Başyazı

Ümmetimizin Çöküşü ve Çöküşün Sebepleri -4

Paylaş:

Hamd, gönderdiği kitabıyla hem hidayet yolunu gösteren hem de dünya devleti olmanın kanunlarını öğreten Allah’a; Salât-u selam, hidayetimiz için gece-gündüz mücadele eden ve kısa zamanda dünya devletinin temellerini atan Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e; selam ise ümmeti yeniden diriltme gayreti içinde olan tüm kardeşlerime olsun.

Geçen sayıda ümmetimizin çöküşünün gerçek sebeplerini anlatmaya başlamış ve birinci sebebin uzun asırlarca görevini yapan ve yeryüzünün liderliğini gerçekleştiren ümmetimizin son asırlarda görevini ve Allah yolunda mücadeleyi terk etmesi, tembelleşmesi, dine uygun yaşam şeklinden ve İslam medeniyetinin esaslarından uzaklaşması olduğunu ifade etmiştim. İkinci sebebin ise görevlerini ve dünyaya geliş gayesini unutan ümmetimizin dünya nimetlerine dalması, zevk ve sefaya yönelmesi olduğunu belirtmiş ve bu yüzden Allah Azze ve Celle ’nin sünneti gereği dünyanın ellerinden alındığını ve gerilediklerini anlatmıştım. İkinci sebebe devam edelim.

Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ümmetinin ileride çok zor durumlarda kalacağını, zulümlere uğrayacağını önceden haber vermiş ve bunun gerçek sebebini de bildirmişti. Buyurur ki: “Bir vakit gelecektir ki ümmetler size karşı bir kuvvet oluşturacaklar. Tıpkı yemek yiyenlerin yemek dolu tabağa saldırdıkları gibi.” Dediler ki: ‘Ya Rasulallah, biz o gün az olduğumuz için mi?’ Dedi ki: “Hayır, bilakis çoksunuz. Yalnız selin götürdüğü çer-çöp gibi gücünüzü kaybedeceksiniz. (Çer-çöp mesabesinde olursunuz.) O da sizin korkunuzu düşmanlarınızın kalbinden alır, kalbinize vehn sokar.” ‘Vehn nedir Ya Rasulallah?’ dediler. Buyurdu ki: “Dünya sevgisidir ve ölümü kerih görmektir.”1

Hadis-i şerif ğaybden haber verdiği için bir mucizedir ve haber verdiği şey aynen gerçekleşmiştir. Gerçekten hadiste haber verildiği gibi kâfirler bu ümmete yemeğe saldırır gibi saldırmışlar ve bizi parçalamışlardır. Hadis-i şerif Müslümanların bu saldırılara karşı koyamayacak durumda olmasının gerçek sebebinin sayı azlığı ya da benzeri bir şey olmadığını, asıl sebebin Müslümanların kalbine girmiş olan dünya sevgisi ve ölüm korkusu olduğunu ifade ederken, sebebin maddî değil manevî olduğunu belirtmiş olmaktadır. Sebep manevî olunca herkes göremeyecek ve yanlış teşhislerde bulunabilecektir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu yüzden asırlar öncesinden gerçek sebebi ümmetine göstermek istemiş, cin ve insan şeytanlarının sebep olmayan birtakım şeyleri bize sebep gibi göstermesini, bizi yanlış sebepler peşinde koşturmalarını, enerjilerimizi,  maddî kaynaklarımızı ve zamanımızı yanlış yerlerde kullanmamızı engellemek istemiştir.

