Öncü Şahsiyetler

Allah’a Adanmış Bir Hayat Hz. Ebubekir

Paylaş:

572 yılında Mekke’de doğan Hz. Ebubekir; Rasulullah’ın İslam’ı tebliğe başlamasından sonra, iman eden hür erkeklerin, Raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilkidir. Rabbimiz, hicret esnasında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber olmasından dolayı,  ondan“...mağarada bulunan iki kişiden biri1 diyerek bahsetmiştir. Asıl adı Abdulkabe olup, iman ettikten sonra Rasulullah’ın ona Abdullah adını verdiği kaydedilir. Emin ve iffetli olduğundan dolayı “Sıddık” lakabıyla anılmıştır. “Deve yavrusunun babası” manasına gelen Ebubekir adıyla da meşhur olmuştur.

İslam’dan önce de saygın, dürüst, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan “Hanif” bir tacir olan Hz. Ebubekir, vefatına kadar Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslam davası için harcamış; kendisi ise sade bir hayat yaşamıştır. Rabbimizin, cahiliyede yaygın olan kötü hasletlerden koruduğu Hz. Ebubekir; Mekke’nin ileri gelenlerinden olup, Arapların nesep ve ahbar ilimlerinde meşhur olmuştur.

Rasulullah’ın “bütün insanların imanı bir kefeye, Ebubekir’in imanı bir kefeye konsa; onun imanı ağır basar” dediği Hz. Ebubekir’i “sıddık” makamına çıkaran neydi? Nasıl bir şahsiyet ve imana sahipti ki; Rabbimizin selamına ve en sevgilinin dostluğuna mazhar olmuştu? Ebubekir’ce bir imana ve teslimiyete ulaşmak isteyen dava erleri için, işte Ebu Bekir Sıddık’ın hayatı…

 Rasulullah’a peygamberlik henüz yeni verilmişti. Küfrün hâkim olduğu ve iman edenlerin çok az olduğu bir dönemde iman etti Hz. Ebubekir. Ve böylece; iman silsilesinin ilklerinden olma şerefiyle şereflendi hayatı. Artık bir başkadır Ebubekir; iman ile dolu kalbi, haykırır tağutî sistemlere reddiyesini. Beşeri sistemlerin hâkim olduğu coğrafyaya “ La ilahe illallah” nidasıyla seslenir. İman etmenin, çilenin her çeşidini tatmak anlamına geldiği Mekke döneminde; Ebubekir bir gün Kâbe’ye gelir. Ve haykırır hâkimiyetin Allah’a ait olduğunu.  Sesi yankılanır Mekke sokaklarında. Sarsılır ehl-i küfür. Ebubekir hedeftir artık. Ona yapılan zulmü görenler; “kandan heykele dönüşmüştü” diyorlar. Yapılan zulme vücudu dayanamamış ve bayılmıştı. Kendisine gelir gelmez; ağzından çıkan ilk söz, onu sıddık kılan bir sözdü: “Rasulullah nasıl, ona bir şey oldu mu?” Etrafındakiler: “Peygamber iyi, yaşıyor” dediyse de, kalbi rahat etmedi sadık dostun. O haliyle Rasulullah’ın yanına gitti ve onu sağgörünce: “Anam babam sana feda olsun ya Rasulullah! Sen yaşıyorsun ya,  bu bana yeter. Bana dokunan zararın bir önemi yok.” diyerek davanın liderine bağlılığını sergiledi.

Hz. Ebubekir Radıyallahu Anh; Allah’a adanmak suretiyle, davaya ve imama bağlılıkta en güzel örnek oldu. Bize, Allah’a adanmış bir ömrü şahid kıldı. Bağlılığın boyutunu, ölüme yürüyecek kadar sağlam kılmayı hedef gösterdi. Sadâkatin; dava için gereken ne varsa, razı olarak yapılması gerektiğini öğretti.

İmanın hayattaki tesirine şahit olan Hz. Ebubekir, Rasulullah’tan öğrendiği her şeyi tebliğe başlar. “Kurtarmadıkça kurtulamazsınız” düsturuyla yola düşen sıddık, bakın kimlerin hidayetine vesile olur? Onlar da Ebubekir gibi, onlar da Allah’a ve Resulüne sımsıkı bağlılardan, fedakâr, cefakâr ve yiğitlerden... İşte öncü şahsiyetin vesile olduğu öncüler… Osman ibni Affan, Sad ibni ebi Vakkas, Abdurrahman ibni Afv, Zübeyr ibni Avvam, Talha ibni Ubeydullah.

