Toplumları ayakta ve dinç tutan, insanlar arasında huzuru, refahı, mutluluğu sağlayan, toplumları nizama koyan bazı dinamikler vardır. Birer denge olan bu dinamikler olmazsa insanlık uzun süre ayakta kalamayacaktır. Yeryüzünü ateş topu ve kan gölüne çeviren sömürgeci güçlerin kirli hesaplarını ve hedeflerini gördükçe, direniş cümleleri kurmanın zaruret arz ettiği günlerdeyiz. Bugün neredeyse küçük büyük her devlet, her ulus ortaya huzur ve barışı sağlayacak kriterler koymaya çalışıyor ve sunuyor. Küresel sorunlar arttıkça artıyor, sunulan bazı çözümler uygulamaya konulsa da pansuman olmaktan öte yarayı kurutmuyor, kapatmıyor. Toplumlara enjekte edilen deneme sistemler çoğunlukla zehirlenmelere yol açıyor. Kutuplaşmalar, tecavüzler, saldırılar, terör eylemleri, inancından dolayı katletmeler, yurtlarından kovmalar, barış söylemiyle yapılan demokratik zulümler, diktatör nizamların ve onları destekleyen emperyalist güçlerin zulmü… Ve kitleler sakinleşmiyor… Bunun en doğal sebebi ise; insan, insanın maddi ve manevi yönünü yeterince tanıyamıyor. Çünkü hiçbir insanda bireysel ve toplumsal hayatın nesnel olmayan dayanaklarını kuşatacak bir ilim yoktur. Bu özellik ise yeryüzünü yaratan, yeryüzünde farklı dillerde, farklı ırklarda, farklı karakterlerde insanlar yaratan Allah’a aittir. İnsan hakkındaki tüm ilimlere vakıf olmakla beraber insanın diğer varlıklarla olacak olan ilişkilerini düzenlemekte ise kusursuzdur. Bunu fark edememek veya unutmak, beşeri ideolojilerle çözüm sunmaya çalışmak küresel anlamda tıkanmalara, çıkmazlara, zulümlere, baskılara ve milyonların kıyımına neden oluyor.
Asırlardır, birinci kaynaktan gelen İslami fikrin anlaşılmamasının neticesi olarak bizler, insanlığın girdiği buhrandan çıkışını ve ümmetin kurtuluş anahtarlarını yanlış yerlerde arıyoruz. Bugün küresel olarak dünyaya barış ve özgürlük getireceğini söyleyerek dini, dili, ırkı, statükosu ne olursa olsun, buna bakılmaksızın adaletin kendisinde olduğunu kim söylüyor? Özgürlük ve barış söylemiyle bugünkü refahı; devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kurulu olan Batı…
Dünyanın çeşitli ulusları ve devletleri refah için küresel çözümler sunarken Müslüman ülkelerin ve toplumların bu problemler için ortaya koyduğu çözümler kendi öz medeniyetinden ne kadar da uzaktadır. Hâlbuki Müslümanlar bugün dinin bir takım ibadetlerini, güzel ahlakını, sabrı, şükrü konuşurken İslam’ın toplum nizamı, toplumun refahı gibi konularda da büyük bir söz hakkı olduğunu hatta vahyin bir amacının da yeryüzünde zulüm, kargaşa, fitne kalmayıncaya kadar adaleti sağlamak olduğunu unutmuş gibiler ya da unutturulmuş… Bizim ellerimizde maddeden çok daha değerli olan medeniyetin, barışın ve adaletin formülleri hâlâ mevcuttur. Hatta yaşadığımız çağın küresel sorunlarından da öte çağlar üstü bir çözüm sunabilir ve bizden sonra da küresel barışın ve adaletin teminatını verecek kadar kuvvetli formülleri gösterebiliriz. Üstelik bu formül denenmiş ve başarıya ulaşmıştır, tarih bunun en reel tanığıdır. Yüzyıllar boyunca küresel boyutta ırkı, dini, dili ve farklılıklarıyla tüm renkleri içinde barındıran, Tevhid çatısı altında dinin, neslin, canın, malın ve aklın emniyette olduğu bir medeniyetin mirasçıları olarak şu an mazlum coğrafyalardan dünyaya adalet ve barış deklarasyonu yayınlayabiliriz. Beşeri ideolojilerin kısıtlı normlarında takılı kalıp, çözümü kendi dairesi içerisinde arayıp durmak son yüz yıldır ne yerel olarak bizi ne de küresel olarak dünyayı kurtarmıyor.
