Dergimizde metoda dair pek çok yazı yazıldı. Evet, önemli konuları tekrar iyi bir şeydir ama bu yazı bir tekrar yazısı değil. Belki malumun i’lamı da sayılabilecek, bir durumu izah yazısı. Veya bazı hareketlerin vardığı noktayı tahlil yazısı.
Genel olarak İslam dünyasında, özelde de Türkiye’de tarihi günleri yaşıyoruz. Rabbanî metodun gerekliliğini bıkıp usanmadan vurgulayanlar, hatta haykıranlar haklı çıktı. Rabbanî olmayan ve de İslamî anlamda gayr-ı meşrû sayılabilecek yolları tatbik edenlerin akıbetleri de aleni olarak ortaya çıkmaya başladı.
Ne oldu? Aslında çok şey oldu; hatta neler olmadı ki? Allah Azze ve Celle çok kısa zamanda, belki de bir yıl sayılabilecek bir zaman diliminde gayr-ı meşrû metodların işi nereye kadar götürebileceğini, iman, izan, vicdan sahibi Müslümanların gözlerinin önüne serdi. İslam’a göre yanlış olan yolları tatbik eden iki büyük hareketin geldiği nokta, ‘bu yollar çıkmaz sokak; bu yollar uçurum; bu yollar bize yıllarımızı kaybettirir’ diyenlerin sözlerini tescilledi. Kur’an haklı çıktı Rabbanî yolu tatbik edip, beşerî yolları eleştirenler haklı çıktı, yani haklı çıktık. Haklılığımızı ise, bu yanlış yolların mensuplarının bizzat kendileri ispat etti.
ÖZETLE, NELER OLDU HATIRLAYALIM…1
GÜLEN HAREKETİ
Son 50 yıldır Türkiye’de, 1980’li yıllarından itibaren de dünyanın çeşitli yerlerinde İslamî hizmet yaptığını söyleyen Gülen hareketinin, tüm projesi ve argümanları adeta çöktü. Temelsiz bir apartmanın çöküşü gibi büyük bir gürültüyle… Peki, bu hareketin (hareket olup-olmadığı da tartışmalıdır; ama öyle farzedelim) gayr-ı meşrû diye sıfat verdiğimiz metodları, projeleri neydi? Projenin ana hatları, devletin önemli odaklarında; askeriyede, adliyede, emniyette güçlenmek. Bu şekilde devlete hakim olmak. Bunu gerçekleştirirken de her türlü yolu kullanmak, her türlü tavizi-takiyye diyerek- vermekten kaçınmamak. Yurt dışı çalışmalarında bir araya geldikleri insanlara tevhid anlatılmadığı gibi, garip bir biçimde teslis (dinlerarası diyalog ve ‘amentüde müttefikiz’ fecaatleriyle) adeta meşrulaştırılmaya çalışıldı. Türkiye’de ise, ‘furuat’ fetvaları ve Türkçe olimpiyatlarındaki gayr-ı İslamî uygulamalarla haramlar adeta meşrulaştırıldı. Sadece zenginlere ve makam sahiplerine verilen önem ve zengince yaşam tarzı ile ‘Müslüman burjuva’ denilen elit bir kesim oluşturularak halkın ekseriyatından uzaklaşıldı. Gayenin-hedefin ve yöntemin temelden meşruiyetten yoksun olduğu bu yapı, aslında ana hedeflerini bir bir gerçekleştirdi. Hâkim olmak istediği her yerde olabildiğince hâkim oldu ama sonuç hüsran. Kapalı kapılar ardındaki oyun kurucular sonuca ulaşmalarına müsaade etmedi. Dost gibi görünen hakikatte İslam’a düşman olan destekçiler desteğini çekti, dost tarafında bir kitlesel destekçileri olmadı, Allah’ın meşru görmediği yolla hareket edildiğinden Allah’ın yardımı da gelmedi, böylece yenilgi kaçınılmaz oldu.
