Güncel

Kapı Kapı Davet Var!

Paylaş:

Davet; ümmet ağacına su götürme eylemidir. Hizmeti ayağa götürmek için varını yoğunu ortaya koymak için yola koyulmaktır. Davet; tevhidle şirk savaşında sabır zırhıyla hep bir adım ileri giderek, Allah’ın nizamını yeryüzünde hâkim kılma çabasıdır.

                Davet, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem Aleyhisselam’dan itibaren bütün peygamberlerin ve biz Müslümanların en önemli görevidir. Tarih boyunca bu görevi omuzlayanlar, insanların en seçkinleri, güçlü iradeye sahip olanları ve en fedakârları olmuştur. İslam’a davet ziyaretlerinin de öncüsü her şeyde olduğu gibi yine kutlu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem idi. Bu konuda Allah Rasulü’nün hayatında birçok hatıralar mevcuttur. Onlardan birisi şöyle gerçekleşir:

                Yahudi bir genç, Nebi’ye hizmet ederdi. Bir ara hastalandı, bunun üzerine Rasul-i Ekrem o genci ziyaret etti. Efendimiz gencin başucuna oturarak ona Müslüman olmasını teklif etti. Bunun üzerine gencin babası: “Oğlum Ebu’l Kasım’a itaat et” deyince genç Müslüman oldu. Rasul-i Ekrem hastanın yanından çıkınca:  “Şu genci cehennem azabından kurtaran Cenab-ı Hakka hamdu senalar olsun” buyurdu.1 

                Yapacağımız davet maksatlı hasta veya akraba ziyaretinin nelere gebe olduğunu bilemeyiz. Ayırt etmeden, dinler mi anlar mı acaba demeden, her nefes alıp verenin yanına gidip Allah’ın rahmet dokunuşlarından birini gerçekleştirmeliyiz.

                Toplumlar her zaman birilerinin itme kuvvetiyle harekete geçmiştir. Bir âlim veya bir dava adamı, yaşadığı toplumun ateşleyicisidir. Topluma ivme kazandıran dava erlerinin belki de en ateşlisi olarak bilinen Hz. İbrahim Aleyhisselam; iman, ibadet, cihad ve mücadelesiyle tüm İslâmî vecibeleri yaşayıp yerine getirdiği için Kur’an-ı Kerim’de ‘tek başına ümmet’ olarak nitelendirilmiştir.2

                Davet;  gelecek nesilleri kurtarma projesidir ve her bir davetçi bu projenin mimarıdır. Bu kutlu davanın yüce insanları olan ve hayatlarını davet çalışmalarıyla sürdüren ve sonlandıran sayıları az ama kıymeti çok olan dava erlerinin davet yolunda ne gibi fedakârlıklar yaptıklarına gelin birlikte şahitlik edelim.

                “Baba! Sen Kitap Yaz Ben De Onları Okuyacak Ve Yaşayacak İnsanlar Yazayım”

                İslam’ı anlatmak için birçok ziyaretler yapan Üstad Hasan el Benna’yı bir arkadaşının ağzından dinliyoruz: “Hasan El-Bennâ, otuz saat içinde dört faaliyete katılırdı. Zaman zaman ailesinden uzaklaşarak, iki ay taşrada hizmet ederdi. Gece konferansta, gündüz seferdeydi. Yirmi yılda Mısır’ın dört bin köyünden üç binini ziyaret etmiş ve davetini ulaştırmıştı. Üstâd El- Bennâ, Ben-i Şerif’te sabahlar, Bıba’da öğle namazını kılar, Vasıti’de akşam namazını kıldıktan sonra Kayyum’da gecelerdi. Yaptığı çalışma ve bu uğurda kat ettiği yol ömrünün 10’da 9’una denkti.”3

                Evet, Üstad El Benna “Baba! Sen kitap yaz ben de onları okuyacak ve yaşayacak insanlar yazayım” dediği gibi, babasının yazdığı kitapları yaşayacak yeni bir nesil yazdı.  İslam’a davet için hiçbir ayrım yapmayıp; köylü, şehirli fakir, zengin demeden her yere daveti götürmek için ziyaretler düzenlemiştir.

                Ziyaret ahlâkı davetçilerin vazgeçilmezi olmalıdır. Davetçi kardeşlerimiz, insanların kendilerini kabul edip etmeyeceğini düşünmemelidir. Hedefinde, yaşadığı şehirde ve hatta memleketinde girilmedik ev, tanışmadık insan bırakmamak olmalıdır. Nerede şirk ve günah varsa, o günahı ortadan kaldırmak için tüm gücümüzle mücadele etmeli, toplumun tabibi ve ilacı olmalıyız.

