Hamd; bize kitabıyla metod ve strateji öğreterek Müslümanları gereksiz tehlikelerden kurtarmak isteyen Allah Azze ve Celle’ye, Salât-u selam; Kur’an’ın metod ve stratejisini uygulayarak en güzel örneği ortaya koyan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam; Kur’an ve Sünnet’e tabi olan Müslümanlara olsun.
Kıymetli kardeşlerim! Bildiğiniz gibi 2011 yılının Mart ayında Suriye’de olaylar başladığından beri bu işin yanlış başladığını, başarılı olabilmek için gerekli şartlar oluşturulmadan harekete geçildiğini, hesaba katılması gereken şeylerin hesaba katılmadığını, bunun sonucunda Suriye halkının çok zayiat vereceğini ve bu hareketin sonuca ulaşamayacağını ifade ediyorum. Bu yüzden bazı kimseler “Beşşar taraftarı mısınız? Cihada karşı mısınız?” gibi sözler bile söylediler. Ben Kur’an-ı Kerim’in gösterdiği hareket metodu ve stratejiye dayanarak doğruyu söylemeye devam ettim. Şimdi gelinen noktada doğru olanın hangisi olduğu ortaya çıkmıştır. Keşke bu hesapsız hareket başarılı olsaydı da ben haksız çıksaydım. Keşke bu hareket muvaffak olsaydı da yüzbinlerce şehit verilmeseydi. Keşke on binlerce çocuk ölmeseydi, keşke on binlercesi yetim ve öksüz kalmasaydı, keşke Suriye yerle bir olmasaydı, keşke on milyon Suriyeli mülteci durumuna düşmeseydi, keşke binlercesi denizde boğulmasaydı, keşke Suriye halkı o zalimden kurtulsaydı da ben haksız çıksaydım. “Hata etmişim, demek ki böyle de olurmuş, sünnetullahı yanlış teşhis etmişim” derdim olur biterdi. Ancak sünnetullah; her zaman geçerli olduğunu, değişmeyeceğini, gerekli tedbirler alınmadan ve toplum değişmeden Allah Azze ve Celle’nin zafer vermeyeceğini bir kez daha gösterdi. Allah Azze ve Celle, bizi toplumlarla ilgili koyduğu sünnetlerine uymadığımızda toplumsal değişimi başaramayacağımız hususunda uyarmış ve “Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirinceye kadar, bir toplulukta olanı değiştirmez.”1 buyurmuştu.
Olay şudur: Dağılmış olan ümmetin her bir parçasında uyanış başlamıştır ve kâfirler bunu durduramamaktadırlar. Onun için bu hareketleri olgunlaşmadan ve büyümeden erken doğuma zorlamaktadırlar. İleride olacak olan gerçek İslam devrimlerini engellemek için sahte devrimler başlattılar. Afganistan, Irak, Libya, Suriye gibi ülkelerde çatışmalar başlatıp İslamcı gençleri buralara çekerek imha etme yoluna gittiler. Devletlerin istihbarat örgütleri kendi içindeki İslamcılardan kurtulmak için saf gençleri cihad adı altında buralara götürdüler ve çatışma bölgelerinde yok ettiler. Kendilerince büyük bir temizlik yaptılar. Arap baharı denilen bu kanlı ve sahte bahar hem bunun için başlatıldı hem de Ortadoğu devletlerinin bölünmesi, küçültülmesi ve Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesi için. Böylece Irak, Suriye, Türkiye ve İran, İsrail için tehdit olmaktan çıkacak ve İsrail’in güvenliği kesin olarak sağlanmış olacak. Ayrıca ABD ve Rusya’ya bağlı olacak olan küçük kukla devletler kurulmuş olacak. Bunlara ilaveten Amerika biraz daha bölgeye yerleşecek, Müslümanlara gözdağı verecek, İslam’ı ve Müslümanları ılımlı hale getirecek, ılımlı cemaatleri destekleyip batı medeniyetini reddeden ve İslam Medeniyeti’ni isteyen tevhidî hareketleri bitirmeye çalışacak. Plan bu.