PARTİ
Peki, parti hareketi nasıl bu noktaya geldi. Onların hikâyesinin başlangıcı daha idealisttir. Bu ülkede 50 yıla yakın süredir, demokrasi yöntemiyle başa geçip İslam’ı hâkim kılma düşüncesi vardır. Bu yöntemle hareket edenlerin ilk temsilcileri her ne kadar bazı tavizler verseler de, idealleri İslam olan samimi insanlardı. Ancak yıllar sonra onlardan kopup ayrı bir siyasal yapıya dönüşenler, daha büyük tavizler vermeye başladılar ve sonuçta batının, ‘ılımlı İslam’ projesinin siyasal kanadı haline dönüştüler. İktidarda bulundukları 12 yılda başörtüsü sorunu ve İmam Hatiplerin önünün açılmasının ötesinde İslam namına bir şey yapılmadı veya yapılamadı. Ancak İslam’ın cevaz vermediği pek çok şey yapıldı. Gayr-ı İslamî yöntemlerin tatbik edicileri, envai çeşit konuda tavizler verdiler. Burada bunları tek tek anlatmak mümkün değil, yüzlerce meselede belki milyonlarca harama imzalar atıldı. Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesine, hem Irak savaşı esnasında (İncirlik’ten uçaklarla mühimmat vs. taşınmasına verilen izinlerle) hem de Arap Baharı denilen ayaklanmalar esnasında gizli-açık destekler verildi. Böylece Irak’ta 1,5 milyonun, Suriye’de yüz binlerin ölümünde ve Ortadoğu’nun tarumar olup diktatörleri dahi arar duruma gelmesinde, iç savaşların- fitnelerin ayyuka çıkmasında maalesef dolaylı da olsa pay sahibi olundu.
Son olarak, MGK kararı ile cemaatleri bitirme projesi ve bu projenin hayata geçirilmesinin, Vakfımızın konferanslarının engellenmesiyle başlaması, artık bu siyasal hareketin İslam namına faydadan çok zarar vermeye başladığını gösterdi. Nispî faydasının yanında, muazzam zararı giderek arttı. Ancak siyasal mühendisliği çok mahir bir şekilde sergileyen bu hareket, Osmanlıca dersleri gibi sözde hizmetlerle halkın ağzına bir parmak bal sürerek bir batman balı heder etmekte ve bu ziyanı da çok ustaca gizlemektedir. Başta Alparslan Kuytul Hocaefendi olmak üzere vakfımızın mensupları yıllarca bu yollarla bir şey olmayacağını söyledi. Ancak bugün gelinen noktada, İslam namına bir fayda elde etmek şöyle dursun, var olan kazanımlarımız dahi elimizden alınmaya başlandı. Büyük oyunun gerçek kurucuları, Müslüman’ın eliyle İslami cemaatlere zarar verilmesini sağlayarak, gelecek tepkileri de asgari düzeye indirmeyi hedeflemektedir.
NEDEN OY KULLANMIYORUZ?
Yıllarca bize, neden oy kullanmadığımız soruldu. Defalarca, delilli-ispatlı anlattık ama anlaşılamadık. Bugün bu soruya kestirmeden cevap veriyoruz: Tam da yukarıda izah ettiğimiz durumlardan dolayı oy kullanmadık. Haksız mıyız?
OLAN OLDU
Bu iki hareketin yolları 12 sene önce çakıştı. Birbirlerine destek oldular. Ancak geçen yıl (bazı uzmanlara 2 yıl önce) olan oldu, iki taraf arasında, bir güç ve iktidar savaşı başladı. Ne oldu, nasıl oldu, kim haklı, kim haksız, kim yendi, kim yenildi, mevzu uzun ve konumuz da bu değil. Ancak sonuçta her iki tarafın da birbirini suçladığı, ciddi iddialar ortaya çıktı. Öncelikle her iki tarafta birbirini İslami hassasiyetten yoksun olmak suçluyor ve aslında bu konuda her iki tarafta doğruyu söylüyor; öyleler, yukarıda nispeten anlattım. Yine tarafların temel suçlamalarından birisi şu ki, her iki tarafta birbirini Amerikan işbirlikçiliği ile suçluyor ve bu konuda da her iki taraf, zannediyorum doğruları konuşuyor. (A. Dilipak’ın ‘AKP bir ABD projesidir’ sözü… Gülen’in ABD’de yaşaması ve zaman zaman CIA uzmanlarıyla görüştüğü iddiaları…)
Gelinen noktada, tüm bu iddialar ve bugüne kadar ortaya konulan icraatlar bu yolların İslamî harekete fayda mı zarar mı verdiğinin ciddi anlamda sorgulanmasına sebep oldu. Bu kadar vahim hatalar yapıldıktan ve artık hataların ötesinde İslamî hareketlere ciddi zararlar verilmeye başlandıktan sonra sorgulamalar başladı. Tüm bu sorgulamalar aslında geç kalmış sorgulamalardır. Bir yanlışı sorgulama ne kadar gecikirse zarar o oranda artmaktadır. Ümmet açısından zaman kaybı, güç kaybı, gerçek zaferin gecikmesi kaybı, ümit kaybı geç kalmış sorgulamalarla azami düzeye ulaşmıştır.
