmanı olarak tanıtılan A. Zengin, üç harita gösterdi. Haritaların üç ayrı kaynakta yer aldığını, ancak hepsinin aynı alanları işaret ettiğini dile getiren Zengin: “Haritaların Sina yarımadasından başlayıp, Kıbrıs´ı içine aldığı, Mezopotamya’dan GAP bölgesine, Dicle-Fırat havzasından Basra körfezine ve Irak’tan Kuzey Arabistan’a kadar geniş bir alanı içerdiğini” iddia etti. Zengin’e göre; haritadaki bu geniş coğrafya Yahudilere vaadedilmiş topraklardı. Bu tür komplo teorileri ya da iddiaları bir yana bırakarak, tarihsel perspektif içinde Yahudilerin Kıbrıs adasıyla ilgilerine bir bakalım.
Yahudiler, 18. yüzyıldan başlayarak Filistin topraklarına yerleşmeye başladılar. ABD’deki Rothschild ailesi gibi Yahudi zenginler ve kendi aralarında topladıkları kaynaklarla Filistin topraklarını satın almak için dönemin Osmanlı padişahı II. Abdülhamit’e başvurdular. 1901 yılında Theodor Herzl aracılığıyla II. Abdülhamit’e büyük bir para karşılığı Filistin’e yerleşmek istediklerini bildirdiler. Ancak II. Abdülhamit bu öneriyi şu sözlerle reddetti: “Bir karış bile toprak satmam; bu vatan bana değil, Osmanlı milletine aittir. Milletim bu toprakları kan dökerek kazanmıştır. Nasıl aldıysak öyle geri veririz.” Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm dış borçlarının toplamı kadar parayı reddeden II. Abdülhamit, bunun bedelini nasıl ödedi bilemiyoruz. Ama bildiğimiz, 21 Temmuz 1905’te Padişah II. Abdülhamit’e Yıldız Camisi’nde kıldığı Cuma namazından sonra bir suikast düzenlendiği, Padişah’ın arabasının yanında bir patlama olduğu, Fransa’da imal edilen 80 kilo bomba yüklü bir at arabasının patlatılması sonucu 26 kişinin öldüğü, 58 kişinin yaralandığıdır. Olay Ermenilere mal edilerek kapatıldı.
Yahudilerin Filistin’i satın alma teklifi II. Abdülhamit tarafından reddedilince, 1914 yılında Filistinlilerden satın alınan topraklarda yaklaşık yüz bin Yahudi’nin bulunduğu bir bölge oluşturuldu. 1948 yılına gelindiğinde beş yüz bine ulaşan bu Yahudi nüfusu ile İsrail, Arapların tüm tepkilerine (!) rağmen ABD desteği ve BM’nin olaya müdâhil edilmesiyle kuruldu. Bu konuda en büyük desteği, Yahudi lobisi kanalıyla ABD vermiştir. İşte size İsrail’in kısa tarihi:
İsrail devleti oluşturulurken on binlerce Yahudi, Kıbrıs adası kullanılarak Filistin’e taşındı. İsrail devleti kurulma sürecinde Kıbrıs adası limanlarının bir köprü görevi gördüğü biliniyor. Bu nedenle Kıbrıs, İsrail için önemli bir coğrafya olmuştur.
Vadedilmiş topraklar olup olmadığını bilmiyoruz, ancak Kıbrıs adası İsrail için gerek sıkıştığı Arap coğrafyasından kurtulmak ve gerekse de Akdeniz’de etkili olabilmek için özel bir önem taşır. Özelikle Arap ülkelerine yönelik istihbarat toplama ve özel operasyonlarda Kıbrıs Rum kesiminin kullanıldığı birçok somut örnekle kanıtlanmıştır. Yahudi sermayesinin gerek Kıbrıs Rum tarafında ve gerekse de KKTC’de büyük miktarlarda toprak satın almasını da bu gelişmelerle bağlantılı olarak yorumlamak gerekir.
Gelelim İsrail-Rum yakınlaşmasına. Son dönemde İsrail ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan askerî, ekonomik, Akdeniz kıta sahanlığının paylaşımı ile ilgili çeşitli gizli anlaşmalar imzalamışlardır. İsrail’in Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile bir dizi stratejik anlaşmalar imzaladığı da bilinmektedir. Yakınlaşma bu kadarla da kalmıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Akdeniz’in münhasır ekonomik alanlar ilanı ile paylaşılması için Mısır, Suriye ve Lübnan ile anlaşmalar imzalama noktasına gelmiş, ancak bu konuda Türkiye’nin girişimleri ile sonuç alamamıştı. Ancak, İsrail ile bu anlaşmayı imzaladılar. İsrail ile Akdeniz’i paylaşma anlaşması imzalamakla yetinmediler, Türkiye’nin savaş nedeni saymasına rağmen, İsrail ortaklı bir Amerikan şirketi olan Noble Enerji, Güney Kıbrıs’ın münhasır alan ilan ettiği bölgede doğalgaz- petrol arama ve sondaj işlemlerine başladı. Bu şirketin platformları İsrail üzerinden bölgeye sevk edildi. Noble enerji platformunun İsrail tarafından korunacağı konusunda anlaşmalar yapıldı.
İsrail- Rum yakınlaşması bunlarla sınırlı değil, Rum-Yunan ikilisi ile İsrail, gizli askeri anlaşmalar imzaladılar. Rum-Yunan ikilisine gelişmiş İsrail silahları satılması kararı alındı. Ayrıca, Rusya’daki zengin Yahudi sermayesinin Güney Kıbrıs’a yatırıma yönlendirilmesi için anlaşmalar imzalandı. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.
Bütün bu somut örnekler ve gözler önündeki gerçekler ışığında, Türkiye düşmanlığı üzerine kurulu İsrail-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ortaklığı kurulduğu ortaya çıkıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail’e o kadar yakınlaştı ki, isminin “Güney Kıbrıs İsrail Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne dersiniz?