Amerika Büyük Ortadoğu Projesi’nin Irak bölümünde daha çok kendisi ön planda olduğu halde projenin Suriye kısmında Türkiye’yi öne çıkardı. Suriye’nin arkasında olan Çin, Rusya, İran, Irak, Lübnan… gibi devletlerle karşı karşıya gelmemek için. Dönemin ABD Dış İşleri Bakanı Clinton, Suriye meselesinde görevin Türkiye’ye verildiğini açıkça ifade etmişti. Türkiye bölgesel güç olabilme adına bu görevi kabul etti ve olayların başlamasına yardım etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu işin kısa zamanda biteceğine, kimsenin Beşşar Esed’e yardım etmeyeceğine ve hemen devrileceğine o kadar inanmış veya Amerika tarafından o kadar inandırılmıştı ki olayların başladığı ilk zamanlarda “Kısa bir süre sonra Şam’daki tarihî Emevî Camiinde Cuma namazı kılacağız” diyordu. Üzerinden 4-5 yıl geçtiği halde hâlâ kılamadı ve izlenen basiretsiz politikalar yüzünden belki de Emevî Cami diye bir cami kalmadı. Türk hükümeti bu işe girerken ne Amerika’nın bizi ve Suriye’yi satıp yolun ortasında bırakacağını ve gerçek projesini bize söylemeyeceğini düşündü ne de Suriye halkının İslamî bilinç seviyesinin ve birlik ve beraberliğinin hiç olmadığını. Suriye’de 1982 Hama Katliamı’ndan sonra ne cemaat kalmıştı ne de faaliyet. Ne lider vardı ne kadro. Hiçbir şey düşünülmedi ve kendisini bölgesel hatta küresel güç görmeye başlayan Türkiye, bu işi başarabileceğini zannetti. Suriye’nin müttefikleri olan Rusya, İran, Irak, Çin ve Lübnan gibi devletlerin Beşşar Esed’i yalnız bırakmayacakları da hesap edilemedi.
Daha çok Müslümanın ölmesi, Suriye’nin bölünmesi ve kendisinden yardım istenmesi için ABD 4-5 yıldır olayları seyretti hatta tahrik etti. Irak’tan çekilirken arkasında DAİŞ diye bir silahlı örgüt bıraktı ve bu örgüt Irak’ın ve Suriye’nin büyük bölümünü ele geçirdi. Amerika, Suriye ile ilgili planlarını şimdi böyle örgütlerle gerçekleştirmeye başladı. NATO ve BM olaylara seyirci ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg birkaç gün önce 08. 12. 2015 tarihinde yaptığı açıklamada: “Bu savaşta Müslümanlar ön cephede. Kurbanların çoğu Müslüman ve IŞİD’e karşı savaşanların çoğu da Müslüman. Bu mücadeleyi Müslümanlar için yürütemeyiz.” dedi. NATO ve bütün batılı güçler olaya böyle bakarken Müslümanlar böyle bakamadı ve “Sizin projelerinizi gerçekleştirmek için ölmeyeceğiz” diyemediler.
Esed gitse bile yerine gelecek olan yine Laik ve batıcı bir idare olacağına göre İslamcılar neden ve ne için ölmektedirler? Bırakalım kurulacak olan yeni nizamda kimler hâkim olacaksa onlar ölsün. Bu savaş İslamcıların savaşı değildir. Çünkü ortada ne cemaat var ne lider ve ne de İslamî bir proje. Müslümanlar Allah için savaşırken aslında büyük güçlerin planlarını gerçekleştirdiklerini anlamıyorlar. Müslümanlar ölmeyi biliyorlar ama siyaset ve strateji bilmiyorlar.
