Bugün dünya genelinde her ne büyük hâdise yaşanıyorsa, bunun bir arka plânı ve siyasî bir sebebi vardır. Amerika, Irak’ı ve Afganistan’ı vuruyorsa bu bir projenin gereğidir; Ortadoğu’da ayaklanmalar ortaya çıkıyor ve diktatörler devriliyor, yerine yenileri getiriliyorsa bu durumun da mutlaka bir arka plânı vardır. Türkiye, Ortadoğu’ya âbi yapılıyor ve bunun için tüm yollar açılıyorsa, Batı’nın bu durumda bir çıkarı ve beklentisi vardır. Bununla birlikte dünyadaki iktisadî durumun da bağlı olduğu, siyasî bir sebep muhakkak mevcuttur. Yani ortada bir maraz varsa illet de vardır. Eğer Müslümanlar illeti görmez; ârazlarla uğraşırsa problemler hiçbir zaman doğru teşhis edilmeyecek ve bu problemlere köklü çözümler geliştirilemeyecektir.
Aslında İslam âleminin sayısız eksiklerinden belki de en büyüğü, Batılı güçlerin plânlarını deşifre edecek ve ona göre plânlı-güçlü bir hareket ortaya koyacak beyin insanlarının kıtlığıdır.
Eğer dünyada yaşanan büyük bir hâdiseyi değerlendirirken ve o hâdiseye hal çaresi ararken, hadisenin köklerine, sebebine bakılmazsa bulunan çözüm hiçbir zaman kalıcı olamayacaktır. İşte Afrika’daki drama bir de bu gözle bakıp değerlendirmek ve “kalıcı bir çözüm için ne yapılabilir” sorusuna cevap aramak gerekmez mi? Ortaya çıkan bu büyük zulmün müsebbipleri(illet) göz ardı edilirse olay sıradanlaşmaz mı? Örneğin bir insan doğal şekilde ölse bu sıradan bir hâdisedir; ama o insanı bir başka insan öldürürse, bu sıradan bir olay olmaktan çıkar. Afrika’da yaşanan ölümler, sıradan ölümler değildir. Fâili malum cinayetlerdir, fâili malum toplu katliamlardır. Bu durumda şu 3 soru ortaya çıkıyor: Onları KİM bu ölüme sürükledi? Bunu NE için yaptılar? Ve bunu NASIL yaptılar?
Aslında Batılı güçlerin bu koca kıtayı sömürmesi eskilere dayanmaktadır. 18. yüzyıla kadar, gerek Osmanlı’nın engellemesiyle, gerekse de sanayi devriminin henüz gerçekleşmemiş olmasıyla, Afrika’ya istediği gibi el atamayan Avrupa devletleri, 18. yüzyıl sonlarında ve ağırlıklı olarak 19. yüzyılda Afrika’ya pençesini geçirdi. Bu ülkelerden İngiltere, Afrika’nın sömürülmesinde payı en büyük olan ülkedir. Sömürgecilik tarihine bakıldığında İngilizlerin 37 ülkeyi sömürdükleri ortaya çıkmaktadır.(wikipedi) Bu pazarı kimseye bırakmak istemeyen İngilizler, bu sebeple Fransa ile “Yedi Yıl Savaşları” denilen kanlı bir savaş dönemi dahi yaşamıştır. Bu savaşlarda gâlip gelen İngilizler, dünyanın en büyük sömürgeci devleti olarak ortaya çıkmıştır.
Bugün özelde Somali’de, genelde tüm Afrika’da yaşanan açlığın ve ölümlerin gerçek fâili, tarihin de şahitliğinde Batılı güçlerdir. Aslında bunu çok yakın zamanda İngiltere Başbakanı David Cameron itiraf etti. İngiliz Başbakan, 6 Nisan 2011’de Pakistan’da üniversite öğrencilerinin Keşmir sorununa ilişkin sorularını cevaplarken “Dünyanın birçok sorununa biz yol açtık.” dedi. Bu tarihi itiraf dahi Müslümanların Batı’nın çirkin yüzünü görmesine sebep olmuyorsa(!) işte asıl gaflet bu olsa gerek.
Somali hâdisesindeki bu gerçekler, İslami medyanın dahi açıkça konuşmadığı konular durumunda. Hâdiseyi “kuraklık” neticesinde olan bir hadise gibi lanse etmeye çalışanlar, katili saklayan suçlu konumuna düştüklerinin acaba farkındalar mı?
