Kapak

Fetihleri Yaklaştıran Metod

Paylaş:

Bugün dünyanın içinde bulunduğu kaosun sebebi olan küfür sistemlerinin gerek insan, gerekse de toplumların hayat tarzı üzerindeki istilasının farkında olan her mümin, bu istilayı önlemek için bir şeyler yapması gerektiğini anlar. Biz bu mücadelenin önemini Din-i Mübin olan İslam’dan öğreniyoruz. Allah Celle Celaluhu mücadelenin gerekliliğini, ne için mücadele edileceğini, mücadelenin sonundaki hedefi bildirmeden bizi imanımızla baş başa bırakmamıştır. Bunun yanı sıra Erhamü’r-Rahimin olan Allah, bu kutlu mücadelenin yolunu-yöntemini bildirmeden ve bu yolda kendisinin yardım edeceğini de müjdelemeden, bizi mücadelemizle baş başa bırakmamıştır.

Mücadelenin adı, İMAN-KÜFÜR; MEDENİYYET-CAHİLİYYET ve aslında mücadelenin adı FETİH-İŞGAL mücadelesidir. Tüm kâinata hâkim olan Allah’ın egemenliği, insana da hâkim olsun ve insan küfürden imana, bedeviyyetten medeniyete, ruhunu istila eden tüm işgal kuvvetlerinden kurtulup, ‘fethi mübine’ kavuşsun diyedir tüm mücadele.

Allah Celle Celaluhu, tüm zaman ve mekânlara indirdiği kelamında fetihten bahsederek, bizlere hedef gösteriyor; bizden sonuca ulaşmamızı ve fethi gerçekleştirmemizi istiyor. Allah Celle Celaluhu, ahir zamanda Fetih suresiyle, Saff suresiyle, fethi anlatarak, İslam Ümmeti’ne fetih ruhu kazandırıyor. Fethin yakın olduğunu bildirerek bu çağda da mümkün olduğunu müjdeliyor.

Fethi isteyen birçok Müslüman, ‘fetih yakın olsun, her şey bir anda değişsin, dünya hemen dar’ul İslam olsun’ ister. Ancak ümmeti fethe götürecek süreç doğru yönetilmez ise, “fethul karib” değil, “fethul baid” (uzak fetih) veya “fethul muhal” olur. Hepimizin istediği “yakın fethin” gerçekleşmesi, doğru metodla hareket etmedikçe mümkün olmayacaktır.

Derler ki; “insan için en kestirme yol, en iyi bildiği yoldur.” Allah’ın yardımının gelip, fethin gerçekleşmesini sağlayacak yol da, en iyi bilinen yol olacaktır. Fethe götürecek yol, binlerce peygamberin takip ettiği, aslında defalarca tatbik edilmiş, defalarca gidilip – gelinmiş Rabbanî yoldur. Bu yol, tecrübî bir yol olmanın yanı sıra, Allah’ın kendi davasının hâkimiyeti için de belirlediği yegâne yoldur. Allah, ikinci bir yol belirlememiştir. FETHE GÖTÜRECEK BAŞKA BİR YOL YOKTUR! Doğru yol tatbik edilmesine rağmen, fethin elde edilemediği birçok pratik de olmuştur. Bu pratikler, peygamberler dâhil birçok dava insanının yaşadığı bir gerçektir. Yaşanılan bu gerçek, yolun yanlışlığını değil, fethin herkese nasip olmayacağını göstermektedir. Sonucu sağlayacak yegâne yöntem ile çalışmak Allah’ın emridir, sonuç elde etmek ise; Allah’ın nasibidir. Biz görevimizi bilelim, nasibi Allah’a bırakalım.

Maalesef bu bilinen, tecrübe edilen ve Allah’ın emrettiği yolu dikkate almayarak başka yollar uyduranlar veya başka ideoloji ve hayat tarzlarının kendilerini hâkim kılma yöntemlerini benimseyenler bilmelidirler ki, bu yol ve yöntemler fethe çıkmaz. Bunlar hem gayrı fıtrî, hem gayri İslamî, hem de gayrı tabî, yani sunî yollardır. Fethe giden yolu kendilerince belirleyerek kısaltmaya çalışanlar şunu da bilmelidirler ki, kestirme gibi görünen yollar genelde tekin olmayan ve hareketi yanlış menzillere ulaştıran yollardır.

