Müslümanlar olarak yeryüzünde kaç asırdır mazlumiyeti yaşıyoruz. Önce Allah’ın kitabından uzaklaştık, sonra birbirimizden, nihayet ümmet anlayışından uzaklaştık. Bir zamanlar yeryüzünün efendisi olan bir milletken şimdi itilip kakılan, kıymet verilmeyen bir topluluk olduk.
Tarih boyunca sahip olduğumuz güç, şeref ve üstünlük bütünüyle İslam’a bağlı yaşamamızdandı. Dinimize bağlılık bizi birbirimize de bağlıyor ve nerede haksızlığa uğrayan Müslüman (hatta gayr-i müslim) varsa sahip çıkıyorduk. Bize güç ve üstünlük bahşeden değerlerimizden uzaklaştığımızdan beri zayıfladık, zayıfladıktan sonra çeşitli şekilde zulümlere uğradık. Hiçbir kutsalı olmayan azgınlaşmış zalimler, her tarafta Müslümanları hor ve sahipsiz görüp, türlü kötülüğü yapmaktadır.
Yaşadığımız çağda ise Filistin Müslümanları ile birlikte en koyu ve en ağır mazlumiyeti yaşayanlar şüphesiz Uygur Müslümanlarıdır. Bir taraftan Müslümanların tarihin en güçsüz olduğu döneminde yaşamaları diğer taraftan komünizm gibi dine düşman olduğu kadar, zalimlikte sınır tanımayan bir ideolojinin işgalinde yaşamaları, Uygur Müslümanlarının acısını artırmaktadır. İdeolojik olarak ezilmişleri, işçi sınıfının haklarını savunan(!) komünist Çin yönetimi, Doğu Türkistan topraklarını işgal ettiğinden beri Müslümanlara kan kusturmaktadır. Dini ve insani hiçbir haklarını tanımayan azgın bir rejimin elinde adeta yok edilmektedir.
Bölgeden gelen haberlere göre: “Doğu Türkistan’da zorba yönetim tarafından çok sayıda camiler yıkılmış, ibadete kapatılmış, kadınların tesettürle dışarıda olması, Ramazan Ayı’nda oruç tutulması yasaklanmıştır.” Kur’an öğretilen kursların kapısına kilit vurulmuştur. Okullarda dinsizlik propagandası yapılmakla kalınmamış dini ilimlerin öğretilmesi ve dini bilgilere sahip öncü kişilerin (alim, hoca, müderris) halkı eğitmeleri tamamen yasaklanmıştır. Dini anlatan hocalar hapislere atılmakta, birçoğu da idam edilmektedir.”1 21. yüzyılda yaşamamıza ve her türlü iletişim araçları yaygın olmasına rağmen, Maocu komünist Çin rejimi, uyguladığı baskılarla yaptığı zulüm ve vahşet görüntülerinin dünyaya duyurulmasına da engel olmaktadır.
Uygur Müslümanlarına yapılan bu vahşet ve baskılar, şüphesiz onların Müslüman olmalarından, dinlerinden vazgeçmemelerinden kaynaklanmaktadır. Onlar Hristiyan, Yahudi veya başka bir dine mensup olsalardı, dünya devletleri ayağa kalkar ve bu zulmü bitirmek için başta medyayı harekete geçirmek suretiyle her şeyi yaparlardı. Öte yandan Doğu Türkistanlı Müslümanların haklı olarak şikâyet ettikleri gibi İslam dünyasında dahi bu kardeşlerimizin uğradıkları zulümler gündem olamamaktadır.
Tarih, zalimleşen liderler ve toplumların en sonunda büyük yıkıma uğradıklarını kaydetmiştir. Dünyayı ilahsız, Müslümanları sahipsiz zannedenlere Rabbimiz, dünyanın tek hâkimi olduğunu ve kudretinin önünde durulamaz olduğunu defaatle göstermiştir. Firavun ve ordusu denizde boğulana kadar kendini güçlü ve yenilmez, Hz. Musa Aleyhisselam ve beraberindekileri zayıf görmüştü. Allah’a meydan okuyan Nemrut, burnundan başına bir sivrisinek girip verdiği acı ile çaresiz kalana kadar kendini güçlü görüyordu. Ancak Rabbimizin azap vakti gelince bir zalimi denizle, diğer zalimi ise sinekle mağlup etmiştir.
Ebu Musa el-Eş’arî Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Hiç şüphesiz Allah zalime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez”2 buyurdu sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu: “Rabbin, zalim bir kasaba halkını yakalarken işte böyle yakalar. O’nun yakalaması gerçekten çok acı ve çetindir.”3 Zulüm, çoğunlukla Allah’tan başka dostu ve yardımcısı olmayan zayıflara, biçarelere yapılır. Mazlumlara zulmeden zorbalar, yaptıklarının hesabının sorulmayacağından emin olmaktadır. Hemen karşılık verilmeyişini hiçbir zaman karşılık verilmeyecek olarak değerlendirirler. Halbuki çeşitli sebepler (hikmetler) gereğince Allah Azze ve Celle zalimlere hemen ceza vermemekte, tevbe etmeleri için zaman tanımaktadır. Tevbe etmeyip cezalandırma vakti geldiğinde ise şiddetle yakalamaktadır. “Şüphesiz Rabbinin yakalaması çok şiddetlidir.”4 Başkalarına ibret olması için Rabbimiz bazı zalimlerin cezasını dünyada verir. Onların yaşadıkları şehirleri, kasabaları helâk eder, tabiî afetler gönderir.
