Kapak

Rabbani Metoda Uymamanın Müslümanlara Kaybettirdikleri

Paylaş:

RABBANİ METODA UYMAMANIN MÜSLÜMANLARA KAYBETTİRDİKLERİ

Dergimizde metoda dair pek çok yazı yazıldı ancak bu yazı metodu anlatan bir yazı değil. Belki malumun i’lamı da sayılabilecek, bir durumu izah yazısı. Veya bazı hareketlerin vardığı noktayı tahlil yazısı.

Genel olarak İslam dünyasında, özelde de Türkiye’de tarihi günleri yaşıyoruz. Rabbanî metodun gerekliliğini bıkıp usanmadan vurgulayanlar, hatta haykıranlar haklı çıktı. Rabbanî olmayan ve de İslami anlamda gayr-ı meşrû sayılabilecek yolları tatbik edenlerin akıbetleri de aleni olarak ortaya çıktı.

Ne oldu? Aslında çok şey oldu; hatta neler olmadı ki? Allah Azze ve Celle çok kısa bir zaman içerisinde gayr-ı meşrû metodların işi nereye kadar götürebileceğini, iman, izan, vicdan sahibi Müslümanların gözlerinin önüne serdi. İslam’a göre yanlış olan yolları tatbik eden hareketlerin durumları izhar oldu ve ‘bu yollar çıkmaz sokak, bu yollar uçurum, bu yollar bize yıllarımızı kaybettirir’ diyenlerin sözleri tescillendi. Kur’an haklı çıktı Rabbanî yolu takip edip beşerî yolları eleştirenler haklı çıktı, yani haklı çıktık. Haklılığımızı ise, bu yanlış yolların mensuplarının bizzat kendileri ispat etti.

              

ÖZETLE, NELER OLDU HATIRLAYALIM…

GÜLEN HAREKETİ

Son 60 yıldır Türkiye’de, 1980’li yıllardan itibaren de dünyanın çeşitli yerlerinde İslamî hizmet yaptığını söyleyen Gülen hareketinin, tüm projesi ve argümanları adeta çöktü. Temelsiz bir apartmanın çöküşü gibi büyük bir gürültüyle… Peki, bu hareketin (hareket olup olmadığı da tartışmalıdır ama öyle farz edelim) gayr-ı meşru diye sıfat verdiğimiz metodu, projesi neydi? Projenin ana hedefi, devletin önemli odaklarında özellikle de askeriyede, adliyede, emniyette güçlenmek. Bu şekilde devlete hâkim olmak. Bu ideali gerçekleştirirken her türlü yolu kullandılar, her türlü tavizi - takiyye diyerek - vermekten kaçınmadılar. Yurt dışı çalışmalarında bir araya geldikleri insanlara Tevhidi anlatmadıkları gibi, garip bir biçimde teslisi (dinlerarası diyalog ve ‘amentüde müttefikiz’ fecaatleriyle) adeta meşrulaştırmaya çalıştılar. Türkiye’de ise ‘furuat’ fetvaları ve Türkçe olimpiyatlarındaki gayr-ı İslami uygulamalarla haramlar adeta helal hale getirildi. Sadece zenginlere ve makam sahiplerine verilen önem ve zengince yaşam tarzı ile ‘Müslüman burjuva’ denilen elit bir kesim oluşturularak halkın ekseriyetinden uzaklaşıldı. Gayenin-hedefin ve yöntemin temelden meşruiyetten yoksun olduğu bu yapı, aslında ana hedeflerini bir bir gerçekleştirdi. Hâkim olmak istediği her yerde olabildiğince hâkim oldu ama sonuç hüsrandan öteye gidemedi. Kapalı kapılar ardındaki oyun kurucular sonuca ulaşmalarına müsaade etmedi. Dost gibi görünen, hakikatte İslam’a düşman olan destekçileri desteğini çekti; dost tarafında da bir kitlesel destekçileri olmadı, Allah’ın meşru görmediği yolla hareket edildiğinden Allah’ın yardımı da gelmedi, böylece yenilgi kaçınılmaz oldu. Yenildiler ancak bundan daha vahimi milyonlarca insan bu yenilgiden etkilendi. Kimisi canıyla imtihanlara girdi, kimisi maddi, kimisi - dinden soğuyarak - manevi imtihanlarla boğuştu, ya kazandı, ya kaybetti. Hasılı Türkiye’nin en büyük cemaati, mensupları, sempatizanları, hatta yanından geçenleriyle beraber, karanlık bir bahane öne sürülerek yok olma noktasına getirildi. 