Mekke’de işkence ve zulmün artmasından dolayı, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, dini daha rahat yaşayabilmesi için ashabın bir kısmının Habeşistan’a hicret etmesini emreder. Hz. Ebubekir’de vardır o kafilede. Yolda Mekke’nin ileri gelenlerinden İbni Dugunne ile karşılaştığında, ibni Dugunne onu himayesine almak istediğini söyler. Ve ikisi birden tekrardan Mekke’ye geri dönerler. Fakat Hz. Ebubekir’in Mekke’de kalma günleri çok azdır. Hicret tekrardan yolu olur.  Çünkü bir müddet sonra ibni Dugunne, Hz. Ebubekir’e ibadetlerini açıktan yapmayıp gizli yapmasını, aksi halde insanları etkilediğini söyleyince; imanını küfrün gölgelemesinden sakındırarak, mü’mince bir duruşla: “Senin himayeni sana iade ediyorum. Bana Allah’ın himayesi yeter” diyerek himayesinden çıkar ibni Dugunne’nin.

Ve bir gün mucize zuhur eder. Âlem, hiç şahit olmadığı bir hakikati konuşur. Miraç gerçekleşir ve Rasulullah, küfrün dilinde yalanlanarak alay konusu edilir. Sıddıkın haberi yoktur olanlardan. Kureyş’li müşrikler Ebubekir Radıyallahu Anh’ın yanına gelerek: “Muhammed Mekke’den Kudüs’e ve oradan da semaya yükseldiğini söylüyor. Sen ne dersin?” diyerek İsra ve Miraç olaylarını alaya almış ve yalanlamışlardı. Hz. Ebubekir, Miraç hadisesini müşriklerden duymuştu. Bu habere tarihi bir sözle karşılık verdi: “Bunu Peygamberim mi söylüyor?  O söylediyse doğrudur.” Mutmain olmanın ifadeye dökülmesiydi bu sözler. Sıddıkiyet makamının en güzel örneği, yine örnek olmuştu İslam davetçilerine. Ardından gelenlere imanın, bağlılık noktasında bir teslimiyet olduğunu, itaatin ise rahmet olduğunu öğretti.

Allah Azze ve Celle’ye ve Rasulü’ne iman edenlerin sayısı günden güne artıyor, bunun sonucunda küfrün zulmü, her çeşidiyle güzide ashaba uygulanıyordu. Müşrikler, Allah’ın hâkimiyeti için mücadele eden Peygamber ve ashabına, Mekke’de dini yaşama imkânı bırakmadı. Din yaşanmaz hale gelince bu topraklarda, Allah Azze ve Celle’nin izniyle hicret başladı Medine diyarına…

Her gün ashabdan birileri terk eder Mekke’yi. Her gün biraz daha yalnız kalır Kâbe. Sadece birkaç sahabi, Hz. Ali, Hz. Ebubekir ve davanın lideri Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem kalır Mekke’de.

Rabbimizden beklenen izin Peygamberimiz için de verilir. Yüce Nebi Hz. Ebubekir’in evine doğru gider. Bundan sonrasını ise; Hz. Aişe bize şöyle anlatır: “Öğle vaktiydi, Rasulullah âdetimiz olmayan bir saatte bize geldi ve babam Ebubekir’e kendisi için de Allah’tan hicret emri geldiğini bildirdi. Heyecana kapılan babam :”Anam babam sana feda olsun Ya Rasulullah! Ben de var mıyım?” dedi. Tebessüm eden Rasulullah “Evet, sen de varsın. Hicret yolculuğunda arkadaşımsın.”  Bunu duyan babam sevinçten gözyaşlarını tutamadı ve ağlamaya başladı.2

Böylece, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve Hz. Ebubekir’ de terk eder Mekke’yi ve hicret başlar…

Hicret; toprağı İbrahim kokan Mekke’yi terk etmektir. Peygamberlerin ortak kaderi, Nebevi bir harekettir. Davayı şirkin kıskacından kurtararak,  yükselişin yolunu bulmaktır. Doğduğumuz yerin Allah için terk edilemeyecek değerde olmadığını ilan ederek yeni fetihlere yol almaktır.

 

1- Tevbe: 9; 40

 

2- İbni Hişam es-sire 2, 48