Kur’an ve Sünnete yeniden sarıldığımızda hakiki kimliğimize bir kez daha kavuşmamız mümkündür. İslam ümmeti hakiki bir dirilişle yeniden ümmet olduğunda yeryüzünde bir kez daha seçkin bir kimlik kazanacak, istikrar ve güven yeniden oluşacak ve hem Müslümanlara hem de Rabbine karşı sorumluluklarını yapmış olmanın rahatlığına kavuşacaktır.
Bizleri, Rasul-ü Ekrem’e ümmet olma şerefine nail kılan Rabbimize hamd olsun.
Ümmetine ‘Usvetun Hasene’, ‘en güzel örnek’ olan O Yüce Rasule salât ve selam olsun.
- yüzyılda Efendimize ümmet olabilme gayretinde olan kardeşlerime de selam olsun.
Bir gün Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabının arasında otururken “Kardeşlerimi özledim” buyurdu. Bu ifadeye şaşıran ashab, “Biz senin kardeşlerin değil miyiz Ey Allah’ın Rasulü? Biz de yanındayız” dediler. Efendimiz onlara cevaben “Siz benim ashabımsınız. Ben kardeşlerimi özledim” buyurdu. “Onlar kimlerdir” diye sorduklarında Efendimiz; “Onlar benden sonra gelip beni görmediği halde bir takım kitaplar bulmak suretiyle bana iman edenlerdir” buyurdu.
Ne güzel bir hadistir bu! Bu hadisi şerifi okuduğumuzda Allah Rasulü ile aramızda kan bağı varmışçasına bir yakınlık hissediyoruz. Çağdaşlarına ‘arkadaşlarım’ diyen Rasul, kendisinden sonra gelecek ümmeti için ‘kardeşlerim’ ifadesini kullanarak asırlar öncesinden bizlerle bir bağ kurmak istemiş ve bu şekilde oluşan bir yakınlık ile O’na ümmet olmak, davasına sahip çıkmak ve kurtulmak için güçlü olmamızı sağlamaya çalışmıştır sanki asırlar öncesinden bize şefkat elini uzatmıştır…
Peygamberimiz kendi döneminin en karanlık çağında görevlendirildi. En başta O da kimsesiz, tek başınaydı. Sonra birer ikişer ona iman edenler, ona ashab ve yardımcı olanlar artmaya başladı. Yeri geldi Efendimiz onları her türlü kötülükten korudu, yeri geldi ashab ona kol kanat oldu, önüne bedenini siper etti. Böylesine bir kenetlenme ile çıktıkları o yolda sadece 6. yüzyıla ışık ve kurtuluş olmadılar, kendilerinden sonra gelecek nesillere örnek, tüm zayıflara destek, mazlumlara da umut oldular.
ÜMMET NE DEMEKTİR?
Ümmet kelimesi Arapça bir kelime olup ıstılahta; kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk sebebiyle aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine tabi olma neticesinde bir arada yaşayan insan topluluğu manasına gelir. Âlimlerin çoğu, ümmet kelimesini aynı dine tabii olanlar yani Müslümanlar için kullanmışlardır.
‘Ümmet’ kavramı, diğer bir deyişle ‘imam’ sözünden alınmış çoğul bir isimdir ki, çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan cemaat demektir. Yani, ümmet, bir imamın (önderin) başkanlığı altında sağlam bir topluluk oluşturup düzenli bir şekilde faaliyette bulunan ve diğer insanlara önderlik yapabilen bir topluluktur. Her peygamber, birer imam, rehber olarak kabul edilir ve ona tabi olanlara da onun ümmeti denir.
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de İslam ümmetini överek; “Siz insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz”1 buyurmaktadır. Bu övgü aynı zamanda bu ümmete bir görev yüklemektedir. Yani Allah Rasulü gibi O’nun ümmeti de milletin kurtuluşu için iyiliği emretmek kötülüğü nehyetmek ve hayra davet etmek konusunda toplumun ıslahından sorumlu tutulmuştur.
Bugün İslam âleminin en büyük ihtiyacı mazlumlarına sahip çıkacak, kol kanat gerecek bir topluluğun oluşması ve Müslümanları içinde bulunduğu şu karanlık süreçten çekip çıkaracak bir güce sahip olmasıdır. Allah Rasulü oluşturduğu nesil ile o çağın karanlıklarını dağıtmıştır. O halde O’nun ümmeti olarak bugün bize düşen de aynı yolu takip etmek ve aynı kurtuluşa doğru ilerlemektir.