 

PARTİ

Peki, parti hareketi nasıl bu noktaya geldi. Onların hikâyesinin başlangıcı daha idealisttir. Bu ülkede 60 yıla yakın süredir, demokrasi yöntemiyle başa geçip İslam’ı hâkim kılma düşüncesi vardır. Bu yöntemle hareket edenlerin ilk temsilcileri her ne kadar bazı tavizler verseler de, idealleri İslam olan samimi insanlardı. Ancak yıllar sonra onlardan kopup ayrı bir siyasal yapıya dönüşenler, daha büyük tavizler vermeye başladılar ve sonuçta Batı’nın, ‘Ilımlı İslam’ projesinin siyasal kanadı haline dönüştüler. İktidarda bulundukları 20 yılda başörtüsü sorunu ve İmam Hatiplerin önünün açılmasının ötesinde İslam namına bir şey yapılmadı. Ancak İslam’ın cevaz vermediği pek çok şey yapıldı. Bu gayr-ı İslami yöntemin tatbik edicileri, envai çeşit konuda tavizler verdiler. Burada bunları tek tek anlatmak mümkün değil, yüzlerce meselede belki milyonlarca harama imzalar atıldı. Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesine, hem Irak Savaşı esnasında (İncirlik’ten uçaklarla mühimmat vs. taşınmasına verilen izinlerle) hem de Arap Baharı denilen ayaklanmalar esnasında gizli-açık destekler verildi. Böylece Irak’ta 1,5 milyonun, Suriye’de yüz binlerin ölümünde ve Ortadoğu’nun tarumar olup diktatörleri dahi arar duruma gelmesinde, iç savaşların- fitnelerin ayyuka çıkmasında maalesef dolaylı da olsa pay sahibi olundu.

Son olarak, MGK kararı ile cemaatleri bitirme projesi ve bu projenin hayata geçirilmesiyle, İslami hareketlerin önü kapatılmaya başlandı. Bu süreç Vakfımızla ilgili olarak, konferansların engellenmesiyle başladı. 15 Temmuz da bahane edilerek İslami çalışmalara büyük bir operasyon çekildi. 1500’e yakın vakıf-dernek, yüzlerce okul, sendikalar, hastaneler kapatıldı. 31 Ocak 2018 operasyonuyla da Furkan Vakfı, şubeleri ve kendine yakın derneklerle beraber kayyuma devredildi (fiilen kapatıldı). Oysa devletin başında İslami duyarlılığı olduğunu iddia edenler vardı… Öyle fecaat durumlar yaşandı ki devletin İçişleri Bakanı, Furkan Vakfına cephe alarak: ‘Ben gece-gündüz bunlarla uğraşıyorum’ dedi. Artık bu siyasal hareket, faydadan çok zarar vermeye başladığını gösterdi. Nispî faydasının yanında, muazzam zararı giderek arttı. Ancak siyaset mühendisliğini çok mahir bir şekilde sergileyen bu hareket, başörtüsü serbestiyeti gibi (başörtüsünü bile herhangi bir kanuna dayalı serbest yapmadı) hizmetlerle halkın ağzına bir parmak bal sürerek, bir batman balı heder etmekte ve bu ziyanı da çok ustaca gizlemekteydi. Bugün gelinen noktada, İslam namına bir fayda elde etmek şöyle dursun, var olan kazanımlarımız dahi elimizden alınmaya başlandı. Büyük oyunun gerçek kurucuları, Müslüman’ın eliyle İslami cemaatlere zarar verilmesini sağlayarak, gelecek tepkileri de asgari düzeye indirmeyi başardı.               

