Kapak

Tüm Zamanların Kurtuluş Reçetesi İslam

Paylaş:

İnsanı yaratan Allah Azze ve Celle, ona hayatı boyunca nasıl yaşaması ve neleri yapması gerektiğini gönderdiği dini ile bildirmiştir. Tâ ki insan şuursuzca davranıp yaratılış gayesine uymayan davranışlarda bulunmasın, yeryüzündeki görevine odaklanabilsin, hem dünyasını hem de âhiretini heba etmesin.

                Ancak insan zaman içerisinde yaratılış gayesini unutmuş, kurtuluşu başka mecralarda aramaya koyulmuş, hem dünyasını hem de âhiretini berbat etmiştir. İnsanlığın cehaletin karanlığına gömüldüğü anlarda Allah Celle Celaluhu, insana vazifesini hatırlatacak elçiler göndermiştir. Fakat insanların az bir kısmı elçilere iman etmiş, büyük bir kısmı ise inkâr etmiş hatta iman edenlerle mücadele etmişlerdir. Süreç içerisinde bazen İslam ve imanın aydınlattığı parlak dönemler, çoğu zaman da küfrün ve câhiliyenin kararttığı karanlık dönemler birbirini takip etmiştir. Tarihin seyri içerisinde insanlık adına bugün gelinen nokta, Üstad Seyyid Kutub’un ifadesiyle “uçurumun kenarı” olmuştur.

                Hakikaten insanlık bir uçurumun kenarında ya da ateşin etrafındaki pervane kelebekleri gibi ateşe atlamaya hazır haldedir. Kendisini “Allah’ın yeryüzünde halifesi” yapan değerlere sarılıp yükseleceği yerde, nefis, şeytan ve çevreden (olumsuz çevre ve arkadaşlardan) oluşan şer girdabında aşağıların aşağısı olmaya doğru yol almaktadır. Bu çıkmazdan kurtuluşun reçetesi elinde olduğu halde insanlığın durumunun böyle olması içler acısıdır.

                İslam’ın hâkim olduğu devirlerde özelde İslam âlemi genelde de tüm insanlık rahat bir nefes almış, dünyada refah ve adalet hüküm sürmüştür. Ancak Müslümanların gerilemesiyle dünyaya hâkim olan Avrupa ve onun ürettiği çağdaş (!) “Batı Kültürü” dünyayı adaletsizliğe, anarşiye, savaşlara götürürken, insanlığı da uçuruma sürüklemiştir.

                Var olan kurtuluş reçetesine sarılmayıp kendileri reçete üretmeye çalışanlar, insanlığın hastalıklarına çare olamamış, tam aksine insanlığı daha birçok farklı hastalıkların (modernizm ve bilimum izmlerin) pençesine düşürmüşlerdir.

                SANAYİ DEVRİMİ VE SONUÇLARI

                Sanayi devrimi ve onunla birlikte oluşturulan Yeni Dünya Düzeni’nde batı, doğuyu ürettiği sanayi ürünleri için bir pazar olarak görmüş, tüketime alıştırmak için onlara Medeniyet adı altında Modernizm’i empoze etmiştir. Bunu başarabilmek için ise o toplumların dinlerini hedef almıştır. Çünkü din olgusu bir topluma kendine özgü kişilik kazandırır. Bütün bir zihniyet olarak din, tarih, kültür, düşünce, sanat ve edebiyat bir toplumun kişiliğini belirlediğinden bunların hepsi yıkılmalıdır ki bu toplumlar sömürüye hazır hâle gelebilsinler. Merhum Ali Şeriati’nin işaret ettiği gibi: “Batı uygarlığı ürettiği sanayi ürünlerini satabilmek için toplumun tüketim algısını değiştirmekle bunu başarabileceklerini biliyorlardı... Artık Afrika, Afrikalı’nın bir yabanî olduğuna inanmalı, dolayısıyla medenîleşmeye sürüklenmeli ve kaderinin çizilmesi için kendini Avrupalının kollarına bırakmalıdır. Sonuçta, Avrupalı olmayanlar modernleştikleri düşüncesiyle mutluyken, Avrupalı kapitalist ve burjuva, artık ürününün tüketicisi yapabildiğinden kölelerine gülümsemektedir.”1

                Bilimin “put,” teknolojinin ve modernizmin “din” olarak algılandığı çağdaş (!) Batı Uygarlığı’nın, insanlığa hediye olarak sunduğu böyle bir dünya, çağımızın İslam’a her zamankinden daha çok muhtaç olduğunun en açık göstergesidir. Bugünkü tablonun oluşmasında bir yandan Batı’nın rolü varken diğer yandan Müslümanların rolü hiç de azımsanmayacak derecededir. Bu duruma düşmekte Müslümanların suçu; İslam’ı hakkıyla yaşamamak, görevlerini ihmal etmek, güneş gibi her tarafı ışığıyla aydınlatan İslam Medeniyeti’ni ortaya koyamamak ve bunun neticesinde de insanlık gemisinin dümenini medeniyetsiz Batı’ya kaptırmaktır. 