Fethin yaklaşması için, Rabbanî metodun ortaya koyduğu şartlar gerçekleşmek zorundadır. Bu şartlardan bazıları şunlardır:

Rabbanî metodla hareket edenler, TEVHİD SÖYLEMİ İLE İŞE BAŞLAR. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem kelime-i tevhid ile Allah’ın göklerde, yeryüzünde ve insanın fıtrî yapısında olduğu gibi, iradî hayatta da egemen olmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Dolayısıyla tevhid söylemi, çok dürüst bir söylemdir. Bu dürüst söylemden dolayı, yalan, riya, kandırmaca, sağ gösterip sol vurma bu dinin metodunda yoktur. Ayrıca, Allah’ın egemenliğini savunan tevhid, insanın egemenliğini savunanlar ile Allah’ı karşı karşıya getirmektedir. “Ne bizim dediğimiz olsun, ne sizin dediğiniz olsun, Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olsun” diyen Muhterem Hocamızın, o beliğ ve aklî sözündeki gibi, kâfir müminle değil, Allah ile karşı karşıya getirilmiştir. Çünkü Aziz olan Allah’ın sözünün ve medeniyetinin karşısında, yenilmeyecek söz ve medeniyet yoktur! 

Rabbanî metodla hareket edenler, DİNDEN ASLA TAVİZ VERMEZLER. Taviz vererek bir şeyler gerçekleşebilir ancak fetih, asla gerçekleşmez. Bu dinin fethi, bu dinden taviz vererek gerçekleşemez. Taviz fethin mayasına terstir. İşin içine taviz girince bu maya tutmaz. Hudeybiye müsalahasını taviz gibi görerek, Efendimizin Mekke’yi fethetmek için taviz verdiğini söyleyenler, Efendimize büyük bir iftira atmaktadırlar. Hudeybiye’de Müslümanlar için bir zorluk vardır, ancak dinden taviz yoktur. Bugün kendi “hizmet hareketlerinin” zarar görmemesi için veya büyümesi engellenmesin diye dinden hatta akideden taviz verenlerin elde edeceği netice hiçbir zaman, Allah’ın istediği netice, yani fetih olmayacaktır.

Rabbanî metodla hareket edenler, FETHİN FATİHİNİ TANIMADAN VE O’NU ÖRNEK ALMADAN FETHİ GERÇEKLEŞTİREMEZLER. Şu bir gerçektir ki Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, askerî bir deha olmanın yanı sıra planlama, hazırlık, motive etme ve hareketi yönetme hususunda yeryüzünün en başarılı lideridir. Dünya, tüm bu özelliklerinin yanı sıra, mükemmel bir şahsiyetle de karşı karşıyadır. Öyle bir şahsiyet ki, kendisine yıllarca zulmedenlere karşı kalbinde intikam ateşini yakmayan, fetih günü, “bugün af günüdür” diye serzenişte bulunan bir şahsiyet. Bugün de O’nun ortaya koyduğu, Rabbanî metodun pratiği olan ‘Nebevî Hareket Metodu’, ve O’nun asil şahsiyeti, sanki O hayattaymış gibi dimdik ayaktadır.

Rabbanî metodla hareket edenler, CEMAAT HALİNDE ÇALIŞMAK ZORUNDADIRLAR. Fethul Karib’in müjdelendiği Saff Suresinde, cemaat halinde çalışmanın önemi vurgulanarak, hem fethin hem de Allah’ın sevgisinin yolunun buradan geçtiği bildirilmektedir. Rabbimiz Teâlâ “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş tuğlalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever”1 buyurarak fethin gerçekleşmesinin olmazsa olmazını, yani cemaat halinde çalışmayı öğütlemektedir. Toplumun kalbini ve hayatını işgal eden güçler, topluluk halinde çalışmaktadır. Dolayısıyla toplumu bu işgalden kurtarıp, fethetmenin yolu, topluluk olmaktan geçmektedir. Bundan dolayı bu metod, bireye göre değil, cemaate göre bir plan ortaya koymaktadır.