Bugün Müslümanlar olarak çok büyük sorumluluklar taşımaktayız. Coğrafyamız kan ağlamaktadır. Müslümanlar kendi vatanlarında adeta ikinci sınıf vatandaş muamelesine maruz kalmaktadır. Şüphesiz bunun en önemli sebebi zalimlere karşı Kur’an ve sünnete samimi bir şekilde bağlanmayışımız ve birlik olamayışımızdır. Hz. Ebubekir Radıyallahu Anh’tan rivayetle, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.”5 O halde Müslümanlar zulme uğrayan kardeşlerine sahip çıkmak zorundadır. Aksi halde şu anda yaşadığımız pek çok bela ve musibetlere uğramaya devam edeceğiz. Neden musibetler bitmiyor da çoğalıyor diye sormayan bir Müslüman millet, hakiki sebepleri anlayamayacağı gibi belalardan da kurtulamaz. Sadece Doğu Türkistan değil, Arakan, Bangladeş, Keşmir, Yemen, Filistin, Irak, Suriye, Çeçenistan… Tüm İslam coğrafyası Müslümanların acılarıyla inlemektedir. Zulmedenler de sadece dinsiz Maocu Çin rejimi değil, aynı zamanda Müslümanların vatanlarında Müslümanlar eliyle zulümler yapanlar da zalime
Üstelik namaz kılan yöneticiler oldukları için onların zulümlerini göremeyen yığınlar nedeniyle yüzlerce alim, hoca ve masumlar zindanlarda çürümektedir. Allah Azze ve Celle mazlum mü’minlerin hamisi ve yardımcısıdır, ancak Müslümanların da mazlumların hamisi ve yardımcısı olmasını istemektedir. Bu yüzden yüce kitabında: “Mü’minler ancak kardeştir”6 fermanını göndermiştir. Müslümanların kardeş olması, beraberinde kuşkusuz birtakım sorumluluklar da getirmektedir. Sorumluluklarımızı şu şekilde sıralamak mümkündür:
- Zalimlerin ve mazlumların kimliğine bakmadan, daima haksızlık yapanın karşısında ve hakları çiğnenenlerin yanında olmak.
- Hakk’ın hatırını her şeyden, hatta cemaat, tarikat ve kendimizin menfaatlerinden üstün bilmek, bu sayede zulme uğramış insanlara/kesimlere İslam’ın adaletten ve mazlumlardan taraf bir nizam olduğunu göstermek.
- Yaşadığımız ülkede yapılan haksızlıklarda mevcut sistemlerin veya yöneticilerin hatırını değil, Hakk’ın hatırını üstün görmek, bunlara meşru yollarla tepki göstermek. Bu yapılmadığı taktirde, yüce dinimizin toplumla ilgili meselelerde hükümlerinin (mazlumun yanında, zalimin karşısında olmak) geçersiz kalmasına neden olduğumuzu, bunun sonucunda insanların dinden ve cemaatlerden uzaklaştığını unutmamak.
- Gerek Müslümanların gerekse kafirlerin memleketlerinde İslam’a ve Müslümanlara hakaret, baskı ve zulümler yapıldığında, sosyal medya platformlarını yoğun şekilde kullanıp tepkiler ortaya koyup, gündem çalışmalarıyla o meseleyi dünyaya duyurmak. Unutulmamalıdır ki bugün en kolay ve etkili sevap kazanma fırsatı, tebliğ ve haksızlıklarla mücadele imkânı sosyal medya ile mümkün olmaktadır. Bu sayede gerek Doğu Türkistan’da gerekse diğer bölgelerde yapılan zulümlere gösterilen tepkiler zalimleri rahatsız etmekte ve zulmün son bulmasına vesile olmaktadır. Allah’tan ve ahiretten korkmayan zorbalar, insanların tepkisinden ve uyanmasından korkmaktadır. Bu önemli fırsat Müslümanlarca ihmal edilmemesi gereken bir görevdir.
- Müslümanlar ve İslami cemaatler olarak daima diğer Müslümanlar hakkında hüsnü zan sahibi olmak, bizden olmayan, İslam düşmanı ya da Müslüman görünümlü münafık medyanın verdiği haberlere karşı uyanık olmak. (Açık haramlar işlemek, İslam’a ve Müslümanlara zarar vermek bunun dışındadır. Gerekli nasihatler yapılmalıdır.)
Müslümanlar iman kardeşliğinin neleri gerektirdiğini artık anlamak zorundadır. Bunu ihmâl ettiğimiz için yaşadığımız acılar ve uğradığımız belalar bizi kendimize getirmelidir. Bunu anladığımız vakit zayıflığımız ve dağınıklığımız bitecek, yerine Allah’ın vadettiği güç, izzet ve medeniyet gelecektir.
- https://turkistanpress.com/post/dogu-turkistan-da-cin-zulmu/17
- Müslim, Birr, 61
- Hud, 102
- Buruc, 12
- Tirmizi; Ebu Davud
- Hucurat, 10