Yanlış teşhisler ve gerçek olmayan sebepler üzerinde daha önce durmuş ve birkaç misal vermiştim. Bu yanlış teşhisler ve sonuçları sebep zannetmek bize çok şey kaybettirmiş, farklı çözüm yolları üretilmesine ve ihtilaflara yol açmıştır. Hadis bu ihtilafları ve farklı çözüm yollarını azaltmaya dönüktür. Gerçek sebebin üzerine gitmemizi ve buna göre eğitim programları yapmamızı istemektedir. Bizi çökerten ve düşmana karşı koyamayacak hale getiren gerçek sebebi ortaya koyarken, aslında gerçek tedavinin de yolunu göstermektedir. Gerçek tedavi, mikrobu yok eden tedavidir. Mikrop yok edildiğinde vücut kendi kendini toplayacaktır. O halde ümmetimizi yatağa düşüren bu mikrop yok edildiğinde Müslümanlar kendine gelmeye başlayacak, dirilişimiz gerçekleşecektir. Bugün yavaş yavaş gerçekleşmeye başlamış olan dirilişimiz dünya sevgisini ve ölüm korkusunu kalbinden atan âlimler ve böyle olan bir avuç insanla gerçekleşiyor değil midir?

Kur’an-ı Kerim Maide Suresi’nde: “Ey kavmim; Allah’ın size yazdığı mukaddes yere girin ve ardınıza dönmeyin, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Demişlerdi ki: ‘Ey Musa; orada gerçekten zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz katiyyen oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz.’ (Allah’tan) Korkanlar arasında bulunan, Allah’ın nimetine erdirdiği iki adam demişlerdi ki: ‘Onların üstlerine kapıdan yürüyün, oraya girerseniz; muhakkak siz, galiplersiniz. Şayet mü’minlerseniz; Allah’a tevekkül edin.’ Demişlerdi ki: ‘Ey Musa; onlar orada oldukça, ebediyyen oraya girmeyiz. Git, sen ve Rabbin savaşın. Biz, burada oturanlardanız.’ Demişti ki: ‘Rabbim; ben, ancak kendime ve kardeşime sahibim. Artık bizimle fâsıklar güruhunun arasını ayır.’ Allah Azze ve Celle buyurmuştu ki: ‘Orası onlara kırk yıl haram edildi. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen fâsıklar güruhu için tasalanma.”2

Kendilerine verilen görevi yapmayan, sadece isteklerde bulunan ama bedelini ödemeyi göze alamayan, dünyayı çok seven ve ölümden nefret eden Yahudiler Tih çölünde 40 yıl şaşkınca dönüp durmakla cezalandırıldı. Kur’an-ı Kerim Bakara Suresi’nde onların her birinin bin yıl yaşamak istediğini bize bildirir; “Andolsun ki; onları, insanlardan şirk koşanlardan daha çok hayata düşkün bulacaksın. Onlardan her biri bin yıl ömür verilmesini ister. Hâlbuki çok yaşatılması onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah onların ne yaptığını hakkıyla görendir.”3 Bin yıl yaşamayı isteyecek kadar dünya sevgisi ve “Sen ve Rabbin gidin savaşın” diyecek kadar ölüm korkusu olan bir ümmetin cezalandırıldığını, bu yüzden onlardan bu şerefli sancağın alındığını Kur’an bize haber vermiş ve Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de yukarıda ele aldığımız hadisinde bu mikrobun bizi de çökerteceğini bildirmiş olduğu halde, bu ümmet de kalbine dünya sevgisini ve ölüm korkusunu sokmuştur. Hâlbuki ecel de birdir, rızık da birdir.

Ecelin bir olduğuna inanmak kişiyi ölüm korkusundan, rızkın bir olduğuna inanmak ise kişiyi rızık korkusundan ve dünya sevgisinden kurtarır. Madem ecel birdir ve değişmez, o halde ecelimi değil görevlerimi düşünmeliyim demesini sağlar ve cesaret kazandırır. Hem madem rızık da birdir ve değişmez, o halde görevlerimi düşünmeli ve dünyaperest olmamalıyım, dünyaya değil âhirete dönük olmalıyım demesini, görevlerini yapmasını sağlar ve tevekkül kazandırır. Bu inançla bilir ki; cesaret ömrü kısaltmadığı gibi korkaklık da ömrü uzatmaz. Cömertlik rızkı azaltmadığı gibi cimrilik de rızkı artırmaz.  