Rabbanî metodla hareket edenler, HAREKETİN HANGİ MERHALEDE OLDUĞUNU BİLMELİDİRLER. Henüz güçlü değilken sisteme fiili müdahalede bulunarak sabırsızlık gösterenler, fethi geciktirmeyi veya imkânsız kılmayı göze alanlardır. Oysa Mekke’nin Fatihi Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de on üç yıl boyunca Allah’ın direktifiyle, şirk düzenine fiilen saldırmamıştır. Elbette bu durum, müthiş sabır gerektiren bir durumdur. Yapılan haksızlıklara rağmen, Allah’ın hatırına, davanın hatırına sabretmek fethi müyesser kılacaktır. Çünkü Allah Celle Celaluhu, ‘sabredenleri müjdele!’ buyurarak, sabırsızların müjdeye nail olmayacağını bildirmektedir.      

Rabbanî metodla hareket edenler, FETHİ ÖNLEMEYE ÇALIŞACAK OLAN KÜFÜR GÜÇLERİNE KARŞI DİKKATLİDİRLER. Bizleri adım adım ‘fethul karib’e hazırlayan Saff Suresi, küfür güçlerinin Müslümanların yaşadığı memleketlere gözlerini diktiklerinden bahsederek, bu coğrafyadaki oyunlara dikkat çekmektedir. “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler, hâlbuki kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”2 buyrularak, fetih düşmanı olan işgalcilerin çabalarının beyhude olduğu vurgulanmaktadır. Aslında “fetih; bahardır”. Ancak, Arabın baharı değil, ümmetin baharıdır. Uzun süredir kışı yaşayan bu ümmet için, bahar gelmesin diye sahte baharlar icad edenler bilsinler ki, kim ne yaparsa yapsın, kışın sonu bahardır.

Rabbanî metodla hareket edenler, BEŞERÎ METODLARDAN UZAK DURURLAR. Siyasî veyahut iktisadî güç elde etmek için makamları fethetmeye çalışanlar bilmelidirler ki, ‘gençliği fethetmek’, ‘halkı fethetmek’, ‘kalpleri fethetmek’, makamları fethetmekten çok daha önemlidir. Bu mühim fetihleri gerçekleştirmek, oy toplayarak mümkün değildir. Eğitim faaliyetleriyle, insan yetiştirmek için yıllarca devam edecek çalışmaları göze almayanlar, fethin gerçekleşmemesini göze almaktadırlar.                      

Kıymetli kardeşlerim, Rabbanî metodun ortaya koyduğu tüm şartları gerçekleştirme çabasına rağmen, bazen fethin önü bir türlü açılmaz. Sabretmek, beklemek, ümitsiz olmamak ve o günün geleceğine itimadımızın tam olması lazımdır. Ya bir şeyler eksiktir veyahut henüz zamanı gelmemiştir. Yaşanılan her bir zorluk, her bir zafer, her bir imtihan bizi fethe bir adım daha yaklaştırır. Mekke’de zorluklara sabredilmeseydi, evi-yuvayı terk-i diyar ettiren hicret çilesi çekilmeseydi, Bedir zaferi yaşanmasaydı, Uhud’da yetmiş şehit verilmeseydi; Mekke’nin fethinin önü açılmazdı. Tüm bu fethe yaklaştıracak kilometre taşları kat edilir ve bir gün gelir o gün milat olur, fetihlerin önü açılır. Allah Celle Celalluhu, Allah’ın davasını, Allah’ın istediği şekilde hâkim kılmaya çalışanlardan taraftır. Ve Allah Celle Celalluhu kimin tarafında ise, o topluluk “fatih topluluk” olacaktır.

“Yiğit düştüğü yerden kalkar” derler. Bu ümmet en son, bu topraklarda yenilerek, ümmet olma vasfını kaybetti. Yine bu topraklardan ayağa kalkacaktır inşallah. 1071’de Malazgirt’te Sultan Alparslan’ın başlattığı fetih ruhu Fatihlerle, Kanunilerle devam etmiş, büyük bir medeniyet kurulmuştur. Aynı ruh bu gün de canlanmaktadır. Kim ne yaparsa yapsın, kim ne derse desin fethin yakın olduğunun müjdesini Allah vermektedir. “SİZE SEVİNECEĞİNİZ BİR ŞEY DAHA VAR: ALLAH’IN YARDIMI VE YAKIN BİR FETİH. MÜ’MİNLERİ BUNUNLA MÜJDELE!”3

NOT: Bu yazıyı, fethi yürekten isteyenler ve hala fetih aşkıyla yananlar için yazdım. Bu yüce idealden vazgeçenler, bu yazının muhatabı değildir. 

  1. Saff, 4
  2. Saff, 8
  3. Saff, 13