İhsan.
Sözlükte “güzel olmak” manasına gelen hüsn kökünden türetilmiş bir mastar olup genel olarak “başkasına iyilik etmek” ve “yaptığı işi güzel yapmak” şeklinde kısmen farklı iki anlamda kullanılmaktadır. İhsanda bulunan kişiye ‘muhsin’ denir. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. Hz. Ali, “İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır” derken bunu kastetmiştir. Allah’ın yarattığı her şeyi ihsanla yarattığını bildiren ayette de1 ihsan kavramı bu anlamdadır. Ahlâk literatüründe ihsan genellikle: “İyiliklerde farz olan asgari ölçünün ötesine geçip isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak” manasında kullanılır. Râgıb el-İsfahânî’nin diğer İslam alimlerince de paylaşılan düşüncesine göre ihsan, adaletin üstünde bir derecedir; adalet borcunu vermek, alacağını almak, ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır. Bundan dolayı adaleti gözetmek vacip, ihsanı gözetmek mendup ve müstehaptır.
İhlas.
Sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” manasındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelen ihlas kelimesi, terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. İslamî literatürde ihlas daha geniş olarak şirk ve riyadan, batıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel manada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeyi ifade eder. Fudayl b. İyâz’a, “İnsanların hatırı için ameli terk etmek riya, onları memnun etmek için amel etmek şirk, bu iki durumdan kurtulmak ihlastır” şeklinde bir söz isnat edilmekle birlikte riya genellikle “sırf Allah rızası için yapılması gereken amele gösteriş katmak” anlamında kullanılır.
İn’am.
Sözlükte “güzel ve parlak olmak, müreffeh ve rahat olmak” anlamındaki naam kökünden mastar olup “birine iyilik etmek, bir nimetten yararlandırmak, rahata kavuşturmak” gibi manalara gelir; dini literatürde ise Allah’ın insanlara maddi ve manevi nimetler vermesini ifade eder. Râgıb el-İsfahânî, in’âmı “başka birine ihsanda bulunmak” şeklinde tanımladıktan sonra bu kavramın sadece insanlara yapılan iyilik için kullanılabileceğini söyler. Fahreddin er-Razi de in’âmın karşılıksız vermeyi ifade ettiğini belirtir. Bu sebeple Allah’ın kullarına bağışladığı bütün iyi şeyler birer nimettir, çünkü Allah’ın asla karşılığa ihtiyacı yoktur.
Fazl.
“Artmak, fazlalaşmak; meziyet sahibi ve üstün olmak” anlamlarında mastar olan fazl kelimesi “fazlalık (eksikliğin -nakıs- zıddı), isteyerek yapılan iyilik, lütuf ve ihsan, sevabı çok olan iş” manalarında isim olarak da kullanılır. Fahreddin er-Razi’ye göre bu kelime genellikle “ihsanda çokluk” anlamını ifade eder. Başkalarına çokça iyilik eden kimseye de “fazıl” adı verilir. Zamanla bir insanın iyilik yapma düşüncesiyle başka birine sağladığı faydaya da “fazl” denilmiştir. Cürcânî fazlı kısaca “karşılıksız iyilik etme” şeklinde tanımlamış Râgıb el-İsfahânî ise kelimenin anlamını “bir şeyin yeterli miktardan çok olması” diye açıkladıktan sonra bu çokluğun iyi veya kötü sayılabileceğini belirtmiş; iyi olanına bilgi ve hilim erdeminin ileri derecesini, kötü olanına da aşırı öfkelenmeyi örnek vermiştir. Sözlüklerde, genellikle olumlu fazlalığı ifade etmek üzere fazl, olumsuz olanı ifade etmek üzere de fuzûl kelimelerinin kullanıldığı belirtilir.
Lütuf.
Sözlükte “nazik ve merhametli davranmak, iyi muamele etmek” manasında mastar olan lutf “iyilik etme, merhamet ve yardımda bulunma” anlamında isim olarak da kullanılır. Aynı kökten türeyen letafet ise “duyularla algılanamayacak şekilde ince ve şeffaf, küçük ve hacimsiz oluş” manasına gelir. Lütuf terim olarak “insanın kendi iradesiyle Allah’a iman edip inkâr ve isyandan kaçınmasını kolaylaştıran ilâhî fiil” diye tanımlanır. Kur’an’da bir yerde “gizli ve ihtiyatlı davranmak” anlamında fiil olarak insana,2 yedi yerde de “fiillerini rıfk ile gerçekleştiren, kullarına iyilik ve merhamet eden, zatı duyularla algılanamayan, en ince ve gizli hususları dahi bilen varlık” manasında isim olarak Allah’a nispet edilir. Ayrıca fazl, ihsan ve rahmet kelimeleri de lutfa yakın anlamlarda Kur’an’da yer alır. Lütuf kavramı çeşitli hadis rivayetlerinde “iyilikte bulunmak, yardım etmek, nezaketle davranmak” manalarında geçmektedir.
Murakabe.
Sözlükte “denetlemek, gözlemek, gözaltında tutmak, kontrol etmek” gibi manalara gelen murakabe, tasavvufta manevi bir hali ifade etmek üzere kullanılmış ve çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Aynı kökten rakib kelimesi Allah’ın isimlerindendir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın kullarını3 ve her şeyi4 gözetim ve denetimi altında tuttuğu belirtilmektedir. Mutasavvıflar murakabeyi açıklarken yukarıda zikredilen ayetlere ve Hz. Peygamber’in ihsanı, “Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir” şeklinde tarif etmesine5 atıfta bulunurlar. Kul zahir ve batınının, dış ve iç aleminin sürekli biçimde Allah’ın gözetimi altında olduğunu ve kendisinin O’nun huzurunda bulunduğunu kesin şekilde bildiği zaman murakabe halini gerçekleştirmiş sayılır. Muhâsibî’ye göre aslolan kalple ilgili batıni murakabedir. Eğer bir kimse batınını murakabe ve ihlasla düzgün hale getirirse Allah da onun zahirini mücahede ve sünnete tabi olma haliyle süsler. Cüneyd-i Bağdadi, murakabenin hakikatine eren kişinin her an Rabbini düşünmesi gerektiğini söyler.*
* islamansiklopedisi.org.tr/’den yararlanılmıştır.
- Secde, 7
- Kehf, 18, 19
- Nisa, 1
- Ahzab, 52
- Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 1-7