Başyazı

KUR'ÂN'IN KELÂMULLAH OLDUĞUNUN DELİLLERİ

Paylaş:

Mûcizelerle dolu kitabını göndererek hem hidayetin yolunu gösteren hem de imanımızı kuvvetlendiren Allah (c.c.)’a hamd, hidayet kaynağı Kur’ân’ı açıklamak için çok çileler çeken Rasûlüne salâtu selam ve Kur’ân’ı çağa sunup İslam Medeniyeti kurmaya çalışan kardeşlerime selam olsun.

Şu uçsuz bucaksız kâinatta insanı kılavuzsuz bırakmayıp kitap ve peygamber gönderen Allah(c.c.), gönderdiği kitap ve peygamberlerin doğruluğuna dair bir takım deliller ve mûcizeler de gönderdi. Tâ ki hakkı arayan insan tüm şüphelerinden kurtulup kâmil ve güçlü bir imana ulaşabilsin. Ve hakka uymayanların da kıyamet günü söyleyebileceği hiçbir haklı mazereti kalmasın. Bu din ve kitap herkese geldiği için herkesin anlayabileceği bir takım delillere de sahip olmalıydı. Onun için bu delillerin bir kısmı herkesin anlayabileceği hatta görebileceği kadar açık iken, bir kısmı ise ilim ve tefekkür ehlinin görebileceği ya da anlayabileceği şekilde gelmiştir.

Allah(c.c.), kitabının insan sözü olmadığını, olamayacağını, benzerinin getirilemeyeceğini söyleyerek tüm dünyaya meydan okudu.

Kur’ân’ın Kelâmullah olduğundan şüphe edenlere İsra suresinde: “De ki;  eğer bütün insan ve cin toplulukları, bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, onların bir kısmı bir kısmına destekçi bile olsa yine de onun bir benzerini getiremezler.1 

Tüm Kur’ân’ın mislini getirmeye gücü yetmeyenlere Hûd suresinde: “Yoksa onu kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki; “haydi siz, yalan üzere uydurulmuş olarak onun benzeri on sûre getirin ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.”2  

Buna da gücü yetmeyenlere Yunus sûresinde3 ve Bakara sûresinde: “Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphedeyseniz, bu durumda, siz de onun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın. Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kâfirler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının”4 buyurdu.

Bu meydan okumalara karşılık bu güne kadar bir sûresinin benzerinin yazılamaması hatta yazılmaya kalkışılmaması, Kur’ân’ın Kelâmullah olduğunun delillerindendir. Eğer bir sûresinin benzeri yazılabilseydi Kur’ân’ın iddiası çökecekti. Hatta yalnız iddiası değil davası da çöker ve Müslümanlar Kur’ân’ın davası uğrunda bu kadar mücadele vermez, Kur’ânî bir hayat yaşamaya çalışmazlardı. O durumda İslam düşmanlarının da, İslam ve Müslümanlarla savaşmalarına lüzum kalmazdı. Câhız ‘ın dediği gibi; ‘Muaraza-i bil hurûf mümkün olmadı, muharebe-i bi’s suyûfa mecbur oldular.’ Yani Kur’ân’a harflerle karşı koyamayıp, onun bir sûresinin bile benzerini getiremeyince Kur’ân’a ve Müslümanlara karşı kılıçlarla karşı koymak ve haçlı seferleri düzenlemek zorunda kaldılar. Hâlbuki Kur’ân’ın iddiası açıktı, onu yapabilselerdi asırlarca bizimle savaşmak zorunda kalmazlardı. Savaşı göze aldılar, Kur’ân’ın bir sûresinin benzerini yazmayı göze alamadılar. Onun yüksek edebiyatına, yüksek ahlâkına, medeniyetine ve bir kısmını açıklamaya başlayacağımız mûcizelerine ulaşamayacaklarını bildiler ve buna kalkışmadılar.

Kur’ân’ın mûcizelerini bazı âlimler üçe ayırmış ve

1- Geçmişten verdiği haberler,

2- Gelecekten verdiği haberler ,

3- Edebî mûcizeler, demişlerse de hakikatte Kur’ân’ın mûcizelerinin tamamını tespit etmek mümkün değildir. Çünkü her asırda yeni mûcizeleri ortaya çıkmakta ve Allah (c.c.) farklı âlimlere Kur’ân’ın diğer mûcizelerini keşfetmeyi nasip etmektedir.