Allah Rasulü’ne ümmet olmak; Kur’an-ı rehber edinip sünnete ittiba etmekle mümkündür. Fakat bugün asıl problemimiz Kur’an-ı terk edip sünneti hayatımızdan çıkarmış olmamızdır. Bu da bugün İslam ümmetinin zayıflamasının, çöküntüye uğramasının ve kurda-kuşa yem olmasının sebebi olmuştur. Aslında İslam Ümmeti, Allah Rasulü’nün; “Size sarıldığınız zaman asla sapmayacağınız iki (sağlam) kulp bırakıyorum. Biri Allah’ın kitabı diğeri benim sünnetim” düsturunu terk etmenin bedelini ödemektedir. Uyduğu zaman asla yolunu şaşırmayacağı bir kılavuzu olan birinin, buna rağmen yanlış yollarda savrulup kurda-kuşa yem olması ne kadar büyük bir talihsizliktir. Ümmetimiz şu anda bu acınası hali yaşamaktadır.
YENİDEN ÜMMET OLMAK İÇİN
Hz. Peygamber’e yeniden ümmet olabilmek için onun mücadelesini iyi anlamaya ihtiyacımız var. Allah Rasulü kolay bir hayat yaşamadı. Kendisine verilen vazife bugün olduğu gibi o günde ilk etapta tüm insanların kabullenmekte zorlanacağı bir düşünceyi ve hayat tarzını savunmayı gerektiriyordu. İnsanların böylesi gerçekleri anlaması ayrı bir aşama, kabul etmesi ayrı bir aşama, uğrunda mücadele edecek bir imana ulaşmaları ise ayrı bir aşama gerektiriyordu. Mücadele diyoruz çünkü insanlar sadece kabul edenler ve etmeyenler olarak ayrılmıyor; kabul etmeyip de iman edenlerle mücadele edenler, bu yola her türlü taşı koyanlar, gerekirse her türlü zulmü yapabilecek düşmanlar da oluşuyordu. Bu sebeple o gün iman etmek sadece hakkı kabul etmek değil uğrunda her türlü çileyi göze almak demekti. Bugün bazı sıkıntılarla karşılaştıklarında ‘yolumuz yanlış herhalde’ diyenler Peygamberimizin ve ashabının çektiği sıkıntıların sebebini anlamaya çalışmalıdır.
Allah Rasulü ashabını ilk olarak Allah’tan başka tüm putları, kanun koyucuları reddedip sadece Allah’a teslim olmaya davet etmiş ve bununla bırakın sadece toplumdaki sorunları halletmeyi onlara dünya hâkimi olmayı vaad etmişti: “Ben sizi öyle bir kelimeye davet ediyorum ki onu söylediğiniz takdirde tüm Araplar size boyun eğecek!” Allah Rasulü, ümmetinin; Sadece Allah’ın kanunlarına teslim olarak, güç ve saltanat sahiplerinin kişisel çıkarları arasında boğulmaktan kurtulmasını istiyordu.
Yine Efendimiz ashabının arasında hiçbir millette olmayan kardeşlik duygusunu oluşturmuştu. Bununla beraber; güven, fedakârlık, vefa, hüsn-ü zan, dürüstlük gibi medeniyet değerlerini kazandırarak toplumda huzurun var olmasına çalışmıştı. Kur’an-ı Kerim bu konularda ayetleriyle Peygamberimize ve o öncü nesle yön veriyor ve olması gereken insan ve toplum modelini oluşturuyordu. “Kişi kendi nefsi için istediğini kardeşi için de istemedikçe (tam) iman etmiş olmaz”2 mealindeki hadisi şerifler böyle yüce değerlere sahip bir medeniyet meydana getiriyordu.
Efendimiz, o zaman hâkim olan ve birçok savaş ve kavganın sebebi olan ırkçılığın kabul edilemez bir cahiliye âdeti olduğunu daima hatırlatıp, iman edenlerin hepsinin tek bir millet tek bir ümmet olacağını vurgulayarak böylesi ayrılık ve kavga sebeplerinden de ümmetini korumaya çalışıyordu. Kur’an ve sünnetin bu hassasiyeti sayesinde o gün, eşi bulunmaz bir kardeşlik, birlik ve güven ortamı oluşmuştu.
Allah Rasulü bütün bunları gerçekleştirirken mevcut ve bozuk düzenin bir parçası olarak değil de Allah’ın tertemiz ve sapasağlam kanunları üzerine yeni bir toplum inşa etmeye dönük çalışmıştı. Bunun için de zamanındaki haksızlıklara, küfre ve cehalete direniş göstermek, muhalefet etmek durumunda kalmıştı. Çünkü yanlışlara muhalefet etmeden doğrulara ulaşmak mümkün olamaz.