“Suçlu kim?” sorusunun cevabını ortaya koyduktan sonra, “Ne için bu büyük suçu işlediler ve işlemeye devam ediyorlar?” sorusuna sıra geldi. Aslında Avrupa’nın kapitalist düşüncesi onu materyalizme kaçınılmaz olarak sürüklemiştir. Materyalizm çıkmazı Emperyalizmle aşılmaya çalışılmıştır. Güç, lüks, servet, teknoloji, petrol gibi tüm bu kavramlar Avrupa’nın daima iştahını kabartmıştır. Üstad Mevdudi bu konuda: “Servet kaynaklarının mümkün olduğu kadar çoğunu kapmak onları kendi çıkarları için zaptetmek ve servetlerini biraz daha artırmak için ölesiye bir çaba vardır. Bu mücadelede başarısız olanlar veya onun içinde yer almaya gücü olmayanlar, yardımcısız ve kendi hallerine bırakılırlar.” der.1 Yani aslında her şeyin asıl sebebi; madde üzerinde hâkimiyet sağlama düşüncesidir. Madde üzerinde hâkim güç olmayı kafaya koyanlar bunun, insanlar üzerinde hâkimiyet sağlamadan mümkün olamayacağını bilirler. İşte tam da bu durumun İslamî literatürdeki adı ‘Firavunlaşmak’tır. Oysa gerek insan üzerindeki hâkimiyet, gerekse de maddenin hâkimiyeti Malikü’l-Mülk olan Allah’ın hakkıdır. İnsana gerek mülk, gerekse de insanlık emanet olarak verilmiştir. Ve insan o emaneti Allah’ın adıyla yönetmek zorundadır. Çünkü insan, Malik’ül-Mülk yani mülkün gerçek sahibi değildir. İnsanın da mülkün de gerçek sahibi Allah (c.c)’tır ve O Allah (c.c) her ikisinin idaresi için de mükemmel kanunlar koymuştur. Örneğin Haşr Suresinde Allah(c.c): “Sakın sermaye birkaç kişinin elinde dolaşan güç olmasın.” buyurur.2 İslam’da ‘İstediğimi yaparım, istediğim kadar harcarım.’ mantığı yoktur. Allah(c.c) zekâtla, fitreyle, infakla, kefaret cezalarıyla sermayenin dağılımını oluşturmaktadır. Bu kural(kanun) İslam ekonomi politikasının temellerinden biridir. Aynı zamanda faizin yasaklanmasıyla ekonomiye bir ayar daha yapılmaktadır. “İslam servet akışını fakirden zengine değil, zenginden fakire akacak şekilde düzenler.”3 Oysa emperyalist Batı, servetin akışını fakirden zengine çevirerek sosyal ve ekonomik dengeyi tamamen bozmuştur.
Peki, emperyalist Batı, bu tahribatı nasıl gerçekleştirdi?
18. yüzyılda başlayan sanayi devriminin ardından, 19. yüzyılda başlayan yeni pazarlar arayışı sömürgeciliğin artmasına ve yayılmasına sebep oldu. Afrika halkı “sömürülebilme yeteneğine”4 bir günde sahip olmadı. “Her somut problemin arka plânında genelde bir siyasi proje vardır” hakikati burada da kendini göstermektedir. Afrikalı düşünür John Kenyetta şöyle diyor: “Batılılar Afrika’ya geldiğinde onların elinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bizden gözlerimizi kapatıp dua etmemizi istediler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların ayaklarının altında bize ait topraklar vardı.” İşte Batılı güçler Afrika’yı madden sömürebilmenin yolu olarak “misyonerlik” faaliyetlerini kullandılar. Edward Said “Oryantalizm” kitabında “Oryantalizm, Kapitalizmin bir parçasıdır.” der. Yani kapitalist güçlerin elinde olan misyonerler ve oryantalistler, emperyalizme manevi güç vermişler ve zemin hazırlamışlardır.
Böyle siyasal bir taktikle (misyonerlik faaliyetleri) başlayan sömürgecilik, Batılı zenginlerin, fabrikatörlerin Afrika’dan aldıkları ham maddeyi işledikten sonra tekrar onlara satmasıyla palazlandı. Yine tarım makinelerinin geliştiği Avrupa’da, ucuz yolla ve bol ürün elde etme yöntemiyle üretilen tahıllar, yerel çiftçinin ürününden daha ucuz pazarlanınca, tarlalar ekilmemeye başlandı. Bunun neticesinde hem tarımda hem de hayvancılıkta dışa bağımlılık baş gösterdi. (Dikkat! Türkiye’de de ithal tarım ürünleri ve hayvan ithalatı, yerli çiftçiyi ve hayvan üreticisini pes etme noktasına doğru getirmektedir.)
Tüm bu sürecin neticesinde, Afrika’nın bütün yer üstü ve yeraltı (altın, uranyum…) kaynakları sömürgeci Batının idaresine geçti. Allah(c.c)’ın Afrika halkı için yarattığı öz kaynaklar, açgözlü Batılıların elinde tarumar edildi.
