Bize en doğru hareket metodunu göstererek yanlış yapmaktan koruyan ve en kısa yoldan başarıya ulaşmanın yollarını gösteren Allah’a hamd; Allah’ın yönlendirmelerine teslimiyet gösterip mücadele ederek kısa zamanda büyük zaferlere ulaşan Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salât-u selam; şanlı Nebî’nin sancağını yeniden dalgalandırmanın mücadelesini veren kardeşlerime selam ile…
Değerli kardeşlerim!
Son iki sayıda ümmetimizi harekete geçirecek muharriklerden biri olan ümidi anlatmış, kişiyi veya ümmeti pasifleştiren ümitsizliğin 3 sebebinden ikisine temas etmiş ve çözüm yollarını belirtmiştim. 3. Sebebe gelince;
c- Acelecilik: Bizi ümitsizliğe ve dolayısıyla pasifliğe götüren bir sebep de aceleciliktir. Kur’an-ı Kerim: “İnsan aceleden yaratıldı.”1 buyurur. Yani acelecilik insanın mayasında mevcuttur ve bu, imtihan olduğumuz alanlardan biridir. Nefsimiz aceleci davranacak, zamanını beklemeyecek, bir şeyin güzel bir şekilde olması için gerekli olan merhaleleri dikkate alamayacak, istediğine hemen ulaşmak isteyecek ama insan nefsini kontrol altına alacak ve onu sabra zorlayacaktır.
Şeytan acele ettirmek isteyecek, işin yanlış ve eksik olmasını sağlamaya çalışacak ama insan ona uymayacak ve aklını kullanacaktır. Bir de çevremizdeki insanlardan bazıları iyi niyetle ama cahilce bazıları ise kötü niyetle bizi aceleye sevk edecek, erken doğuma zorlayacak ve hayırlı hizmetlerin başlamadan bitmesini sağlamak isteyeceklerdir. Bütün bu acele ettirici ve saptırıcılara karşı koymak, teenni ve sabırla hareket etmek zorunda olan insan bu imtihanı başarı ile verebilmek için bazı bilgilere ve kuvvetli bir iradeye muhtaçtır.
Aceleci insan eğer her şeye kâdir olan ve bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece ‘ol’ diyen ve olduran, yaptığını aşamalarla yapmak zorunda olmayan Allah Azze ve Celle’nin bile yaratırken merhale merhale yarattığını bilirse, aceleci olmayacaktır. Kâinatı 6 günde yani 6 merhalede yarattığını bilir ve hikmetini düşünürse kendisinin de acele etmemesi gerektiğini anlayacaktır. Acelecilik genellikle işin erken olmasını sağlamaz aksine işin karışmasına, daha da gecikmesine ve işin kötü olmasına sebep olur. Ayrıca insanın moralinin bozulmasına, işin olacağından ümitsizleşmesine ve tembelleşmesine neden olur.
Yolumuz kısa bir yol değil, uzun bir yoldur. Aceleci olan insan yolun uzun olduğunu görünce ye’se kapılacak ve ümitsizleşecektir. Aceleci insan iğne ile kuyu kazmayı göze alamayacak, ya hiç başlamayacak ya da yarım bırakıp kaçacaktır. Hâlbuki kısa sürede kuyuyu kazabilecek iş makinelerine sahip değiliz. Ancak iğnelerimiz var hatta bazen onu da bulamayacağız ve tırnaklarımızla kuyu kazacağız. Bunu göze alan bu davaya katılsın. Kısa sürede büyük gelişmeler bekleyen aceleciler o gelişmeleri hemen göremeyince ümidini kaydedecek ve pasifleşecektir.
İşte onun için Müslümanlar artık bilmelidirler ki yapmak istedikleri şey dev bir saraydır. Öyle bir saray ki içinde okulu, camisi, hastahânesi, medresesi, bakanlıkları, valilikleri, polis ve askeri ve hayat içinde ne lazımsa her şeyin mevcut olduğu bir saray. Böyle bir saray sakince düşünmeyi, bin ölçüp bir biçmeyi, gece gündüz çalışmayı ama acele etmemeyi gerektirir. Ta ki o sarayda sonradan telafisi çok zor bazı eksikler bırakılmasın. Bu kadar büyük ve bu kadar özellikleri olan bir sarayın inşaatına bir-iki kamyon tuğla, bir-iki kamyon çakıl vs. ile başlanamaz. Böyle bir sarayın yapımı için nasıl ki aylarca malzeme taşınması ve malzeme akışının sağlanması; mühendislerin, ustaların, işçilerin ayarlanması; çalışacak bu ekip için kalacak yer ve yiyeceğin temin edilmesi ve daha birçok işlerin yapılması gerekiyor ve bunlardan da önce projesinin çok ehil insanlar tarafından hazırlanması icap ediyorsa; bundan çok daha büyük ve çok daha zor ve birçok düşmanı olan dev İslam sarayı için de aynı hazırlıkların yapılması gerektiğini akıl emrediyor. Aklın bu emrine kulak verilmez de bir-iki kamyon malzeme gelince sarayın yapımına başlanırsa düşman güldürülür, dost ağlatılır ve o malzemeler de heba edilmiş olur. Ey Ehl-i Hizmet! Sen bu kadar akıldan yoksun ve vicdansız olamazsın. Öyleyse sabırlı ol, acele etme, fakat hummalı bir şekilde çalış, yorulma! Allah Celle Celâluhu sabredenlerle beraberdir, acelecilerle değil.