1-Mesela Mısır âlimlerinden Muhammed Ebu Zehra Kur’ân-ı Kerim’in hukukunun bir mûcize olduğunu tespit etmiştir. Yani Kur’ân’ın hükümleri hem adâleti tesis etmekte, suçu ve kavgaları azaltmakta, nefsi terbiyeye yardımcı olmakta, hem de hükümler arasında mükemmel bir denge kurmaktadır. Beşer kanunlarında görünen adaletsizlikler, çelişki ve dengesizlikler Allah(c.c)’ın kanunlarında bulunmaz ve her hükmün bir hikmeti vardır. Kur’ân’ın ahkâmı dikkatle incelendiğinde insanı yaratandan geldiği anlaşılacaktır. Çünkü insanın fıtratına uygundur ve fıtratın derinliklerine hitap etmektedir. Hükümleri toplumda düzeni ve huzuru sağlar, insanı suç işlemekten korur ve men eder. Bu hükümleri indiren, insanı çok iyi tanımaktadır. Çünkü onu yaratmıştır. Kur’ân’ın buyurduğu gibi “Yaratan yarattığını bilmez mi hiç?”5 

İslam hukuku; alış-veriş, nikâh, talâk, miras, suçlara verilecek cezalar, devletlerarası hukuk, savaş-barış ve benzerî konularda açık seçik net esaslar tespit eder, benzer konuların farklarını ortaya koyar. İlerde anlaşmazlıklara yol açacak kapalı noktalara müsaade etmez. Ve insanlara hukukun mantığını ve ana esaslarını öğretir, duruma göre içtihad yapabilecek bir bilgiye ve kudrete ulaştırır.

Kur’ân’ın hukuku mûcize olduğu gibi kanaatimce Kur’ân’ın hareket metodu ve stratejisi, eğitim metodu ve stratejisi de onun mûcizelerindendir. Bu konu üzerinde daha sonra durmak üzere şimdilik bırakıyor ve Kur’ân’ın kâfirleri bile etkileyen o mucizevî üslubu, fesâhati ve belâgati ile başlamak istiyorum.

2- Kur’ân’ın indiği dönemdeki kâfirleri etkilemesi onun mûcizelerindendir. Allah Rasûlü (s.a.v.)’nü susturmak için aralarında mal toplayıp onu zengin yapma, en güzel kadınlarla evlendirme ve onu kralları yapma tekliflerinde bulunan Utbe b. Rebîa’ya Allah Rasûlü (s.a.v.), Fussilet sûresinin baş taraflarını okuduğu zaman Utbe b. Rebîa’nın yüzü değişmiş ve; “Ne olursun yeter, akrabalık aşkına daha fazla söyleme” deyip arkadaşlarının yanına gitmişti. Onu uzaktan görenler “Vallahi Utbe gittiğinden başka bir yüzle dönüyor” demişlerdi. Kendisine, “Ne oldu?” diye sorduklarında Utbe; “Öyle bir söz işittim ki vallahi onun benzerini asla işitmemiştim. Vallahi o ne şiirdir ne de kehânettir. Ey Kureyş topluluğu, bu adamı içinde bulunduğu durumda serbest bırakın, ona karışmayın. Vallahi, ondan işitmiş olduğum söz mutlaka meydana gelecektir. Şayet Araplar onu ele geçirip hakkından gelirlerse bir başkası sayesinde ondan kurtulmuş olursunuz. Şayet o Araplara üstün gelirse, onun hükümranlığı sizin hükümranlığınız, onun şerefi sizin şerefinizdir ve böylece siz insanların en mutluları olursunuz” dedi. Onlar ise  “Allah’a yemin olsun ki o diliyle (okuduğu Kur’ân ile) seni büyülemiş” dediler. Utbe; “Onun hakkında görüşüm budur” dedi.

Aynı şekilde Allah Rasûlü, Velid b. Muğıre’ye Kur’ân okuduğunda, etkilenmiş ve Peygamberimiz aleyhinde bir şey söylemesi istendiğinde; “Ben onun hakkında ne söyleyeyim? Vallahi içinizde şiirleri benden daha iyi bilen, nazım ve nesirleri benden daha iyi anlayan ve kâhinleri daha çok dinleyen yoktur. Vallahi onun söyledikleri hiç birine benzemez. Vallahi onun söylediği sözde bir tatlılık ve üstünde bir güzellik var. Yukarısı meyvelidir, aşağısı sağanak halinde yağan yağmurlar gibi gür ve iri danelidir. Hiç şüphe yoktur ki o, sonunda üste çıkacak ve hiçbir şey onu alt edemeyecektir, fakat o altındakileri ezecektir” dedi. Bu sözlerine rağmen daha sonra,  “Bu ancak etkili bir sihirdir” diyerek kavminin arasındaki yerini korumak istedi.6