Çok değil, sadece 1992’de Somali’de iç savaş ve açlık yüzünden 500 bin insan öldü. Emperyalist Batı, girdiği ülkeleri hiçbir zaman sadece sömürmekle bırakmaz. Muhakkak o ülkenin haritasını değiştirir ve bir de fitne tohumu eker, öyle gider(şayet giderse.). Somali’de de aynı taktik uygulandı. Daha önceleri 23 milyon nüfusa sahip olan ülke parçalanınca, bir kısmını Kenya’ya bir kısmını Etiyopya’ya dâhil ettiler ve böylece ülkenin nüfusunu 11 milyona düşürdüler. Bu da yetmezmiş gibi ülke, Kuzey ve Güney diye de kendi içinde ikiye ayrıldı.
Şuan Somali’de;
• 11 milyon insan açlıkla mücadele ediyor.
• Sadece 3 ayda 29 bin çocuk açlıktan öldü.
• Somali’den Kenya’ya kaçmaya çalışan en az 500 bin insan yollarda hastalıktan ve açlıktan öldü.
• 5 yaşın altındaki çocukların %10’u 11 haftada bir ölüyor.
• Somali kıyılarına bırakılan zehirli atıklar yüzünden yüzlerce insan ölüyor.5
Yukarıdaki Somali verilerine mukabil Amerika’nın harcamalarına ve bu harcamaların aslında Afrika açısından neye tekabül ettiğine bakacak olursak:
• ABD’nin ürettiği bir savaş uçağının (20 milyon dolar) parasıyla 10 milyon insana yetecek derecede pirinç depolanabilir.
• ABD köpeklerine (Batıda insan nüfusuna yakın oranda köpek besleniyor.) konserve et değil de başka bir gıda verilse 50 milyon insan açlıktan kurtulacak.
Bunun yanı sıra çöpe attıkları et artıklarıyla ellerindeki hayvanların iki mislini beslemeleri mümkün.
• 1 Amerikalı 900 Nepalli’nin kullandığı enerjiyi kullanmaktadır. Her bir Amerikalı 900 insanın hakkını yemekte ve her bir Amerikalı dünyaya yük olmaktadır..6
Nüfus plânlaması yapılmasını öğütleyen ABD’nin kendi nüfusunu planlaması aslında dünyanın yükünü hafifletecektir.
Son yıllarda Amerika’daki en büyük sağlık problemi obezite –aşırı şişmanlık- olarak ilan ediliyor. Her bir Amerikalı dünya insanlarından çaldıklarıyla-gasp ettikleriyle şişmanlıyor. Aslında açlık ve yokluk birilerinin diğerinin elindekine de göz dikip açgözlülük yapmasından meydana geliyor.
Her söyleminde insanlıktan, özgürlükten bahseden Batı’nın dünya insanlarına verdiği zarar ve yaptığı zulümlere bakıldığında, tüm bu söylemlerinde bir kandırmaca olduğu ortaya çıkmaktadır. Malik bin Nebi ,“İslam Davası” kitabında: “Avrupa kendi içinde Avrupa hümanizmini toprakları dışında sömürge hümanizmini tatbik etmektedir.” der. İşte Avrupa’nın hümanizminin özet bir tanımıdır bu. Bu sözde hümanist yaklaşımlarla aslında Batılı güçler, sömürenin de, sömürülenlerin ağıdını yakanların da kendileri olmasını istemektedirler. Bu şekilde insan gibi görünerek, aşağılık durumlarını örtbas etmeye çalışmaktadırlar.
Müslümanların Afrika’da yaşanan bu büyük zulmün aslında kim tarafından yapıldığını ve bunun nasıl başladığını bilmeleri gerekiyor. Şunu da bilmeleri gerekiyor; şayet siyaseten Batıya bel bağlarsak ekonomik bağımlılık kaçınılmaz olacaktır. Amerika’ya güvenerek, gerek siyaseten gerekse de ekonomik olarak güçlenenlerin oluşturacağı gücün kalıcığı tartışmalı olacaktır. Müslüman, daima Allah(c.c)’a ve O’nun belirlediği esaslara güvenmelidir. Batının plânlarını iyi görebilmeli ve bu plânları bozmaya çalışırken Allah’ın da “hayrun mekirin- plan kurucuların en hayırlısı” olduğunu unutmamalıdır. Onlar Afrika’da yıllardır gerek insan gerekse de kaynak avcılığı yapıyorlar. Ama şunu bilsinler ki, gün olur devran döner, AVCILARI DA BİR AVLAYAN BULUNUR ELBET. Afrika’yı peyderpey sömürenler bir anda –domino taşı etkisiyle(!)- ekonomik darboğaza girer ve tekerin artık tersine döndüğünü görürlerse hiç şaşırmasınlar. Gerek ABD, İngiltere, İsrail ve Yunanistan’da gerekse de daha birçok Avrupa ülkesinde gelişen ekonomik kriz, bu çöküşün emaresi olsa gerek.
1- (Mevdûdi-Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim)
2- (Haşr-7)
3- (Mevdûdi)
4- (Malik bin Nebi-İslam Davası)
5- BM verilerine göre
6- (Neden Bu Kadar Fakirler-Abdullah Arslan)