Tüm ilahî kitaplar ve peygamberler kalplerden dünya sevgisini ve ölüm korkusunu atmaya çalışmıştır. Çünkü ümmetin kendine verilen görevi gerçekleştirebilmesi, kalbini bu sevgilerden ve korkulardan kurtarmasına bağlıdır. Aksi halde ümmet çökecektir ve tüm ümmetlerin çöküşünde en önemli sebep bu olmuştur.

Kur’an-ı Kerim kalplerden dünya sevgisini atmak için dünya hayatındaki nimetlerin basit ve geçici olduğunu,  dünya hayatında bir geçimlik olarak insana verildiğini, asıl olanın ise Allah katındaki nimetler olduğunu, oraya yönelmek gerektiğini defalarca ifade eder. Al-i İmran Suresi’nde: “Kadınlara, oğullara, tartı tartı biriktirilmiş altın ve gümüşe, otlağa yayılmış atlara, küçükbaş hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı tutkunluk insanlara cazip gösterildi. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa asıl varılacak yer Allah katındadır. De ki: Size bunlardan daha hayırlı olanı haber vereyim mi? Takva sahipleri için Rableri katında sürekli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Hiç kuşkusuz Allah kullarını hakkıyla görür”4 buyurur.

En’am Suresi’nde ise: “Dünya hayatı, oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. Oysa günahlardan sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Buna aklınız ermiyor mu?”5 buyurur. Kur’an’a göre dünya hayatı oyun ve eğlencedir. Çünkü: 1- Oyun ve eğlence gibi dünya hayatı da kısadır ve çabucak geçmektedir.  Eğlence bittiğinde insan nasıl üzülürse, dünya hayatı bittiğinde öyle üzülür. 2- Oyun ve eğlence o anda insanı dertlerinden uzaklaştırıp mutlu etse de hem genellikle kişinin görevlerini yapmasına engel olmakta, hem de oyun ve eğlence esnasında birçok kötü olaylara sebep olmakta olduğundan sonrasında insanı genellikle mutsuz etmektedir. Ayet-i Kerime dünya hayatının da böyle olduğunu, bu dünya nimetlerine dalanların görevlerini unutacağını, dünya hayatında birbirlerine düşeceklerini ve sonucunda mutsuz olacaklarını ifade etmektedir. 3- Oyun ve eğlenceye genellikle çocuklar ve gafiller daldığı gibi, dünya hayatına ve dünyanın nimetlerine de ekseri çocuk ruhlu ve gafil kimseler dalarlar. Çocuklar gibi önemsize önem verir, önemliye önem vermezler. 4- Çocukların oyunu nasıl fayda sağlamazsa, dünya hayatında elde edilecek olan lezzetlerin de gerek dünya ve gerekse ahirete sağlayacağı pek bir fayda yoktur. 5- Oyun ve eğlence nasıl basit ve değersizse bu dünya zevkleri de öyle basit ve değersizdir. Çünkü dünya zevkleri ancak insanın nefsî ve şehevî ihtiyaçlarını karşılamak içindir. Bu tür zevkler konusunda insanlarla hayvanlar eşittir. Hatta hayvanların bu tür arzuları insanlardan daha güçlüdür. Hâlbuki insan, hayvandan daha değerlidir. O halde kendine yakışan manevî lezzetlere daha fazla önem vermelidir.

Kur’an-ı Kerim dünya hayatının nimetleri ile dünya hayatı arasında ayırım yapar. Yukarıda anlattığım gibi bir taraftan dünya nimetlerinin basit ve geçici olduğunu ifade ederken, diğer taraftan dünya hayatının sonunda cennete veya cehenneme gidileceğini belirterek dünya hayatını değerlendirmeye dikkat çeker. Kur’an’a göre hayat, sadece bu dünya hayatından ibaret değil aksine ahireti de içine almaktadır. Hatta asıl olan da ahiret hayatıdır. İnsan, hayatı sadece dünya hayatının daracık çukuruna sığdırmamalıdır.

Konuya devam etmek temennisiyle Allah’a emanet olun.

 

  1. Ebu Davud, c:4, syf:483
  2. Maide, 21-26
  3. Bakara, 96
  4. Al-i İmran, 14-15
  5. En’am, 32