3- Kur’ân aynı anda tüm seviyelere hitap eder ve bu onun mûcizelerindendir. Çünkü o sadece belirli bir kültür seviyesine hitap etmek için gelmemiştir. Temel mesajlarını hiçbir ilmî seviyesi olmayan birisi de anlarken, bir âlim o ayetlerden birçok ilmî sonuç elde edebilir. Herkes kendi seviyesince ondan istifade eder. Aynı cümleler âlimin de câhilin de ihtiyacını karşılar.

Kur’ân daha çok akla hitap ederken duygulara hitap etmeyi de ihmal etmez. Çünkü insan tek yönlü bir varlık değildir. Kur’ân itikadî veya amelî bir meseleyi açıklarken aynı anda insanın duygularını da harekete geçirir, bazen ağlatır. O sadece akla hitap eden, duyguları bilmeyen ve onu ihmal eden bir ideoloji değildir. Çünkü Kur’ân’ı gönderen, aklı ve o duyguları yaratandır.

4- Kur’ân’ın geçmişle ile ilgili verdiği haberler onun mûcizelerindendir. Çünkü bilim adamlarının yaptığı araştırmalar ve arkeolojik kazılar Kur’ân’ın verdiği haberlerin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Kur’an on binlerce yıl önce gerçekleşmiş olan Nûh (a.s.) tufanından bahseder ve bilim bunu doğrular. Bilimsel incelemeler binlerce yıl önce tüm dünyanın su altında kaldığını, suyun dağların zirvelerine çıktığını ispat eder.

Kur’an bazı kavimlerin azaba uğradığını haber verir ve rivayetler o kavimlerin yaşadığı bölgeleri bize bildirir. Bilim adamlarının o bölgelerde yaptığı araştırmalar ve kazılar oralarda bir çöküntünün meydana geldiğini ve azabın alametlerini ortaya koyar.

5- Kur’an, Firavun ve askerlerinin Kızıl Deniz’de boğulduğunu haber verdikten sonra “Bugün ise senden sonrakilere bir ayet (belge, ibret) olman için senin bedenini (çürümekten) kurtaracağız. Gerçekten insanların çoğu bizim ayetlerimizden gâfildirler.” 7 buyurur. 1881 yılında Kızıl Deniz’in Cebeleyin mevkiinde kıyıda yapılan arkeolojik kazılar esnasında çıplak ve secdeye kapanmış vaziyette bir erkek cesedi bulundu. Mumyalanmamış ve hiçbir kimyevî muamele yapılmamış olduğu halde ceset çürümemiş, etleri dökülmemiş hatta sararmış saçları ve sakalı dâhi hala durmaktadır. Üzerinde en son teknoloji olan karbon 14 yöntemi ile yapılan incelemede cesedin üç bin yıllık olduğu tespit edilmiştir. Yani Musa (a.s.)’nın yaşadığı dönem ve olayın gerçekleştiği yer. (Bütün tefsirlerde Firavun’un Kızıl Deniz’de boğulduğu kayıtlıdır.)

Günümüzden dokuz asır önce yaşamış olan Zemahşerî, tefsirinde; “Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız. Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış halde, çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.”8 der. Kur’ân’ın Firavun’un cesedinin tam olacağını bildirmesi onun mumyalanmamış durumda olacağını da ifade etmiş olmaktadır. Çünkü mumyalanmış cesetlerin iç organları eksiktir. Bu, Kur’ân’ın hem geçmişle ilgili mûcizevî bir haberi hem de gelecekle ilgili gaybî bir mûcizesidir. “Gelecek nesillere ibret olman için bedenini çürütmeyeceğiz” buyurması, gelecek nesillerin o cesedi çürümemiş olarak bulacaklarını ifade etmektir ve öyle de olmuştur. Ceset şu anda İngiltere’nin başkenti Londra’da British Müzesinde bulunmaktadır. Tarih uzmanlarının bile bilmediği ve bilemeyeceği böyle bir tafsilatı ve gaybî bilgiyi, okuma yazma bile bilmeyen Hz. Muhammed (s.a.v.)’in kendiliğinden bilmesi mümkünmüdür? Bu, Kur’ân’ın Kelâmullah olduğunun delilidir.

Konuya devam etmek dileğiyle…