Allah Rasulü’ne yeniden ümmet olmak isteyenlerin dikkat etmesi gereken bu düsturların yanı sıra sahabenin hali de çok güzel bir örnektir. Onlar Peygamberimizin ve davasının kıymetini çok iyi bilmişler, O’na ve davasına sımsıkı sarılmışlar, en zor zamanlarda bile asla yalnız bırakamamışlardı. Bu uğurda yaptıkları fedakârlıklar dillere destan olmuştur. Onlar; Efendimiz; ‘sabredin’ dediğinde sabreden, ‘hicret edin’ dediğinde sorgulamadan evini barkını bırakıp yollara düşen, icabında onun yerine suikastlara hedef olan, her emrine ‘lebbeyk Ya Rasulallah’, ‘buyur Ya Rasulallah! Anam babam sana feda olsun!’ diye karşılık veren, ‘denize de girsen seninle beraber dalarız’ diyecek kadar gözü kara ve kararlı bir ümmet oldular… Bu halleriyle Hz. Peygamber’e nasıl ümmet olunacağının modelini en güzel şekliyle sundular. Şunu da unutmamak gerekir ki Allah Rasulü’nün ashabı bu kadar duyarlı ve sağlam bir duruşla bu davaya omuz vermeseydi, Efendimiz tek başına kalmış olacaktı. Belki bir Nuh Aleyhisselam yada Lut Aleyhisselam gibi kendisi de davası da sahipsiz kalacaktı. Ama o günkü dava arkadaşları O’na da davasına da sahip çıktı. Fakat bugün bizler Allah Rasulünün davasını sahipsiz bırakmanın sonuçlarını yaşıyoruz. Davamıza sahip çıkabilseydik Rabbimiz de bu ümmete sahip çıkıp selamete eriştirecekti belki ama ne yazık ki hem davamız hem de ümmetimiz sahipsiz kalmış oldu!
SADECE BİLMEK DEĞİL YAŞAMAKTAN SORUMLUYUZ
Unutulmaması gereken bir nokta daha vardır ki bizler sadece iman ile değil, inandığımız hakikatler uğrunda yaşamakla da emrolunduk. Bugün bu düşüncenin Müslümanlar arasında kasten yozlaştırıldığını görmekteyiz. Doğruları görebilen, hatta bilen ama yaşamaktan kendini sorumlu görmeyen Müslüman tipleri ile hem İslam’dan hem de ümmet olmaktan uzaklaştırıldık. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim; “Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir bela gelmesinden sakınsınlar”3 buyurmak suretiyle olması gerekenin sadece iman olmadığını vurgulamaktadır. Eğer nebevi sünneti takip edecek olursak kazanmak için başımızda Peygamberimizin olması şart değildir. Kur’an, zaferi Allah Rasulünün varlığına bağlamamış ama “İçinizden hayra çağıran ve iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir topluluk (ümmet) bulunsun.”4 buyurarak böyle hayırlı bir topluluk olmasını her zaman için gerekli görmüştür.
Ümmet olmanın en temel şartı öncelikle cemaat olmaktır ki; küçük topluluklar halinde iken bir araya gelmeyi başaramayanların daha büyük kalabalıklarla bu birliği yakalaması mümkün değildir. Çünkü ümmet olmak, tek hedef uğrunda birleşmiş olmayı gerektirir. Tıpkı bir binanın tuğlaları gibi… Aynı hedefin, aynı yapının parçaları olup sımsıkı bir bağ ile bağlanmış olmak ümmet olmanın vazgeçilmez şartıdır.
Ümmet olma yolunda ilerlemek; fertlerini eğiten ve disipline eden, bir yandan ortak hedef bir yandan da kardeşlik bağı ile birbirine bağlayan bir cemaat ile mümkün olabilir. Bu manada düşünüldüğünde imamsız ümmet de başsız beden gibidir. Başsız kaldığı için her kafadan bir sesin çıktığı, her ferdin başka bir yöne savrulduğu topluluklar ümmet değil ancak kuru kalabalıklar olabilirler.
Bugün İslam ümmetinin bu saydığımız sebeplerden dolayı paramparça olduğu ortadadır. Ama Kur’an ve Sünnete yeniden sarıldığımızda hakiki kimliğimize bir kez daha kavuşmamız mümkündür. İslam ümmeti hakiki bir dirilişle yeniden ümmet olduğunda yeryüzünde bir kez daha seçkin bir kimlik kazanacak, istikrar ve güven yeniden oluşacak ve sorumluluklarını yapmış olmanın rahatlığına kavuşacaktır. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur ki: “Meselü ümmeti kel matar le yudra evveluhu hayrun em ehıruhu”,“Ümmetimin misali yağmur gibidir. Başı mı yoksa sonu mu daha hayırlıdır bilinmez.”5 Bu hadis bizim için umut kaynağıdır; sanki “çalışırsanız elbette kazanırsınız, yeniden bir rahmet yağmuru gibi yeryüzünü ihya edersiniz” demek istemektedir.
Ve bu uğurda çalışanlara bir müjde daha; “...Ümmetimden bir grup, Kıyamet kopuncaya kadar, mansûr (Allah’ın yardımına mazhar) olmaya devam edecek, onları mahrum bırakanlar onlara zarar veremeyeceklerdir.”6 O Mansur gruptan olmak temennisiyle Allah’a emanet olun.
1- Al-i İmran, 110
2- Buhari, İman 7; Müslim, İman 71-72
3- Nur, 63
4- Al-i İmran, 104
5- Kamûzu’l-Ehadis 83,1151
6- Tirmizi, Fiten 27, 2193