Ey aceleci insan bil ki; Allah acele edenleri değil sabredenleri ve sabırla çalışanları müjdeliyor.
Hem sen görüyorsun ki; ilahî kanun küçük nimetlerin olgunlaşması ve sağlıklı bir şekilde doğumu için kısa bir zaman, büyük nimetlerin olgunlaşması ve doğumu için ise uzun bir zaman gerektiriyor. Bir civcivin yumurtadan yirmi bir günde çıkması ve bir devenin on iki ayda hamlini tamamlaması gibi… İslam Medeniyeti ise bunlardan çok daha büyük ve kıymetli bir nimet olması hasebiyle daha uzun bir zaman gerektirdiğini artık takdir edersin.
Hem bil ki; hayırlı işlerde acele edilir ama bazen hedefe erken varmak hayırlı olmayabilir. Bir nefer kendi işinde acele etmeli, komutanın işi ile ilgili konularda acele etmemeli. Çünkü nefer yalnız kendi işini bilir, ama komutan tüm ordunun hazırlıklarının ne halde olduğunu bilir. Ey aceleci! Bil ki; bu ordunun komutanı her şeyi bilen Allah Azze ve Celle’dir. Sen kendi görevini bil, Allah’ın görevine karışma.
Hem bil ki; ferde verilecek nimetlerde ferdin layık olup olmadığı arandığı gibi topluma verilecek nimetlerde de toplumun layık olup olmaması aranır. Toplumdan bazı kimselerin layık olmasıyla tüm topluma o nimet verilmez. Layık olanların mükâfatı ise ahirete bırakılır.
Hem bil ki; Allah Azze ve Celle’nin topluma verdiği görev ve tayin ettiği hedef başka, ferde verdiği görev ve tayin ettiği hedef başkadır. Toplumun görevi ve hedefi İslam Medeniyeti’ni kurmak olması gerekir ama ferdin gayesi bu uğurda çalışmalar yaparak Rabbini razı etmek, hedefi ve görevi de İslam Medeniyeti’nin kurulması için toplumun görevine yardımcı olmaktır. Fert kendi hedefini ve görevini iyi bilmeli, toplumun o büyük vazifesini kendinde görüp moralini bozmamalıdır.
Ey aceleci insan! Şunu bil ki “bu dava çalışkanlık istiyor, acelecilik istemiyor”. Acelecilik ümitsizliğe, ümitsizlik hareketsizliğe ve tembelliğe, çalışkanlık ise hedefe götürür.
2-KUDSİYET: İnsanı pasiflikten kurtarıp harekete geçiren muharriklerden biri de kutsal bir kaynağa iman etmektir. Yani; insanı kutsal kabul ettiği bir merci veya kitap harekete geçirir. Müslümanlar için ise bu; Allah Azze ve Celle, Kur’an ve sahih sünnettir.
Allah Azze ve Celle kutsaldır, çünkü yaratıcımızdır, rızkımızı verendir, sonsuz ilim, kudret ve merhamet sahibidir, hiçbir eksik sıfatı yoktur. Kur’an kutsaldır çünkü sonsuz ilim sahibi olan Allah’tan gelen hayat kılavuzu ve hidayet kaynağıdır. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem kutsaldır çünkü yüceler yücesi olan Allah’ın elçisidir. O’nunla aramızdaki irtibatı sağlayandır, Allah Celle Celâluhu ile görüşendir ve yüce bir ahlâka sahip olandır. Kendisine mucizeler verilendir, herkesten daha takva bir hayat sürmüştür. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sözleri ve fiilleri kutsaldır çünkü O, kendi hevâ ve hevesinden konuşmamaktadır.2 Konuştuğu ve yaptığı ya vahiydir ya da kendi içtihadıdır. İçtihadında hata olacak olsa Rabbi tarafından ikaz edilendir. İkaz edilmediğinde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in içtihadını Allah kabul etmiş demektir ve tüm Müslümanları bağlayıcıdır. O, öfkelendiğinde bile haktan başka bir şey söylemeyendir. O masumdur, Allah tarafından hatadan korunandır ve O’nun tarafından yönlendirilendir. Müslümanlar kutsal kaynaklarını yüceltir ve çok severlerse, Allah ve Rasulü’nün kendi üzerlerindeki haklarını unutmazlarsa onlar için harekete geçer ve icab ederse onlar için canlarını bile verebilirler.