VE RADİKALLER…

80’lerden sonra palazlanan radikaller, 2000’li yıllara gelindiğinde bölük pörçük olduklarından ve geneli de cemaatsiz olduğundan dolayı kısa sürede adeta eridi. ‘İfrat tefriti doğurur’ gerçeği zuhur etti ve radikaller ılımlılaştı. Geçmişte savundukları idealleri bir bir bıraktılar. Öyle detaylarda değil, ana meselelerde rüzgârın önündeki yaprak gibi savruldular. Çoğu ‘partici’ oldu. Aslında bunun adına ‘menfaatçi’ de diyebiliriz. Çünkü bugün birçok insana göre siyasal iktidara yakın olmak, dünyevi anlamda istikbalini garantiye almak demek.  ‘İslam’ı hâkim kılma ideali, dünya metaına karşılık satıldı. Allah yolunda şehit olmayı arzulayanlar, bırakın canını malını vermeyi, mal-makam uğruna her türlü tavizi verdiler, verenlere destek oldular. 

BÖYLE OLACAĞINI BİLİYORDUK

Hiç söylemek istemediğimiz bir sözü söylemek zorunda kalıyoruz: ‘Böyle olacağını biliyorduk…’ Ve aslında müneccim de değiliz, hatta bilmemiz basiretimizden de kaynaklanmadı. Çünkü Kur’an bütün yolu gösterdi ve mesajı açıkça verdi: Allah’ın gitmemizi, tatbik etmemizi istediği Rabbani yolun dışındaki yollardan gayrısı çıkmaz sokak, gayrısı uçurum, gayrısı çöküş, iflas, külliyen zarar.  Proje yapmada mahir olan küfür güçleri, az da olsa İslami şuuru olan insanlarımızı kitleler halinde gayrı İslami olan metotların peşinden sürüklediler. Bu yollara insanımızı mecbur ettiler... Mecbur değiliz! İslam dininin kendini hâkim kılma yolu yokmuş gibi, bu din aciz bir dinmiş gibi, beşeri yöntemlere mecbur ettiler… Mecbur değiliz! Dinin metodu, dinin kendindendir. Aksi halde din nakıs olurdu. Oysa İslam, ekmel olan dindir.

YANLIŞ METODLAR TUZAKTIR

Biz Rabbani metodun takipçileri, kafamızın veya nefsimizin yönlendirmesiyle hareket edip gayr-ı meşrû metotlara tevessül etmedik, haddimizi bildik. Görevimizin metod uydurmak değil, var olan dosdoğru yolu takip etmek olduğunu biliyoruz. Tüm peygamberlerin gittiği bu tecrübî yolu takip ettiğimiz takdirde, dünya-ahiret hayırlı bir akıbete ulaşabileceğimizi ümit ediyoruz. Şu bilinmelidir ki yanlış metotlar Müslümanlara kurulmuş tuzaklardır. Bu tuzaklar vesilesiyle doğru yola tevessül ve bu yolu takip edenlerin güçlenmesi engellenmeye çalışılmaktadır. Tüm bu uyduruk tuzaklara karşı, Rabbani yolun takipçileri, sabrı ve ümidi kuvvetlendirecek şu ayet-i kerimeyi aklından çıkarmamalıdır: ‘Onlar bir tuzak kurarlar, Allah da bir tuzak(plan) kurar. Allah plan kurucuların en hayırlısıdır.’1 Allah’ın planı hem gösterdiği yol hem de yardımıdır. Gösterdiği yolu takip ediyoruz ve yardımını da bekliyoruz. Umuyoruz ki Rabbimiz, Rabbin davasını Rabbin istediği yolla hâkim kılmaya çalışan Rabbanilerin yardımcısı olacaktır.

* Bu yazımızda sebeplerden çok sonuçları yazmayı hedefledim. Dergimiz, gerek metodun anlatıldığı yazılarla gerekse de siyasi makaleler vasıtasıyla, sebepleri birçok sayıda ortaya koydu. Dolayısıyla bu defa sebeplere çok az değinerek sonuçlar üzerinde bir değerlendirme yapmayı gerekli gördük.  Zaten sebepler, çok daha uzun boylu anlatılmayı gerekli kılan konular ihtiva etmektedir.

  1. Enfal, 30