Öncü Kalemler

Rabbim Allah Dedikleri İçin…

Paylaş:

Hava, sisli ve buğulu Urumçi’nin semalarında ve arzında yaşlı bir adam. Ağır adımlarla yürüyor ve selam veriyor karşısına çıkan tanıdıklarına kısık bir sesle. Karşısındakininse sesinden değil de dudak hareketlerinden anlıyor aldığını selamını… Üzerinde bir ağırlık var. Havanın gerginliğinden değil, ülkenin atmosferinden. O’nun dünyasında O’nun istediği gibi yaşamasına izin vermeyen zalimin hakimiyetinden. Yetmiş yıl boyunca şahit olduğu zulümlerden ve yaşadığı acılardan... Bir zamanlar bağrında İslam’ı yaşatmış olan ülkesinin geldiği bu durum canını acıtıyor. Milletini düşünüyor. Yüzü gülmemiş, bir an olsun unutmamış milletinin, ümmetinin halini.

Doğu Türkistan… Halkının her biri hüznü barındırıyor bağrında…

Okul sıralarında bir çocuk, Muhammed… Yıllar evvel toplama kampına götürülen babasından haberi yok. Evde öğrendiği din ile okulda empoze edilen öğretilerin karşılaştırmasını yapıyor sürekli. Her sabah Çinli öğrencilerden önce gidip temizlik yapıyor okulda, Çin marşlarını okuyor zorla ve o öğretileri tekrarlıyor. Annesine anlatıyor yaşadıklarını okul dönüşünde, sebebini soruyor. “Müslüman olduğumuz için yavrum” cevabını alıyor. Müslüman olduğumuz için…

Vatanından uzak bir Uygur genci, Muhlise… 18 yaşında abisinin üniversiteden aldığı bir davet gerekçesiyle çıkabiliyor ülke dışına. Babası abisine emanet etmiş onu. Ve “kurtaracaksınız kendinizi, dininizi öğreneceksiniz, okuyacaksınız” temkinleriyle göndermiş yıllar önce. Muhlise okumuş, mesleğini edinmiş ve yuvasını kurmuş. Ancak bir yanı hep eksik. Zarar görmesinler diye yıllarca iletişime geçememiş ailesiyle, evlendiğini dahi haber edememiş. Rumuzla kullandığı bir uygulama üzerinden haberdar olabiliyor sadece ailesinden. Bir gün abisi arıyor onu. Telefona, haberlere bakmasını söylüyor iyi olmayan bir sesle. Yangın çıkmış ailesinin yaşadığı apartmanda ve Çin’in kilitlediği kapılar ardında çaresizce vermişler canlarını. Ve annesi ve dört kardeşinin fotoğrafını yangında ölenler arasında görüyor. Ateş düşüyor yüreğine, dengesi sarsılıyor. Nasıl başa çıkılır böyle bir acıyla? Annesinin, küçücük kardeşlerinin nefessiz kaldığı anları düşünürken nasıl nefes alabilir…

Toplama kampında bir kadın, Fatıma… Elleri ayakları zincirlere bağlı. Sabit, tek bir konumdan duvarı izliyor. Karanlık duvarı zihnindeki yaşanmışlıklar daha da karartıyor. Günlerce susuz bırakılışını düşünüyor. Çırılçıplak bırakıldığı anları, işittiği hakaretleri… Diğer Uygur kadınlardan dinlediklerini hatırlıyor. Ağır işkencelere maruz bırakılanları, hamileliğinin son ayında kürtajla bebeği düşürülenleri, kendisine muhtaç çocuğu zorla elinden alınanları. İzzetli Müslüman kadınların kirletilen ırzlarını ve kaç kez ölümü istediğini.

Çocuklar Komünist öğretilerin dayatıldığı sıralarda büyüyor Doğu Türkistan’da. Müslümanca yaşamak adeta imkansızlaştırılıyor. İslam’a dair en ufak bir iz karşılığında büyük cezalar getiriliyor. Ve akıl almaz işkencelerin merkezi olan toplama kamplarında gördükleri akıl ötesi zulümler karşısında ağlamak bile ceza gerektiriyor. Genç kızlar kısırlaştırılıyor, 40-50 kişi küçücük bir odaya hapsediliyor ve Çin fabrikalarında işçi olarak kullanılıyor Uygurlar.

Bu portre, paramparça İslam aleminin birinden sadece. Filistin, Arakan, Afganistan, Myanmar, Suriye ve sayamadığımız niceleri, oralara hiç girmedik. Bir zamanlar halklar için kurtarıcı bir ışık rolünde olan İslam dünyası, bugün kendi yarasına merhem olamıyor…

Değişen ne? İslam dünyası neden hâkim rolünü bu sahneyle değiştirdi? Cevabını aramamız gereken soru bu olmalıdır. İslam aynı İslam, değişmedi. O halde biz değiştik, Kur’an’a bakışımız değişti, Kur’an’ın kazandırdığı ahlaki meziyetler yok oldu Müslüman şahsiyetinde. Sonra bu üstünlük duygusunu kaybettik, kafiri üstün gördük, karşısında küçüldükçe küçüldük. Birkaç maddi ilerlemeyi gözümüzde büyütüp manevi değerlerimizi göz ardı ettik ve sonuç kardeşimize el uzatamadığımız bu vaziyet...

Bilgi, kişiye sorumluluk yükler. Hele ki gözler önünde yaşanan bir soykırım insanlığı büyük bir vebal altına almıştır. Bu sahnelere rağmen duyarsızca hayata devam etmek insanlığa, bilhassa Müslüman ahlakına sığmaz. Müslüman sorumludur, onurludur. Kardeşini zalime teslim etmez. Ve rahatın içerisinde de olsa kardeşi acı çekerken o da acı içindedir. Dinse din, milletse millet. Doğu Türkistan gözlerimizin önünde yok oluşa sürüklenmekte…

“Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan.

Hey sıkılmaz, ağlamazsan; bari gülmekten utan!”

Mehmet Akif ERSOY