Amerika’nın seyirci kaldığını, Türkiye’nin bir şey yapamadığını, DAİŞ diye çok güçlendirilmiş ve görevlendirilmiş bir örgütün devreye sokulduğunu, Rusya’nın savaşa dâhil olduğunu ve Akdeniz’in bütün büyük devletlerin savaş gemileri ile dolduğunu, aç kurtların Suriye sofrasından kendi paylarına düşeni almaya geldiklerini görünce, anlamaya ve geri çekilmeye başladılar. Muhalifler Humus’u Esed güçlerine teslim edip İdlib’e çekildiler. Ben yıllar evvel “Bu iş yanlış başladı, zafer mümkün değil, yapılacak şey zehir içmek ve geri çekilmektir” dediğimde beni tenkit edenler bugün muhaliflerin zehir içerek Humus’u teslim ettiklerini gördüklerinde ne dediler acaba? Bu zehir yıllar evvel içilseydi bu kadar zayiat olmasaydı, emperyalist aç kurtlar Suriye’ye üşüşemeseydi daha iyi olmaz mıydı?
Keşke aldanan sadece Suriye halkı olsaydı. Türk hükümeti de aldandı ve dünyanın en kanlı ve sinsi projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin içinde yer aldı ve hatta kendini BOP’un eş başkanı zannetti. 4 Mart 2006’da Başbakan Tayyip Erdoğan: AKP Bayrampaşa ilçe kongresinde: “Türkiye’nin orta doğuda bir görevi var. Nedir o görev? Biz geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin eş başkanlarından bir tanesiyiz ve bu görevi yapıyoruz.” dedi. Daha sonra 13 Ocak 2009’da AKP Grup Toplantısı’nda: “BOP’un amaçları bellidir. Bu amaçların içerisinde Türkiye’nin üstlendiği görev de bellidir. BOP, Ortadoğu barışına yönelik olarak kurulmuş ve ekonomik kalkınmasına, özgürlüğe, kadın haklarına, eğitim özgürlüğüne yönelik olarak kurulmuş ve atılmış bir adımdır ve burada Türkiye’ye de bir görev verildi. Biz bu görevi üstlendik.” dedi. Başbakan Erdoğan, bu cinayet ve katliam projesinin özgürlük ve kalkınma için olduğuna, ABD’nin Müslümanlar ve Ortadoğu için trilyonlarca dolar harcayıp binlerce askerini feda edeceğine inandı. Bir ülkenin başbakanı başka bir ülkenin projesine nasıl bu kadar inanabilir ve onlardan görev alabilir? Bize bu projede eş başkanlık verilseydi herhalde Irak ve Suriye’nin bu hale gelmesini istemez ve izin vermezdik. Amerika bizi hiçbir zaman bu büyük projeye eş başkan yapmadı. Bize “eş günahkârlık makamı” verildi ve Amerika’ya her türlü yardımı yaparak Irak’taki bütün zulüm ve katliamlara ortak olduk. 1,5-2 milyon Müslüman Iraklının ölümüne, on binlerce Müslüman kadının namusunun kirletilmesine, 4 milyon çocuğun yetim kalmasına, Irak’ın enkaza dönmesine yardım ettik.
Bundan ders almadık, Amerika’ya güvenmeye devam ettik ve Suriye’de olayların başlamasına yardım ettik hatta silah gönderdik. Yarım milyona yakın Suriyeli Müslümanın ölmesine ve Suriye’nin bu hale gelmesine sebep olduk. Hükümetin izlediği dış politika Irak’a, Suriye’ye, tüm Ortadoğu’ya ve tüm Müslümanlara korkunç zararlar verdi. Şimdi sıra Türkiye’ye geldi. Rus uçağını da düşürerek Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye benzemesinin önü açıldı. Bu kabadayıca davranışın sonunda Türkiye’de ekonomik ve siyasî kriz derinleşecek, Rusya uçağının düşürülmesine karşılık silahlı örgütleri mutlaka destekleyecek ve Türkiye’den intikam almak isteyecektir. Daha şimdiden birçok il ve ilçemiz Suriye’ye benzedi, çatışmalar şiddetlendi ve halk göçe başladı. Devlet ilk kez memur ve öğretmenlerini bölgeyi terk etmeye çağırdı… Yavaş yavaş Suriye oluyoruz. Görünen o ki Irak ve Suriye’deki günahlarımızın kefaretini ödemenin vakti geldi. Kur’an-ı Kerim “(Ey Rabbimiz!)İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi de helak edecek misin?”2 buyurur. Allah suçsuz olanları korusun.
1- Rad, 11
2- Araf, 155