                Alparslan Kuytul Hocaefendi...

                Hizmetin daha ilk depreştiği, toprağı yarıp güneşe ulaşmak istediği yıllardı. Zorluk ve çile dolu zamanlar tek bir gencin omuzlarında yükseliyordu. Alparslan Kuytul Hocaefendi o yıllarda bütün imkânsızlıklara rağmen, imkânları yaratan Rabbine dayanarak yola çıkmıştı.

                Adana’da şiddetli yağmurların olduğu bir günde yine kapı kapı davet vardı… Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin yeni açılan mahalle grubuna akşam saatinde dersi olacaktı. Altında ne bir taksi ne bir motor vardı. Bu sancılı insanı hiçbir engel durduramıyordu. Hava yağmurluydu ama davet ulaşmazsa belki de rahmet yağmurları, azap yağmurlarına dönüşecekti… Hiç durmadan pedal çeviriyordu, çünkü o zamanlar tek ulaşım aracı bisikletti. Hedefine kilitlenmiş bir füze gibi yağmurları aşıp geçiyordu. O kadar çok hızlı pedal çeviriyordu ki; soğuk kış gününe rağmen kan ter içerisinde kalmıştı. Kulunun teri, Rabbinin rahmetiyle buluşmuştu tek vücutta... Onu kapıda karşılayan ev sahibi şaşkınlıktan şunu söylemişti: “Hocam, bu havada nasıl bu kadar terlediniz?” Çünkü bedeninden terle birlikte soğuktan ötürü buhar çıkıyordu.

                Yıl 2000… Muhterem Hocaefendi’nin talebelerinden olan bir hocamız yaşadığı bir anısını şöyle anlatıyor:  “Bir gençle beraber Hocamızı’n yanına ziyarete geldik. Yanımdaki genç, hocamızla tanışıp bazı sorular sormak istemişti. Hocamız o zaman bekardı ve yaşlı annesiyle birlikte yaşıyordu. Arkadaşım soru sordukça soruyor, hocamız ise sabırla dinleyip cevap veriyordu. Daha sonra Gaziantep’e dönmek üzere kalktık. Evinin tam tersi istikametinde olmasına rağmen arabasıyla bizi otogara kadar götürdü ve biletimizi de kendisi aldı. Üstelik cebimize de zorla harçlık koydu. Otobüse bindik ve aracın harekete geçmesini bekliyorduk. Bu arada Muhterem Hocamız da otobüs hareket edinceye kadar bekledi…  Hocamız için bir insan çok kıymetliydi, davaya bir kişinin daha kazanılması için her türlü fedakârlığı ve özveriyi gösterirdi.” Çünkü davet sadece İslam’ı anlatmak değil, İslam Medeniyeti’nin pratiğini insanlara gösterme fiilidir. İslam davetçileri, kendilerini unuttukları ölçüde var olmaya devam ederler.

                İslam’a davet ederken izlenecek metod önemli olduğu gibi, davetçinin insanları çeken manevi çekimi de o kadar önemlidir. Eğer davetçide sancı, fedakârlık, çile ve ihlâs olmaz ise anlattıkları havada kalacaktır. Bu örneklerde anlatılan ümmetin öncü şahsiyetleri ve anlatamadığımız diğer büyüklerimizin ortak özelliği, başkalarının kurtuluşu için yaşamaları ve her şeyi göze almalarıdır.

                İslam’a davet eden kardeşlerimiz, muhataplarının ayağına gitmeyi de gerekirse rahatını başkalarının rahatı için terk etmeyi de bilmelidir. Öyle bir hale gelmelidirler ki, acıdan kıvranan şu mazlum ümmetin acıları dinsin diye küffarın yitik elemanlarından daha fedakâr ve cefakâr olmalıdırlar.

                Rabbim, bizlere de ümmetin uyanışı için kapı kapı dolaşan ve bir cankurtaran gibi günah denizinde, şirk okyanusunda boğulmakta olan şu nesli iman bahçelerinde ağırlamak üzere kurtaran kullarından eylesin...

1-Tecrid: IV 349-350

2- Abdulcelil Candan,Ulemanın Gücü

3- El-Afânî, Salahu’l-Ümme, VI, 155