BÖYLE OLACAĞINI BİLİYORDUK
Hiç söylemek istemediğimiz bir sözü söylemek zorunda kalıyoruz: ‘Böyle olacağını biliyorduk’… Ve aslında müneccim de değiliz, hatta bilmemiz basiretimizden de kaynaklanmadı. Çünkü Kur’an bütün yolu gösterdi ve mesajı açıkça verdi: Allah’ın gitmemizi, tatbik etmemizi istediği Rabbanî yolun dışındaki yollardan gayrısı çıkmaz sokak, gayrısı uçurum, gayrısı çöküş, iflas, külliyen zarar. Proje yapmada mahir olan küfür güçleri, az da olsa İslamî şuuru olan insanlarımızı kitleler halinde gayrı İslamî olan metodların peşinden sürüklediler. Bu yollara insanımızı mecbur ettiler... Mecbur değiliz! İslam dininin kendini hâkim kılma yolu yokmuş gibi, bu din aciz bir dinmiş gibi, beşeri yöntemlere mecbur ettiler… Mecbur değiliz! Dinin metodu, dinin kendindendir. Aksi halde din nakıs olurdu. Oysa İslam, ekmel olan dindir.
YANLIŞ METODLAR TUZAKTIR
Biz Rabbani metodun takipçileri, kafamızın veya nefsimizin yönlendirmesiyle hareket edip gayr-ı meşrû metodlara tevessül etmedik, haddimizi bildik. Görevimizin metod uydurmak değil, var olan dosdoğru yolu takip etmek olduğunu biliyoruz. Tüm peygamberlerin gittiği bu tecrübî yolu takip ettiğimiz takdirde, dünya-ahiret hayırlı bir akıbete ulaşabileceğimizi ümit ediyoruz. Şu bilinmelidir ki yanlış metodlar Müslümanlara kurulmuş tuzaklardır. Bu tuzaklar vesilesiyle doğru yola tevessül ve bu yolu takip edenlerin güçlenmesi engellenmeye çalışılmaktadır. Tüm bu uyduruk tuzaklara karşı, Rabbani yolun takipçileri takatimizi, sabrımızı ve ümidimizi kuvvetlendirecek şu ayet-i kerimeyi aklından çıkarmamalıdır: ‘Onlar bir tuzak kurarlar, Allah da bir tuzak(plan) kurar. Allah plan kurucuların en hayırlısıdır.’2 Allah’ın planı; hem gösterdiği yol, hem de yardımıdır. Gösterdiği yolu takip ediyoruz ve yardımını da bekliyoruz. Umuyoruz ki Rabbimiz, Rabbin davasını Rabbin istediği yolla hâkim kılmaya çalışan Rabbanilerin yardımcısı olacaktır.
* Bu yazımızda sebeplerden çok sonuçları yazmayı hedefledim. Dergimiz, gerek metodun anlatıldığı yazılarla gerekse de siyasi makaleler vasıtasıyla, sebepleri birçok sayıda ortaya koydu. Dolayısıyla bu defa sebeplere çok az değinerek sonuçlar üzerinde bir değerlendirme yapmayı gerekli gördük. Zaten sebepler, çok daha uzun boylu anlatılmayı gerekli kılan konular ihtiva etmektedir.
1-Yazmakta zorlandığım bir yazı oldu. Çünkü bekli de İslam’ı hâkim kılma idealinden çoktan vazgeçmiş (ki zaman zaman her iki tarafın temsilcileri de böyle bir ideallerinin olmadığını, ‘evrensel insani değerler’ in hâkim olmasıyla, her şeyin hallolacağını ifade etmektedirler.) iki tarafı değerlendirmeye çalıştık. Ama bu değerlendirmeyi yaparken sanki bu idealleri varmış veya devam ediyormuş gibi farz ettik. Belki okuyucularımız, ‘böyle bir hedefleri yok ki; yolun doğruluğuna-yanlışlığına dair bir kaygıları yok ki; menfaatten başka dertleri yok ki’ diyebilir, demeli de… Bende böyle düşünüyorum. Ama bu grupların içinde var olan samimi müntesipler yani kardeşlerimiz veya ‘aslında hedefimiz İslam’ın hâkimiyeti ama takiyye vs. yapıyorlar’ diyen kardeşlerimiz için, ‘öyle olsa da, sonuçta durum böyle’ demek için yazdık.
2-Enfal Suresi: 30