                Aslında İslam’ın kendisinde eksiklik yoktur, bütünüyle mükemmeldir, tüm zamanlara ve mekânlara uygundur. Kıyamete kadar insanlığın tüm problemlerini çözecek şümullülükte ve hayatın tüm alanlarına nüfuz edecek derinliktedir. Çünkü kaynağı İlim ve Hikmet sahibi Allah’tır. Bugün İslam coğrafyalarında Müslümanların gerilemesi, zulümlerin ve kargaşanın bitmemesi kesinlikle İslam’ın ve hükümlerinin eksikliğinin değil, Müslümanların basiretsizliği ve tembelliği, bunun yanında şer güçlerin İslam topraklarında oynadığı oyunların ve onların oluşturduğu kukla sistemlerinin eseridir. “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim”2 ayetiyle işaret buyrulduğu gibi dinimiz olan İslam, kemale erdirilmiş (eksiksiz), helâl ve haram gibi gerek duyduğumuz bütün hükümler açıklanmış, kıyamete kadar tüm ihtiyaçlara cevap verecek şekilde donatılmıştır. Artık her şey herhangi bir kapalılık ve karışıklık söz konusu olmaksızın açık seçik bir hâl almıştır. Bu yüzden İslam eksiksiz ve mükemmeldir.

                Çağdaş bilim adamları ve düşünürlerin bir kısmı insanı “âlet yapan bir hayvan,” “düşünen varlık,” “içgüdülerinin peşinden sürüklenen ve işi gücü şehvet olan bir varlık” olarak tanımlarken, bir kısım insaflı bilim adamları ise hali hazırda insanı tanıyamadıklarını itiraf etmişlerdir.3 Buna mukabil İslam evrensel mesajıyla bir yandan insanın yaratılış gayesine uygun olarak üstün bir varlık olduğunu vurgularken, diğer yandan bedenen zayıf ve aciz, aceleci, nankör, zalim olabileceğini söylemektedir. Görüldüğü gibi İslam, kaynağını insanı yaratan, onun nefsinin kendisine neler fısıldadığını bilmeye varana kadar en ince ayrıntısına kadar tanıyan sonsuz ilim ve kudret sahibine dayandırmaktadır. İslam, insanın hem madde hem de mana yönünü göz önünde bulundurmuş, ikisi arasında denge kuran hükümlerle insanın hayatına yön vermiştir. Sırf bu bile İslam’ın en büyük kurtuluş reçetesi olduğunun delilidir. İnsanı tanımadan ona uygun yaşam kriterleri belirlemek, kurtuluşunu beşer mahsulü kanunlarda ve sistemlerde görmek akıl sahiplerinin kabul edeceği bir iş değildir.

                DÜNYADAKİ İNTİHAR ORANLARI

                İnsanı sırf madde olarak gören Batı Medeniyeti, insanın ihtiyaçlarını bu temel üzerine bina edince ortaya maddî kaygısı olmayan ancak psikolojik ve ruhî bunalımlar içerisinde olan toplumlar çıktı. Bunun sonucunda toplumsal cinnet, psikiyatrik vakalar ve intihar oranlarında yükselişler meydana geldi. Bunlardan intiharların istatistikî oranlarına baktığımızda karşımıza çıkan tablo ibretliktir: “Dünyada ortalama olarak her 3 saniyede 1 kişi intihar girişiminde bulunmakta; her 40 saniyede 1 kişi intihar sonucu yaşamını yitirmektedir. İntihar sıklığı yaş gruplarına göre ve cinsiyete göre değişiklik göstermektedir, özellikle de gençlerde önemli bir sorundur. ABD’de yapılan araştırmada 15-24 yaş grubunda ölüm nedenleri arasında üçüncü sırayı intiharlar almaktadır.”4 Görüldüğü gibi maddî imkânların yeterliliği yetmiyor, manevî boşluklar doldurulmadığı sürece (bu da din ile mümkündür) toplumsal çöküntünün önüne geçilemiyor. Son bir iki asırdır Batı’nın kuyruğuna yapışmış ülkemizin durumu da bundan çok farklı değildir. Bunalımların ve manevî boşlukların içerisinde debelenen toplumumuzda din olgusunun boşluğu etkisini göstermekte, gençlik ahlâkî yozlaşmaya, uyuşturucu ve fuhşa sürüklenmektedir.

                Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2006 yılında Türkiye genelinde 60 ilde 26000 okullu genç üzerinde yapılan araştırmaya göre, gençlerin % 2,9’u son üç ay içinde uyuşturucu/uyarıcı madde kullandıklarını belirtmişlerdir. 2006-2007 yılları içinde Türkiye’de yatarak tedavi imkânı bulan 2853 kişinin % 43,6’sı afyon ve türevleri, % 36,3’ü ise esrar kullanımı nedeniyle tedavi görmüştür. Uyuşturucu madde kullanımının ve madde kullanımına bağlı ölümlerin yıllar içinde artış gösterdiği gözlenmektedir.