Müslümanlar, ellerindeki vahiyle dünyaya adalet ve barış bildirisi sunacak umut tomurcuklarıdır. İnsanları kula kulluktan kurtaracak, zalim ve despot düzenlerin tüm dünyayı sömürmesine müsaade etmeyecek, barış söylemiyle özelde Ortadoğu’yu, ümmeti; genelde tüm insanlığı sömürmeye çalışan emperyalistlere müsaade etmeyecek ve buna bir çözüm sunacak olan merhametli ve erdemli insanlardır. Bunun farkında olmakla birlikte bunu ertelemek ve geç kalmakla dünya mazlumlarını adaletsizliğe mahkûm etmekteyiz. Yalnızca zulme uğrayan toplumların değil zulmü yapan emperyalist toplumların halklarına da kurtuluş ve barış gereklidir. Yalnızca kendi toplumu için istenen adalet, adalet olmayacağı gibi adaletsizliği üretenlerin toplumları, halkları için de ıslah edici, barışı sağlayacak bir kriter olmalıdır. Bunun yolu ise intikam almayan bir medeniyetten geçer. Hayalini kurduğumuz geleceğin hayallerde kalmaması için duvarda asılı duran, işlemeli örtülerden çıkarıp hayatın içine karıştırmamız gereken vahyi artık yeryüzüne nakşetme hedefimiz olsun…
Tüm bunlar ortaya konulurken öncelikli eylem ve aksiyon eğitimli bir nesil yetiştirme gayreti içine girmektir. Değişimlerin hepsi eğitimden başlayıp özünde ahlaki bir çağrı barındırmıştır. Çünkü eğitilmiş nesiller ancak barışçıl, adaletli davranmaya yatkın ve düşkün olacaktır. Asırlardır elimizde olan ilacı fark edemememiz ve dünyaya sunamamamız eğitimsizlik veya yanlış eğitim sebebiyledir. Vahye ilk muhatap olan saadet ehlinin eğitimi gibi bir eğitimden geçmedikçe ve geçirmedikçe küresel anlamda ilerleme kaydedemeyeceğiz… Çünkü gerçekleşmesi istenen her ne ise evvela insanların ruhlarında gerçekleşmek zorundadır. Sınıflaşmalara, ırkın üstünlüğü kavgasına, kutuplaşmalara son verme ve farklılıklarıyla bir arada olma erdemine başka türlü bir metotla erişemeyeceğiz. Bunu zulme rıza göstermeden, boyun eğmeden, mevcuda itaat içinde olmadan, değerlerinden taviz vermeden ve saldırgan olmadan ilerleyenler ancak gerçekleştirebilecektir. Cesur, merhametli, tavizsiz ve onurlu bir duruş sergileyen eğitimli öncü nesiller…
Bireylerin ve toplumların bir arada huzur içinde yaşayabilmesi ve aralarında adaletin sağlanabilmesi, hiçbir menfaate ihtiyacı olmayan Allah’ın yeryüzüne göndermiş olduğu Tevhid inancının uygulanmasıyla mümkündür. Vahiy, son iki yüz yıldır kanun otoritesini kaybetmiş ve bir nesne olarak dinlenildikçe rahatlanılan, az okunup çok ezberlenen bir kitap haline dönüşmüştür. Vahyin bir medeniyet inşa ettiği, tüm farklılıklara rağmen küresel anlamda adaletin ve barışın yüz yıllarca kaynağı; toplumsal nizamı sağlayacak olan rehber olduğu unutuldu. Oysa Tevhid, teorisi ve pratiğiyle yaşanmış ve yaşanabilir bir medeniyettir. Tüm ırkları ayırmaksızın tek çatı altında toplayan inanç sistemidir. Farklı dillere sahip toplumları bir arada tutmayı başaran sosyal sistemdir. Dini, dili ve ırkı ayırmaksızın tüm toplumları kapitalizmin zulmünden de kurtaracak olan ekonomik sistemdir. Farklı dinlere mensup toplumları çatısı altına alan, adaletle içinde barındıran, onlara adaletsiz davranmayı yasaklayan hukuki sistemdir. Çünkü İslam’ın olduğu yerde kayıtsızlık yoktur. Bugün Müslümanlar, bunun gerçekleştirilemeyecek bir rüya olduğunu söyledikleri zaman, aslında onlar sadece hissettikleri güçsüzlüklerini ifade etmektedirler. O imkânsızlık ise dünyada değil kendi kalplerindedir… Bütün hayal kırıklıkları ve yenilgiler içinde İslami yeniden doğuş, dünyanın geniş alanında umut ve çıkışın adıdır…
Unutmayalım: Bir hayali bir kişi düşlediğinde o yalnızca hayaldir ama birden çok kişi düşlediğinde o artık hayat bulan bir cana dönüşmüştür…