Allah Azze ve Celle’yi kutsal ve yüce olarak görebilmek, kâinat kitabını okumak ve mahlûkât üzerinde derinlemesine tefekkür etmekle, O’nun ilmini, kudretini ve sanatını kâinatta müşahede etmekle ve üzerimizdeki sonsuz hakkını bilmekle mümkün olur. Kâinatı tefekkür ettiğinde O’nun gönderdiği kitapta ve peygamberde hata olamayacağını anlar, böylece Kur’an’ı ve Rasulallah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i kutsal görür. Kur’an ve Sünneti kutsal görebilmek, Kur’an’ın Kelamullah ve Efendimizin de Rasulallah olduğunu ispatlayan naklî ve aklî delilleri bilmekle, mucizeleri görebilmekle mümkün olur. Kur’an ve Sünnetin hükümlerinin hikmetlerini ve faydalarını bilmekle, hiçbir hükümde hata olmadığını anlamak ve görmekle gerçekleşir. O zaman bu iki kutsal kaynaktan mutmain olur, imanı ilme’l-yakînden ayne’l-yakîne yükselir. Böyle bir imana ihtiyaç vardır. Çünkü ilme’l-yakîn iman, Müslüman sayılmak için yeterli olsa da kişiyi harekete geçirmeye genellikle yetmemektedir. Çünkü insanlar genellikle dünya sevgisi ile dopdoludur ve bu güçlü engeli ancak güçlü bir iman yani ayne’l-yakîn iman ortadan kaldırabilmektedir.
Kutsal kaynağı olanlar tereddütten kurtulur ve mutmain olur. İtmi’nane ulaşan insan harekete geçer. Şüphe ve tereddüt ise kişiyi tembelliğe ve hareketsizliğe götürür. Kutsalı olmayanlar hiçbir zaman inançlarından mutmain olamazlar. Şüphelerden kurtulamazlar. Kutsallığına inanmadıkları inançları için fedakârlık gösteremez ve harekete geçemezler.
Kutsallaştırılması gerekenleri kutsallaştırmayanlar kutsal olmayanları kutsallaştırmaya başlarlar. Kâinat boşluk kabul etmez. Bir kalpte olması gereken kutsallar yoksa olmaması gereken sahte kutsallar onların yerini doldurur. Kutsalları kutsallaştırdığı gibi kutsal olmayanları da kutsallaştıranlara gelince böyleleri gerçek kutsallarına gerektiği kadar önem vermeyecek ve çoğunlukla sahte kutsallar gerçek kutsalların önüne geçirilecektir. Hadiste: “Her bid’at bir sünneti öldürür”3 buyrulduğu gibi bu sahte ve yanlış kutsallar da gerçek kutsalları ya öldürecek yani terk ettirecek ya da kalplerdeki etkisini azaltacaktır. Kutsalımız yok mu ki kutsal ihtiyacımızı karşılamak için sahte kutsallar üretelim. İslam davasına cesurca hizmet eden takva ve ilim sahibi gerçek âlimler ve şeyhler hürmete ve itaate layık olsalar da kutsal değildirler, insanüstü varlıklar gibi görünmemelidirler. Kutsallar çoğaltılırsa hiç birisinin harekete geçirici özelliği kalmayacaktır.
Kudsiyeti olmayan şahıslar velev ki veli ve müçtehid bile olsalar ya da kudsiyeti olmayan kitaplar bu zâtların kitapları bile olsalar kudsiyeti olmadığından tesiri azdır ve harekete geçirmez. Öyleyse en çok okunan, KUR’AN ve SÜNNET olmalıdır. Çünkü onlardaki kudsiyet başka kitaplarda yoktur. Diğer kitaplar ise Kur’an’a götürmeli, kutsal ve ana kaynak hükmüne geçmemeli tâ ki bu diğer kitaplar Kur’an’a perde olmuş olmasın ve ona hizmetçi olmuş olsun. İmam Şafii ve İmam Ebu Hanife gibi müçtehitleri de okusan ne dediğini öğrenmek maksadıyla değil, Kur’an’ın ve Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ne dediğini anlamak maksadıyla okumalısın.
İslam düşmanları sahte kutsallar üretip gerçek kutsalları zayıflatmak ve bizi gerçek kutsallarımızdan uzaklaştırmak stratejisini takip ettikleri gibi gerçek kutsallarımız hakkında şüpheler uyandırarak Müslümanları harekete geçirecek muharriklerden mahrum etme stratejisini de takip ederler. Bu amaçla öncelikle sünnet üzerinde şüpheler uyandırmaya çalışır, herkesin kendi kafasına göre hadisleri inkâr etmesini sağlamaya gayret ederler. Samimi Müslümanlar kutsallarına sahip çıkmalı, sahih sünneti müdafaa etmeli ve bu oyunu bozmalıdırlar. Muhaddis olmayanlar hadis kritiği yapmaya kalkışmayıp muhaddislerin ne dediğine bakmalıdırlar.
Maddî nokta-i istinad yani dayanak, güçlü devlet; manevî nokta-i istinad ise kudsî kaynaktır. Ey Kur’an’ın kudsiyetine inandığını iddia eden kişi bil ki; kudsiyetine inandığı şey kişiyi harekete geçirir. Kur’an, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayatı ve davası seni harekete geçirmiyorsa bu onun kudsiyetine nasıl inanmaktır?
- Enbiya, 37
- Necm, 3
- Ahmed b. Hanbel, 4 /105