                Medeniyet kavramı içerisinde kadın-erkek ilişkileri, evlilik ve boşanma durumları gibi münasebetler de birer göstergedir. AB üyesi ülkelerde boşanma oranı %44, ABD’de ise bu oran % 53 dolayındadır. Batılı ülkeler özellikle evlilik dışı ilişkilerden doğan çocuk sorunu ile boğuşmaktadır. İngiltere de evlilik dışı doğan çocuk oranı % 47,5’tir. ABD de ise bu oran % 40’ları geçmiş durumdadır. Gelişen teknoloji ve modern yaşam tarzı ile birlikte maalesef toplumda yüksek hızla artan bir yozlaşma yaşanmaktadır.5

                Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de 2004’te 91 bin 22 olan boşanan çift sayısı 10 yılda yaklaşık % 38 artışla 2013’te 125 bin 305’e yükseldi. Evlilikler ise söz konusu dönemde azalan bir seyir izledi. 2004’te 615 bin 357 olan evlenen çift sayısı 2013’te 600 bin 138’e geriledi.

                Yine dünyada ve ülkemizde bir yandan eğitim seviyesi yükselirken, diğer yandan suç oranlarının azalmaması hatta artış göstermesi eğitimdeki manevî eksikliklerin vb. yanlışlıkların olduğunun açık bir göstergesidir. Bunlardan biri de İHD (İnsan Hakları Derneği)’nin raporunda belirtildiği gibi suç oranlarında ve cezaevlerindeki mahkûm sayılarında göze çarpmaktadır: “Ülkemizde 2006’da cezaevlerindeki rakam 70 bin 477 iken, 2008’de 103 bin 296, 2010’ da 120 bin 814, 2012 de ise 125 bin 100 kişi oldu. Bu yıl (2013) cezaevlerinde bulunanların sayısı ise 140 bin 520’e ulaştı. Rapora göre; cezaevlerinin toplam kapasitesi, 2013’te 145 bine, 2014’te 172 bine, 2015’te 185 bine, 2016’da 192 bine, 2017’de 215 bine çıkarılacak.” Bu veriler gösteriyor ki Batı mahsulü bu medeniyet insan yetiştirmiyor adeta bir suç makinesi üretiyor. Ve maalesef yetkililer de bunun farkında ancak suçu ve suçlu sayısını azaltmak yerine, artacak ihtiyaca istihdam sağlamakla yetiyorlar. Bu ve buna benzer istatistik verileri ile bu Medeniyetin insanı katlettiğini anlamaya yeterlidir.

                Sonuç olarak diyoruz ki Batı Medeniyeti’nin yol açtığı bu toplumsal yaraların tedavisi ve kurtuluşun reçetesi İslam’dır. İslam dün olduğu gibi, bugün de yarın da insanlığın tek kurtuluş reçetesi olmaya devam edecektir. Zaten tüm dünyada meydana gelen İslam’a yönelişler bunun göstergesidir. 11 Eylül saldırıları bahane edilerek oluşturulan İslamofobi algısı, aşırı ve Ilımlı İslam Projeleri ve Ortadoğu’da oynanan oyunlarla İslam’ın engellenmeye çalışılması da İslam’ın tüm dünya’da yükselen değer olduğunun bir başka kanıtıdır. Ancak İslam’ın kurtuluş reçetesi olduğunu söylemekle, İslamî hükümleri var olan beşeri sistemlere monte etmeyi kastetmiyoruz. Öncelikle tüm kriterlerini Allah’ın emir ve yasaklarından alan bir İslam toplumu meydana getirmeyi, sonrasında o toplumdan İslam Medeniyeti’nin oluşturulmasını hedefliyoruz. Sözü, çağdaş İslâmî Hareketin en büyük fikrî mimarlarından birine bırakarak bitiriyorum: “Mutlaka galip gelecek olan ilahî sistemin tercümanı olması sebebiyle, insanlığın kurtuluşu için zorunlu olan söz konusu İslam toplumunun kurulması zaruridir. Ancak bu, amaca giden yolun gayet düzgün ve rahat olduğu, hele de birkaç adımda hedefe varılacağı anlamına gelmez. Evet! Hiçbir doğum sancısız olmaz. İslam toplumuna giden yol, “uzun ve dikenlidir.”6

1) Medeniyet ve Moderniz, Ali Şeriati, S.36 ve s.41

2) Mâide, 3

3) Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul. (Yazar bu kitabıyla Nobel ödülü almıştır.)

4) http://www.populermedikal.com/psikiyatri/intihar.asp#sthash.NKDxqV55.dpuf

5) www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri

6) Çağdaş Uygarlığın Sorunları ve İslam, Seyyid Kutub, Arslan Yayınları, s.20